Depremin Üzerinden Tam İki Yıl Geçti: Hatay’dan Haberiniz Var Mı?
Yazılar

Depremin Üzerinden Tam İki Yıl Geçti: Hatay’dan Haberiniz Var Mı?

İbrahim Berksoy

6 Şubat 2023 Pazartesi gece 04.17’de Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde meydana gelen depremin yol açtığı felaketin boyutlarını gün ışıyınca -ekranlardan gördüğümüz kadarıyla- görüp anladığımızda aslında hepimiz bu ülkede artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını çok iyi biliyorduk. Hepimizi her bakımdan çaresiz bırakan bu büyük felaketin şokunu atlatmaya çalışırken depremden 9 saat sonra bu kez öğleyin saat 13.24’te Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde meydana gelen ikinci bir deprem bizi -deyim yerindeyse- yerle bir etti.

 

Toplum olarak 6 Şubattaki iki büyük depremin yıkıcı etkisini bir nebze olsun üzerimizden atmaya, kaygı, korku ve endişe dolu ruh halimizden olabildiğince uzaklaşıp gündelik hayatın olağan akışına geri dönmenin yollarını aramaya başlamıştık ki 20 Şubat akşamı Hatay’da meydana gelen iki sarsıntıyla irkildik. Yine aynı korku, aynı kaygı, aynı endişeli bekleyiş, aynı çaresizlik

 

Yavaş yavaş “başka şeyler” konuşmaya başlıyorduk ki deprem kendi gerçeğini, bizlere acı bir biçimde yeniden hatırlattı. Anlaşılan o ki depremin hiç şakası olmayan “derin” gerçeği bizim “sığ” gündemlerimize hiç benzemiyor. Unutkanlıklarımızı kalıcı olarak giderecek sağlam bir hafıza ve bilinç eğitiminden geçmedikçe bu böyle sürüp gidecek. Depremde hatırladıklarımızı sellerde unutuyoruz, sellerde hatırladıklarımızı orman yangınlarında unutuyoruz, grizu patlamalarında hatırladıklarımızı -çoğu inşaat işlerinde, kurulan devasa yapı iskelelerinde, fabrikalarda makine başlarında, patlamalarda meydana gelen- iş kazalarında unutuyoruz… Sonra unuttuklarımızı bir bir yeniden hatırlamaya çalışıyoruz. Bu kısır döngüden bir an önce çıkmalı, bu fasit daireden kendimizi bir an önce kurtarmalıyız.

 

Oysa davranış kalıplarının değişmesi öyle zor ki… Geçmiş zamanlarda da nice büyük depremler oldu… Salgınlar, yanardağ patlamaları, seller… Hepsinde de insanlığın baskın duygusu şunlardı: Çaresizlik, acizlik, korku, kaygı, endişe, mecburiyet, “olanla ölene çare bulunmaz” kabilinden bir mukadderat, rıza gösterme, boyun eğme ve günler geçtikçe olan bitenin etkisini hafifletme ve nihayet hayata kalındığı yerden devam etme…

 

Halbuki bu hep böyle mi olmalı?

 

***

 

6 Şubat 2023’te birbiri ardına meydana gelen iki depremde ağır yaralar alan Hatay, çok değil, iki hafta sonra, bu kez 20 Şubat’ta Samandağ’da akşam saat 20.04’te meydana gelen depremle bir kez daha onulmaz acılara boğuldu. Deprem en çok Antakya, Defne, Samandağ ve Kırıkhan’ı vurdu. 6 Şubat depremlerinde ağır hasar alan binalar ya yan yattı ya da yıkıldı.

 

İki hafta öncesinin travması henüz atlatılmamışken yeni bir deprem travmasına hangi yürek dayanır. 6 ve 20 Şubat’taki depremler sırasında ve sonrasında Hatay çok acı çekti. 11 ilimizde büyük yıkımlara yol açan bu depremlerde Hatay’da hayatını kaybedenlerin sayısı toplam kayıplarımızın yarısıdır. İşte böylesine dayanılmaz acıların ve derin yasların şehridir artık Hayat ve ilçeleri…

 

Depremler sırasında her biri biricik olan canlardan birini olsun kurtarabilmek için herkes seferber oldu, canla başla çalıştı; enkazdan yaralı da olsa kurtarılan hayatları buruk bir sevinçle alkışladılar, kurtarılamayanlar için içlerinde derin bir sızıyla durumu kabullendiler. “Mucize kurtuluşlar” da oldu, o mucize kurtuluşlar sonrasında gelen acı haberler de… O mucize kurtuluşlardan birisini, Zeynep’in hikâyesini, burada dile getirmek isterim:

