Cengizler Ölür mü Hiç?
Öykü

Cengizler Ölür mü Hiç?

Ebru Say

-Köfte yaptım sana, seversin misin?
-Oooo… Köfte mi! Yerim yerim. Annem kapattı.
-Annen mi! Neyi kapattı oğlum?
-Kapı Neriman teyze, kapı…Celle celle, ya celle.
-Ya Fettâh celle celâlühü diyeceksin yavrum. Tövbe tövbe….
-Töbe töbe…
-Ah seni bu hale getirip de sokağa atanlara ne diyeyim? Hadi ye ye, bakma sen bana.

 

İnsan böylesi bir çocuğu nasıl bir başına bırakır! Yine kalbi daraldı. Kafasının içine cevap arayan bir ton soru doluştu. Onun bir başınalığa çare olmak, karnını doyurmak kadar kolay olsaydıkeşke. İlerlemiş yaşına kızdı. Onu ilerlemekten alıkoyan o bir adımlık mesafeyi geçmekte tereddüt etmesi hep bu içsel çatışmadandı. Elinde olsa çocuğun sızısını, dilindeki kekremsi her bir kelimeyi söküp alacaktı ama belinin bükülüp kamburunun çıktığı yaştaydı.

 

Günlerinin hemen hepsi aynıydı. Sabah erkenden kalkar, yemeklerini hazır ettikten sonra evinin verandasına çıkıp çocuğun yolunu gözlerdi. Yavrucak sokağın başında gözüktü mü önceden hazır ettiği tepsiyi kaptığı gibi dışarı fırlardı. Ondan başka acıyıp da yemek veren, yazıktır günahtır diyen olmazdı. Aslında içten içe de biliyordu bu hevesi de bir gün bir yerde bitecek, kendi dünyasına dönecekti. Hep böyle olmamış mıydı? Olmayan çocuğunun yerine başkalarınınkini koymuş sonra da ya sıkılmış ya tükenmiş ya da ümidini yitirmiş olarak hep vazgeçmişti.

 

-Ne yer ne içer? Nerede yatar bu gariban Osman Bey? Düşünüp duruyorum da işin içinden çıkamıyorum.
-Onu bilmem ama çok yüz veriyorsun bu çocuğa. Her gün her gün aş evine çevirdin iyice burayı.
-Ne olmuş iki kap yemek verdiysem. Sevaptır hem.
-Sevabına, günahına bir dediğim yok. Lakin biliyorum bundan da hevesin geçecek, gücün tükenecek. Ya o zaman n’olacak!
Merhameti mi kayboluyor kocadıkça? Denecek laf mı bu?
Kızsa da öfkelense de Osman Bey’in yüzüne gölge inince dayanamıyordu. Hele ki çocuk lafı geçince. Osman Bey’in burun kanatlarına düşmüş gözlüğünün üstünden ihtiyarlamış bedenine yönelttiği bakışlarına inat hızlı adımlarla mutfağa yöneldi. Aradan çok geçmedi, seslendi:
-Geçen muhtara soracaktın, n’oldu?
-Sordum Neriman Hanım.
Bulaşık önlüğüne ellerini telaşla kurulayarak salona girdi.
-E söylesene! Aşk olsun.
-Kimi kimsesi yokmuş.
-Vah vah vah…
-Annesi, küçük çocuğunun ölümünden sonra cinnet geçirip seninkini bu hale getirmiş.
-Elleri kırılasıca. Kırılması yetmez, taş olsun böyle anayım diye geçinenler!
Lekeli elleriyle dizlerini dövüyordu.
-Anası neredeymiş peki?
-Anası gelgit akıllı bir kadınmış zaten, olanlardan sonra atmış kendini bir arabanın önüne.
-Hay Allah’ım!… Ya babası?
-Babası da yaşananlardan sonra sırra kadem basmış.
Erkek milleti değil mi zoru gördü mü kaçarlar, hepsinin köküne kibrit suyu. Halının üzerindeki solgun çiçek desenlerine takıldı gözü. En çok merak ettiği sorunun cevabını almaya kararlıydı:
-Peki bu çocuk ne diye böyle kapı der dururmuş?
-Boş ver oraları Neriman Hanım.
-Nedenmiş Osman Bey?
-Bilmediklerini yanına kâr say. Uzatma daha fazla.
Uzatmaymış. Osman Bey’in soğukkanlılığı karşısında kendi halini mi, yoksa onun halini mi garipsemeli bilemedi. Hak vermiyor da değildi. Haklıysa haklı. Ne yapayım yani görmezden mi geleyim garibi!..
Son zamanlarda gündemi sadece bu çocuktu. “Hava epey soğuk, bir kaban mı alsak.” “Bir takip etsek nerede yatar kalkar.”“Gelirken kemik al da kaynatıp çorba yapayım diri tutsun çocuğu.”
Yanıt hep aynı olurdu: “Bakarız Neriman Hanım…”

 

Yine öyle bir gündü.
-Neyin var?
-Bugün gelmedi.
-Kim?
-Bizim yavru, kim olacak. Başına bir şey mi geldi acaba?
-Aaa Neriman Hanım, yetti ama.
-Niye kızıyorsun Osman Bey, merak etmek de mi suç?
-Olmadı eve al, aklın da kalmaz. Tövbe tövbe…
Bencil herif! Nerde o muhlis, koca yürekli adam? Nezaketini koruyabildiğine şaşırdı:
-Ne dedim de kızıyorsun hemen. Allah korkum var benim.
-Bizim yok sanki!
-Öyle demek istemedim.
-İyice ayarın kaçtı senin. Neyse yarın olsun, sorup soruştururum.

