“Ben, ‘Yok-Varlığın’ içinde evren bir kusurdur, diye bağırılıp çağrılan yerdeyim. Üstelik bu da nedensiz değil, çünkü kendini koruyan bu yer ‘Varlığın’ kendisinin gücünü zayıflatır. Bunun adı Hazdır ve evreni nafile kılan da bunun yokluğudur.” – Jacques Lacan
Edebi metinlerdeki ahlak sorununun yapaylığı kendi içinde tuzaklarla doludur; böyle bir ayrımın akla uygun görünmesi “etik” olanın sorgulanmasından ziyade, salt “estetik” olanın sorgulanmasına dayanır. Estetik olanın özerkliğini savunmaya çalışırken edebi bir metni bu gerekçelere yaslamak, kabul görmemesi gereken bir edimi teslim etmek anlamına gelir. Sanki okurun, edebi metinleri deneyimleme anında bir yanda sorumlu ve insani tutum ile diğer yanda bilincin zevkle uyarılışı arasında bir seçme yapması gerekiyordur. Günümüz edebiyatının ahlakçı yargılarının yaygınlığı bu noktayı defalarca vurgulanmaya değer duruma getirmektedir.
Umberto Eco, “Somon Balığıyla Yolculuk” isimli deneme kitabında; bir yapıtın pornografi olup olmadığına karar vermek için “boşa harcanan zaman” kuralını öne sürer. Şöyle ki, “…porno, insanların cinsel birleşme yaptıklarını anlatır; erkeklerle kadınlar, erkeklerle erkekler, kadınlarla kadınlar, köpekler ya da atlarla kadınlar. Bunda itiraz edecek bir şey yok. Ama boşa harcanmış bir sürü zaman dolu.” Eco, pornografide boşa harcanan zaman derken, cinsel birleşme eylemi gerçekleşmeden yeterli gerilimin “yapıtta” nasıl oluşturulacağını söylemektedir: “Pornografi, arabalarına atlayıp millerce yol giden insanlar, otelde kayıt yaptırırken inanılmaz saatler harcayan çiftler, odalarına ulaşmadan asansörlerde dakikalar geçiren beyefendiler, Sapho’yu Don Juan’a yeğlediklerini birbirlerine itiraf etmeden önce içkilerini yudumlayan ve durmaksızın dantelleriyle ve bluzlarıyla oynayan kızlarla doludur. Basitçe ve kabaca söylemek gerekirse, pornoda adam gibi bir düzüşme görmeden önce Trafik Şubesi’nin sponsorluğunu yaptığı bir belgesele katlanmanız gerekir.” Eco, pornonun her izleyicinin algılayacağı biçimde normal bir görünüm ortaya koyması gerektiğini söyler. Yani “A” noktasından “B” noktasına gidecek kahramanın otobüse binmesi gerekiyorsa, biz onun A’dan B’ye yapacağı yolculuğun her durağını göreceğiz demektir: A’dan B’ye giden karakterler sizin istediğinizin üstünde zaman harcıyorlarsa, bu bir “pornodur.” (s: 187- Somon Balığıyla Yolculuk)
Marcel Proust’un, “Kayıp Zamanın İzinde” metninin karakterleri M. de Charlus ve Albertine birer androjinidir. Yunanca erkek anlamına gelen andro ve kadın anlamına gelen gyn sözcüklerinden türeyen androjini, kadın ve erkeği sentezleyen ve sonuçta elde edilecek dengenin verdiği güçle ruhen ve zihnen mükemmel insana eş değer olabilecek bir olgudur. Androjini, kalıplaşmış yargılardan uzak, toplumun katı ahlaki kurallarından sıyrılmış yapısıyla insana bütünlük kazandıran felsefi bir durum olarak görülür. Androjini kavramı, Marcel Proust’un, “Kayıp Zamanın İzinde” romanı ile genelde kadın ve erkeğin aynı bedene hayat verdiği fiziksel boyuttan arındırılarak, daha çok felsefi ve ruhsal bir çerçevede, bütüncül ve ideal insana dair bir model oluşturur.