 

Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde Alman arama-kurtarma ekibi depremden tam 104 saat sonra (5. gün) Zeynep Kahraman adlı 40 yaşındaki bir kadını uzun uğraşlar sonunda enkazdan sağ olarak çıkarmayı başardı. Belki unuttunuz, belki de şimdi okuyunca hatırlarsınız: Kurtarma ekibinde görevli bir Almanın Türkçe olarak, “Zeynep Hanım korkma! Daniel burada” şeklindeki cesaretlendirici sözlerinin yer aldığı kurtarma anına dair görüntüler, basında ve sosyal medyada da geniş şekilde yer almıştı. Zeynep’i kurtaran yardım kuruluşu I.S.A.R. Almanya (International Search And Rescue / Uluslararası Arama ve Kurtarma) tarafından yapılan açıklamada, “Kadının durumu iyi” denilmişti. Bu haber hem orada bulunanları hem ekranları başında bu âna tanıklık eden herkesi onca acının arasında sevince boğmuştu.

 

Ancak kurtarıldıktan kısa bir süre sonra Zeynep ne yazık ki hayatını kaybetti. Oysa Zeynep’in göçük altından çıkarılmasına ve hastaneye götürülmesine eşlik eden I.S.A.R. doktorlarından Bastian Herbst, “Hastaneye giderken hâlâ gülüyordu” demişti. Alman doktor Herbst’e Zeynep’in ölüm nedeni sorulduğunda; kadının ölmesinin yüzlerce farklı nedeni olabileceğini, çoğu kez ölüme neden olan iç organlardaki kanamalar ve benzeri durumların ancak otopsi sırasında tespit edilebileceğini belirtmişti. Alman doktora göre Zeynep, muhtemelen “kurtarma ölümü” adı verilen bir ölüm şekli sonucu hayata veda etmişti. Dr. Herbst, bu durumu şöyle açıklamıştı: “Kurtarma ölümünün çeşitli nedenleri var. Bunlardan biri de hipotermi. Deprem bölgesindeki dondurucu soğuklar, göçük altında kalan afetzedelerin kan damarlarının daralmasına neden olur. Bu şekilde organizma, çok değerli olan vücut ısısının, deri yüzeyinden ya da el, ayak ve eklemler üzerinden kaybını asgari düzeyde tutmaya çalışır. Bedenin bu bölgelerinde kan ve dolayısıyla vücut sıcaklığı düşerken, vücudun çekirdeğindeki sıcak kan, hayati organların çalışmasını sağlar.”

 

Hipotermi, vücudun faaliyet gösterebilmesi için ürettiği ısıyı, ürettiğinden daha hızlı şekilde kaybetmesi sonrasında gelişir. Vücut ısısının tehlikeli bir şekilde düşmesine yol açan bu durum hayati önem taşır. Normalde vücut ısısı 37 santigrat derece düzeyinde seyreder. Isı 35 derecenin altına düştüğü anda hipotermi ortaya çıkar.

 

Zeynep’in enkaz altından çıkarılma sürecinin hayli karmaşık olduğunu anlatan Dr. Herbst, DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada , “Onu kurtarabilmek için çok fazla hareket ettirmek zorunda kaldık. Bu süreçte kan damarları genişleyebilir ve soğuk kan, vücut çekirdeğine doğru akabilir. Bunun sonucunda kalpte ritim bozukluğu meydana gelebilir ve bu da ölüme yol açabilir” demişti. “Zeynep’in bacakları, taş ve molozların altında kalmıştı. Ayaklarını hareket ettirebiliyordu ancak bacaklarındaki dokuların, molozlardan zarar görmüş olması kuvvetle muhtemeldi. Kaslar yaralandığında vücut, kas hücreleri içinde oksijen taşınmasından sorumlu bir protein olan miyoglobin salgılar. Göçük altında kalanlar kurtarıldığında, kan aniden tekrar serbestçe akabilir ve vücudu miyoglobinle doldurabilir. Bu böbrekleri tahrip eder.”

 

“Bunun sonucunda böbrek yetmezliği ve buna eşlik eden potasyum seviyesinde artış meydana gelebilir. Vücutta çok fazla potasyum bulunması ise ventriküler fibrilasyona yol açabilir. Bu durum özellikle önceden kalp rahatsızlığı olan kişiler için tehlikeli olabilir.”