 

Uyanır uyanmaz her sabah olduğu gibi yemekleri hazır ettihemen. Gözü camda, kulağı kapıdaydı. Saatine baktı.Sinirlendireceğini bile bile telefona sarıldı. Kızarsa kızsın. Bembeyaz parmakları telefonun siyah tuşlarıyla birleştikten sonra kalp atışı daha da hızlandı.
-Osman Bey rahatsız ettim seni iş vakti, kusuruma bakmazsın inşallah.
-Buyur Neriman Hanım.
-Şey… Çocuğu… Sorabildin mi?
-Sordum sordum.
-Var mı bir haber?
-Sokakta yerde baygın bulmuşlar, görenler de hastaneye kaldırmış.
-Neee… Hastaneye mi kaldırmışlar! Hangisine?
-Erdemli Devlet Hastanesi’ne.
-Ah Osman Bey. Haberi aldın madem, ne diye aramazsın?
-Akşam söyleyecektim.
-Allah’ını seversen bu haber akşamı bekler mi hiç? İyi miymiş peki?
-İyiymiş Neriman Hanım, merak etme.
Telefonu kapattıktan sonra göğsüne üç öküz yükü bindi sandı. Bir müddet hareket edemedi. Doktor çocuğunun bir daha olamayacağını söylediğinde de aynısı olmuştu. Bir yandan da Osman Bey’in gamsızlığına kızdı. Kafasını topladı. Ocaktaki çorbayı bir taşım kaynattı, kavanoza boca etti. Üzerine her zamanki krem rengi kabanını giydi, bir solukta hastanenin odasında buldu kendini.
-Ah evladım iyi misin, ne oldu sana böyle?
-İyiyim ben Neriman Teyze, iyiyim iyiyim.
-Çorba getirdim, dumanı üstünde, ye de kendine gel.
Poşetin içinden çıkardığı pötikareli örtüyü çocuğun önündeki hasta masasına serdi. Ardından seri hareketlerle peçete, kaşık, tuz. Getiremediği turşuyla, yoğurda takıldı aklı. Akıl kalmadı ki insanda. Şimdi Osman Bey onu bu halde görseydi “Evi buraya taşımışsın,” derdi. Derse desindi.
-Kapı kapı, kapı kapandıydı Neriman teyze.
-Bırak kapıyı oğlum şimdi, iç şu çorbayı da için ısınsın.
-İçiyom içiyom.
-Sana bir şey olacak diye aklım çıktı. Bundan sonra hastalandın mı bana gel emi. Böyle bir başına hastane köşelerinde, ya Fettâhcelle celâlühü.
-Celle Neriman teyze celle celle.
-Ya Fettâh celle celâlühü diyeceksin oğlum, ya Fettâh cellecelâlühü …
-Kapı kapandı, annem öldü, dedi. Öldü, öldü.
Çocuğun çelik gibi dümdüz sesi hastaneyi ortadan ikiye böldü. “Öldü…. Öldü…” diye tekrarladıkça ne yapacağını bilemedi. Çocuğun kapkara teninin üstünde dolaşan elleri daha da beyazlaştı. Kadersiz yavrum benim. Çocuk ilk önce ona birisinin dokunmasıyla geri çekildi, sonra sustu.
-Kim öldü, söyle bana?
-Cengiz Neriman teyze, Cengiz, Cengizzz… Cengizler ölür mü hiç?
-Ne Cengiz’i çocuğum? Anlat bakayım en başından. Ama sakince.
-Çorba Neriman teyze, çorba pek güzel olmuş. Cengiz de içsin tamam mı?
-Afiyet şifa olsun. İçsin tabii.
-Annem geldi Neriman teyze. Öldü dedi. İçeri girdi öldü, dedi.
Öldü dedikçe büyüyen gözlerini, kahkahalarını ve sağa sola sallanışını tarif edemediği tuhaf bir hisle sessizce izledi.
-Anne dedim, sus dedi. Bana anne deme. Anne denmez olur mu hiç? Celle Neriman teyze celle celle.
-Ya Fettâh…
Ya Fettâh dedikten hemen sonra kelimeler boğazında düğüm oldu, gerisi gelmedi.
-Çığlık attı, yok yok çığlık değil uludu Neriman teyze, sokaktakikarabaş var ya onun gibi uludu annem. Sonra öldü dedi. Cengiz öldü.
Boğuk kırçıllı sesiyle sanki annesinin yerine uluyan çocuğa ne yapacağını bilemedi.
-Cengiz kim oğlum?
-Cengiz canım benim Neriman teyze, canım canım.
Allah’ım sen kolaylık ver.
-Cengizler ölür mü hiç Neriman teyze? Gittim, sarıldım. Rengi mor olmuş. Cengiz’in de mor renk bir ayısı vardı biliyor musun sen? Ayı Cengizzz… Ayı Cengizzz…