Proust’un her iki karakterin cinsel edimlerini anlatmadan önce Eco’nun “boşa harcanan zaman” kuralını metninde sıkça kullandığı görülür. M. de Charlus’un Morel ile olan eşcinsel eğilimleri yazarın anlatımında bir kesinlik kazanırken, Albetine’in Mlle Vinteuil ile yaşadığı eşcinselliği hep muallakta kalır. Proust her iki karakterin bu eğilimlerini zihninde canlandırmadan önce, Mme Verdurin’in evindeki konuklardan, müzikten, edebiyattan, resimden, sosyete ve aristokrasiye ait dedikodulardan, Dreyfus davasından ayrıntılarıyla söz eder. Bu duruma, Marke de Sade’ın metinlerindeki pornografik sahnelerin düzenlenip yaşanmasından önceki felsefi söylevlerin benzeridir de denilebilir. Yani Proust’un metninde karakterlerin “A” noktasından “B” noktasına giderken kurguya tesadüfen giren karakterlerin bile neler yaşadığı ayrıntılarıyla anlatılır, okur, A’dan B’ye yapılan yolculuğun her durağını bıksa da okumak zorundadır. Bu zorunlu ayrıntılar bittiğinde D. H. Lawrence’ın, “kirli ve küçük sır” dediği ayrıntılara metinde verilir; Proust, anlatımıyla okuru “yeterince ovup kaşındırarak” çekici ve keskin bir heyecan duygusu uyandırır. Romanın, “Mahpus” bölümünde sayfalarca süren bir cinsel sapkınlıktan “Nekrofili”den de söz eder:
“Uykusu bana bazen bu kadar saf olmayan bir haz yaşatırdı. Bunun için hiçbir harekete ihtiyaç yoktu; bacağımı Albertin’in bacağının üzerinden aşırır, suda sürüklenmeye bıraktığımız, ara sıra, havada uyuyan kuşların tek tük kanat çırpışlarına benzeyen hafif bir salıntı verdiğimiz bir kürek gibi sarkıtırdım. (…) Albertine’in derinleşen nefesleri, hazdan soluğu kesilmiş izlenimi yaratabilirdi; ben hazzın doruğuna vardıktan sonra da hiç uykusunu bölmeden öpebilirdim onu.” ( Mahpus, s: 65)
Proust, mastürbasyoncu okuruna, kirli ve küçük sırları “B” noktasına gelindiğinde sakınmadan ve cesurca verir: “İşte ben, sarımtırak limonlu yarım dondurmanın eteklerinde de posta arabaları, sürücüler, yolcular görüyorum; dilim onların üzerine dondurucu çığlar yuvarlamaya, hepsini yutuvermeye hazırlanıyor. Aynı şekilde, dudaklarım da çilek somakiden yapılma o Venedik kiliselerinin tek tek bütün sütunlarını devirmeye ve geri kalanını da müritlerin üzerine yıkmaya hazırlanıyor. Evet, bütün bu anıtlar, taş meydanlardan benim içime geçecekler; içimde o eriyen serinliğin kıpırtısını şimdiden hissediyorum.” (Mahpus, s:117)
Proust’un karakterleri gibi Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” karakteri Maria Puder de, kendi içinde çelişkiler yaşayan ve bunu kimliği olarak kabul eden bir kadındır. Kitabın ikinci bölümünde “yabacılaşma-yalnızlaşma” duyguları içindeki Raif’in, kurtuluş umudu ile Maria Puder’i takip etmesi, Atlantis isimli gece kulübünde çalıştığını öğrenmesi, ilişkilerini salt dostluk olarak isimlendirmeleri, yemekler, sinemalar, orman ve botanik bahçe gezileri, barlar, yılbaşı kutlamaları…“Basitçe ve kabaca söylemek gerekirse, porno yapıtlarda adam gibi bir düzüşme görmeden önce Trafik Şubesi’nin sponsorluğunu yaptığı bir belgesele katlanmanız gerekir.” cümlesindeki gibi, Eco’nun “boşa geçen zaman” teorisi söz konusudur. Lawrence’ın deyimi ile kısırdöngüdeki okur, görmek istediği sonuç için Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” metnindeki çelişkileri, karamsarlıkları, naifliği ve Maria Puder’in, Raif ile baştan çıkarma oyununun sonunu görebilmek adına yazarın metninin her bir cümlesini dikkatle takip eder.