 

“Ventriküler fibrilasyon, kalbin ventriküllerinin (kalp karıncıklarının) sağlıklı atım yapamayıp bunun yerine titreştiği anormal bir kalp ritmidir. Düzensizleşmiş elektriksel aktiviteden kaynaklanır. Ventriküler fibrilasyon, bilinç kaybı ve nabzın kaybolmasıyla kalp, vücuda kan pompalamayı durdurur. Bunun sonucunda kalp durur ve gerekli acil müdahale yapılmazsa hasta ölür.”

 

Hayat ile ölüm arasındaki ince çizginin en önemli etkenlerinden biri de stres. Normalde sağlığa zararlı olarak bilinen aşırı stres, kaza ya da afet anında ise hayat kurtarabiliyor.

 

Doktor Bastian Herbst, bunu şöyle açıklıyor: “Bu durum örneğin gemi kazazedelerinde sık görülür. Kurtarma ekibini gördükleri anda daha fazla su yüzeyinde kalamazlar ve boğulurlar. Stres hormonları, organ fonksiyonlarının korunmasını sağlar. Kurtarma sonrasında stres aniden azalırsa, dolaşım sistemi de çökebilir. Zeynep, depremde eşini ve çocuklarını kaybetmiş. Belki de bu üzücü haberi alması, onun yaşama arzusunu bir anda yok etti. Bilemiyoruz.”

 

Zeynep’in eşi Ömer, çocukları Burak, Şevval ve İzzet depremde hayatını kaybetti. Kız kardeşi Zübeyde ise 50 saatten fazla enkaz altında kaldıktan sonra kurtarıldı…

 

***

 

Geçen yazımda[1] da belirtmiştim: Biliyorum; gidenleri geri getiremeyiz, ama yarının depreme dayanıklı yeni hayatlarını bugünden hep birlikte kurup yeşertebilir, hayatı yeniden örgütleyebiliriz.

 

Söylendiğine göre bu depremlerde tam 53 bin 725 kişi hayatını kaybetmiş, bundan çok daha fazlası halen tedavi görüyor, yardımlarla hayata tutunmaya çalışanların, yardıma muhtaç olup da yardım yüzü göremeyen depremzedelerin sayısını ise bilen yok… Özetle depremin geride bıraktığı yıkım ve derin acı orada orta yerde öylece duruyor. Barınma deseniz barınma yönünden, iş deseniz iş yönünden, altyapı deseniz altyapı yönünden yaralar hâlâ kanıyor…

 

Önce 6 Şubat’ta, ardından 20 Şubat’ta art arda depremler olmuş, olmamış ne fark eder; Baksanıza hemen her şey yerli yerinde. Yoksulluk da zenginlik de yerli yerinde. Savaşlar da savaş sonraları da yerli yerinde. Yokluğumuz, yoksulluğumuz, yoksunluğumuz, umutsuzluğumuz, umarsızlığımız yerli yerinde… Dertlerimiz, tasalarımız, kaygılarımız, endişelerimiz… hepsi yerli yerinde: “Ama ekmek satılmadı eskisinden ucuza” (Bertolt Brecht, Halkın Ekmeği”) … Bize göre belki kısa ama depremzedeler için uzun sürmüş o iki koca yıl yerli yerinde… Özgürlükçü, hakkaniyetli, güvenli, mutlu, müreffeh yeni bir dünyanın çok uzağındayız hâlâ… Öyle görünüyor…

 

Şu unutkan âlemde acılar akıp geçen zaman karşısında oldukça dayanıksızdır, hem de çok dayanıksız. Biz ne kadar “acımız büyük, unutmayacağız” desek de yaşanan onca acının zaman içinde kolayca unutuluverdiğini Nâzım’ın “en fazla bir yıl sürer/yirminci asırlarda/ölüm acısı” dizelerinden biliyorum…

 

Hatay 6 Şubat’ta ve ardından 20 Şubat’ta çok acılar çekti; o acılar hâlâ yerli yerinde duruyor, yara içten içe kanıyor.

 

Hatay’da 20 Şubat’ta meydana gelen depremin üzerinden tam iki yıl geçti, haberiniz var mı? Zaman ne çabuk geçiyor, haberiniz var mı? Hatay da tıpkı hayat gibi aynı harflerle yazılıyor, haberiniz var mı? Birisi Türkçe, “sınırdaki ay” demek, sınırdaki vatan toprağı. Diğeri Arapça, sınırdaki yaşadığımız hayat…

 

[1] https://karnavaldergi.com/blog/turkiye-yuzyilindan-yuzyilin-felaketine-deprem-dersleri/