Çocuğun durup durup attığı kahkahası iyice sinirini bozuyordu. Allah’ım sen aklımı koru.
-Bak ölmemiş anne dedim. Bak ölmemiş dedim. Dövdü beni Neriman teyze dövdü, dövdü. O öldü, sende geber dedi. Nasıl geberilir ki Neriman teyze! Gebermicem işte bana ne.
Hiç mi korkmazsın Allah’tan be kadın. Kaşığı çorbaya hoyratça daldırışına takıldı gözü, sonra da ekmeği parçalayışına. Parçalarken attığı kahkaha artık ürkütücüydü. Vallahi iyice delirdi bu çocuk.
-Kardeşinin başından ayrılma demedim mi diye diye dövdü beni Neriman teyze, dövdü dövdü. Suyun içinde nefessiz kalmış yavrum benim, dedi. Cengizler nefessiz kalır mı hiç!
Cengiz’in alamadığı nefesler boğazına yapıştı sanki, dişleri dudaklarına geçti. Uzun zamandır boğazında bir lokma varmış da öylece duruyormuş gibi.
-Başımdan kanlar geldi Neriman teyze. Sonra uyumuşum, biuyandım ki kömürlükteyiz. Kapı, kapı kapalı. Anne dedim kapı, kapı kapalı. Aç.
-Tamam evladım. Hadi dinlen.
-Cengiz yerde yatıyor. Üşümüş Neriman teyze üşümüş üşümüş, buz tutmuş, üstünü örttüm.
Ah yavrum benim!
-Anne dedim acıktım. Bak Cengiz de üşümüş, aç kapıyı. Açmadı Neriman teyze. Çok bekledim kapı açılsın. Cengiz’e sarıldım bekledim. Sarıldım sarıldım Cengiz’e. Cengiz çok üşümüş Neriman teyze.
Susuyordu. Dua etmekten başka aklına bir şey gelmiyordu. Allah’ım sen affet bizleri, bu aklını yitirmiş günahkâr kullarını.
-Sonra birileri geldi açtı kapıyı. Baktım, annem yok. Anneler yok olur mu hiç Neriman teyze! Koca göbekli adam bana süt verdi. Cengiz’e de süt verin dedim de dinlemediler beni, üstünü beyaz örtüyle örttüler.
Gözleri, çocuğun kararmış kırık fayansa sabitlenmiş gözlerinde takılı kaldı. Çocuk hiçbir şey olmamış gibi heyecanla anlatmaya devam edince birden irkildi.
-Örttüler, örttüler beyaz bir örtüyle üstünü örttüler. Yüzünü örtmeyin nefes alamaz dedim de dinletemedim. Ölmüş oğlum dediler. Ölmedi dedim, ölmedi ölmedi. Cengizler ölür mü hiç!
Çocuğun bakışları bacaklarının üstündeki beyaz, yıkanmaktan morarmış hastane pikesine kayınca ne yapacağını bilmez bir halde örtüyü çekip ardına sakladı. “Örtmeyin örtmeyin…” diye uluyan çocuğun yanına sokuldu. Kollarının arasına aldı.
-Ya Fettâh celle celâlühü oğlum ya Fettâh celle celâlühü …
-Ya celle Neriman teyze ya celle.
Aklına bir şey gelmiş de son dakika hatırlamış gibi hasta masasına bıraktıklarını poşete yerleştirip arkasına bakmadan çıktı.Eninde sonunda olacağı bu değil miydi?

 

***

 

Günler geçti. Doğru düzgün ne yemek pişirdi ne de bir kelam söz etti. Güneşin tembelce oyalandığı bir ikindi vakti kapı çaldı. Osman Bey mi ki? Yerinden doğruldu. Bu saatte de gelmez hiç ama. Solgun adımlarla sesin geldiği tarafa doğru yöneldi. Eşiğe parmak uçlarını dayadı, kapının deliğinden dışarı baktı. Bir çift kahverengi göz gelip göz bebeklerinin içine oturdu. Kapının koluna uzanırken ellerine titreme musallat oldu. Tam kolu aşağıya doğru çevirip açacakken adımları geriye sardı. Koltuğa oturdu. Çalarsa çalsın açmayacağım işte!.. Tüm bedenine çaresizlik yayıldı. Akşama tarhana çorbası mı yapsam? Pek sever Osman Bey. Kapı üç kere tık etti. Ardından bilindik ses:
-Neriman teyze… Ben geldim, ben. Kapı diyom, açsana.
Mutfağa gitti. Musluğu açtı. Tencereyi doldurdu. Bir türkü tutturdu. Kulağına peydah olan cümleden bir türlü kurtulamadı:
-Ya celle Neriman teyze ya celle.