Eco’nun deyimi ile okur, tüm boş zamanların sonuna ve adam gibi bir “düzüşme” okuyacağı sayfalara gelir: “Saçları alnına dökülmüştü. Yandan vuran elektrik ışığı kirpiklerinin gölgesini burnunun üst tarafına düşürüyordu. Alt dudağı hafif hafif ürperiyordu. Yüzü bu anda tablodakinden de, Arpie Madonnası’ndan da güzeldi. Yorganı tutan kolumla onu kendime doğru çektim. Vücudunun titrediğini hissettim. Kesik kesik nefes alarak: -Tabi… Tabi! dedi. Tabi sizi seviyorum. Hem çok seviyorum… Başka türlü olmasına imkân var mı? Herhalde seviyorum. Muhakkak seviyorum. Fakat neden şaşırıyorsunuz? Başka türlü olacağını mı zannediyorsunuz? Beni ne kadar sevdiğinizi anlıyorum… Ben de sizi şüphesiz o kadar çok seviyorum… Başımı kendisine doğru çekti ve bütün yüzümü ateş gibi buselere boğdu. Seviştikleri gecenin sabahında Maria Puder’in ruh hali değişir ve rüyayı sonlandırır. Hayır, dostum hayır! dedi. Birbirimize her zamandan ziyade uzağız! Çünkü artık bir ümidim yok. Bu sondu… Bir defa da bunu tecrübe edeyim dedim. Belki bu noksandı diye düşündüm. Ama değil… İçimde hep o boşluk var…” ( Kürk Mantolu Madonna – s:119)
Umberto Eco’nun teorisi tüm edebiyat metinlerine uyarlandığında porno olmayan bir yapıta rastlamak olanaksız olacaktır. Jean Genet, “yazdıklarım cinsel uyarılmaya neden oluyorsa kötü bir yazarım,” der; “Şiirselliği yakalamaktan” söz eder. Okur, erotizmin şiirselliğini pornografinin hoyratlığından ayırmak için yazar tanımların içini doldurmak zorundadır.
Metinlerinde erotizmin sınırlarını zorlayan D. H. Lawrence, “pornografi” sözcüğünü, “fahişelere özgü bir durumun resmi” olarak anlamlandırarak, “Pornografinin, sanattaki cinsel çekicilik veya cinsellik dürtüsü,” olmadığını, salt insan çıplaklığını çirkin ve ucuz hale getirip alçaltan bir eylem olduğunu söyler. Lawrence göre, dürüstçe ve açıkça ifade edildiği, sinsice gizlenmediği sürece cinsel duyguların kendisinde herhangi bir sorun yoktur. Fakat hakiki pornografi, her zaman yeraltındadır, açığa çıkmaz; sürekli olarak cinselliğe ve insan ruhuna yaptığı aşağılamalardan anlaşılabilir; çünkü “cinselliği aşağılamanın küstah girişiminden başka bir şey değildir.”
Pornografinin büyük sırrı hakkında Lawrence, “farklı işlevleri olsa da insan vücudundaki cinsel işlevler ile dışkılama işlevinin birbirlerine çok yakın” ilişkisinden söz eder. Cinsellik, yaratıcı bir akıştır; dışkılama ise çözülmeyle ilgilidir ve sözcüğün tam anlamıyla yaratıcılığın zıddıdır. Sağlıklı bir insanda bu ayrımın kesinliği görülür. Fakat ruh sağlığı bozulan, içgüdüleri çökmüş, değersizleştirilmiş, örselenmiş bir insanda bu iki akış aynı anlamı taşır: ona göre cinsellik pistir, cinsel heyecan pislikle oynamaktır ve herhangi bir insanda cinselliğin varlığına ilişkin herhangi bir işaret, o insandaki kirliliğin göstergesidir. İşte bu durum pornografinin tükenmeyen kaynağıdır.
H. Lawrence, pornografinin tüm sorununun gizlilikte olduğunu, söyler ve gizlilikle iffetin aynı anlama gelmeyeceğini belirtir. Çünkü gizliliğin içinde her zaman bir korku unsuru vardır ve nefret duygusuyla eş değerdedir. İffet ise zarif ve gizemlidir ama boş verilmiş bir erdemdir. “Eski kafalıların tutumu şöyledir,” der, Lawrence: “Sevgili genç bayanlar, küçük ve kirli sırrınıza sarılmaya devam ettiğiniz sürece tüm iffetinizi terk edebilirisiniz.” Kirli ve küçük sır, “yeterince ovulup kaşındığında çekici ve keskin bir heyecan duygusu uyandıran, gizli bir çeşit yaradır.” Bugün edebi metinlerin yarısındaki şişirilmiş başarı, “kirli ve küçük sırların gizlice kaşınmasına dayanmaktadır.” Hayal gücü üzerindeki bir noktayı böyle gizlice ovmak, modern pornografinin en can alıcı noktasıdır.
Pornografi, kişinin kendini istismar etmeyle ilgili bozukluklar için değişmez bir tetikleyicidir. Genç veya yaşlı, kadın veya erkek, oğlan veya kız; modern pornografi, mastürbasyonu herkes için doğrudan tetikleyen bir uyarıdır. Toplumun tutucu karakterleri, birbirlerine genç bir erkekle genç bir kadının cinsel ilişkiye girdiklerinin dedikodusunu yaparken, ayrı yerlerde mastürbasyon yaparak tatmin olduklarından söz etmeyeceklerdir: “Yığınla popüler edebiyat yapıtı mastürbasyonu özendirmek için vardır. Mastürbasyon, her yönüyle insanların gizli eylemlerinden biridir; dışkıla eylemlerinden bile daha gizli.” Bu cinsellikle ilgili gizliliğin işlevsel bir sonucudur: “Sinir bozucu şekilde pornografik olan ve kirli sırrı sizin için hiçbir şeyden haberiniz bile olmadan ovuşturup duran mükemmel edebiyatımız, bu gizliliğin en büyük tetikleyicidir.”
H. Lawrence, mastürbasyonun en büyük tehlikesini bütünüyle tüketici olan doğasına bağlar. Çünkü “cinsel ilişkide bir alışveriş vardır.” Asıl uyaran gittiğinde, yerine başka bir uyaran gelir; bu, iki varlığın dâhil olduğu her cinsel ilişkide hep böyledir: “hatta eşcinsel ilişkide bile.” Fakat mastürbasyonda salt kayıp vardır: “Sadece belli bir gücü tamamen harcamak ve karşılık alamamak söz konusudur.” Bir bakıma, vücut kendi kendini istismar ettikten sonra cesetleşir; değişim yoktur, salt köreliş ve ölüm vardır.
Lawrence, edebiyata ait metinlerin çoğundaki duygusallık için, “kılı kırk yaran analizler kendi kendini istismar etmenin birer işaretidir,” der. Bunlar, kadın ya da erkek olsun mastürbasyon yapma güdüsü tarafından harekete geçirilen bilinçli etkinliklerin göstergesidir. Bu bilinçliliğin en önemli özelliği, özneye ait eylemin yöneleceği gerçek bir nesnenin olmayışıdır: “İster roman ister bilimsel bir çalışma olsun, bütün metinlerde böyledir.” Yazar asla kendinden kaçmayarak, kısır döngüsünde dolaşıp durmaktadır. Yaratıcılıktaki eksikliğin ve büyük miktardaki üretimin nedeni budur: “mastürbasyonun, kişinin kendi kısır döngüsünün içinde var olmasının” sonucudur. Pornografi, kendi kendini istismar etme edimini halka açık hale getirir.
Sonuç olarak; edebi metinlerdeki pornografi, Sartre’ın sözünü ettiği tenin müstehcenliğini, haz almaktan başka özgürlüğün olmadığı bu saf yapaylığı görünür kılmaya çalışır. Kurban durumundaki okur, yazar tarafından sonsuzluk içinde anlatılanları gerçek gibi algılamaya, inanmaya, gülümsemeye, doğal olmaya, şu ya da bu tavra girişmeye, güzelliği yeniden ortaya çıkarmaya yönlendirilir. Kısacası okur metnin sapkın nesnesinin kusursuz estetiğine erişmek için, kendi kurban konumuna rıza göstermeye ve celladının (yazarın) suç ortağı olmaya, ölümü ve yaşamı, nesneyi ve özneyi kendi bedeni ve tutumu içinde birleştirmeye teşvik edilir.
Kaynak:
Pornografi ve Müstehcenlik: D. H. Lawrence; Çev. Burcu Sipahi; Fabula Yayınları, 2015
Somon Balığıyla Yolculuk: Umberto Eco; Çev. İlknur Özdemir; Can Yayınları, 2015
Kürk Mantolu Madonna: Sabahattin Ali, YKY, 2023
K.Z.İ. ( Mahpus): Marcel Proust; Çev. Roza Hakmen; YKY, 2001
Marke de Sade Yirminci Yüzyılda Neden Ciddiye Alındı: Eric Marty; Çev. Işık Ergüden; Sel Yayınları, 2017