Edebiyat ve Sinema İş Birliğinde Kusursuz İkincil Dünya Yaratımı Yüzüklerin Efendisi
Sinema

Edebiyat ve Sinema İş Birliğinde Kusursuz İkincil Dünya Yaratımı Yüzüklerin Efendisi

Gülser Kut Arat

Edebiyat, insanlığın bilgi birikimini, düşüncelerini tahayyüllerini ve öngörülerini farklı metin türleriyle aktardığı sanatsal bir ifade biçimi olarak varlığını her daim sürdürmüştür. Çeşitli kaynaklardan, önceden kaleme alınmış eserlerden, sözlü geleneklerden, hayal gücünün derinliklerinden beslenen edebiyat Julia Kristevanında ifade ettiği üzere bir “alıntılar mozaiği üzerine kurulmuştur.” [1]Edebiyatın zengin içeriği göz önünde bulundurulduğunda, sinemanın edebiyattan beslenmesi ve edebi eserleri görsel, işitsel sanat çerçevesinde yeniden şekillendirerek sunması kaçınılmaz bir olgudur. Edebi eserin istenen noktada sinemaya eksiksiz aktarması beklenemez. Zira her iki sanat türünün koşulları ve araçları ciddi ölçüde birbirinden farklıdır. Her bir uyarlama filmde yönetmenin, senaristin ve teknik ekibin bakış açısını, yorumlamalarını ve dönemin teknik imkanlarını kaçınılmaz bir şekilde yansıtacak ve özgün edebi eserden görülen sapmalara sebebiyet verecektir. Edebi eser ve uyarlama film arasında “çeviri sorunları” hayal gücünün ve öznel yorumlamanın zirve yaptığı fantastik eserlerde çok daha bariz bir şekilde göze çarpmakta ve eser-film uyarlaması tartışmaları çok daha çok üst seviyelere taşınmaktadır. Fantastik unsurların, mekanların ve varlıkların tahayyülü her bir okura göre farklılık göstermektedir. Bir fantastik mekânın veya karakterin milyonlarca farklı zihinsel temsili söz konusudur.

 

1990’lı yıllarda kültürlerarası etkileşimin çok daha fazla artması, çizgi filmlerin, çizgi romanların, fantastik filmlerin ve bilgisayar oyunlarının ve bilgisayarın günlük hayata dahil olmasıyla, sinema ve edebiyat ilişkisinde diller arası çevirinin önemini çarpıcı bir biçimde gözler önüne sermiştir.

 

Sinema ve edebiyat ilişkisinde diller arası çevirinin rolünü ve önemini çarpıcı bir biçimde gösteren en temel örneklerden biri de Yüzüklerin Efendisi- Lord of the Ring eseridir. Bu eserin Türkçeye kazandırılmış edebi ve sinematik versiyonlarıdır. 20.yüzyılın sonlarında Yüzüklerin Efendisi eseri fantastik edebiyatın, Türk edebiyatında daha merkezi bir yer edinmesini sağlayarak fantastik edebiyat ürünlerinin gerek çeviri gerekse özgün üretim yoluyla artışına zemin hazırlamıştır.

 

Özellikle 2001 yılında yönetmen Peter Jackson’ın sinemaya uyarladığı Yüzüklerin Efendisi filmleriyle birlikte, gerçekte var olmayan tamamen hayali bir dünyanın, hayali ırkların, hiç duyulmamış bir dilin dahi sinema düzlemine aktarabildiği görülmüş, John Ronald Reuel Tolkien’in bu epik eseri edebiyatta olduğu gibi, sinema sanatında da bir çığır açmayı başarmıştır.

 

1997 yılında Çiğdem Erkal İpek’in tercümesiyle, Türkçe’ye kazandırılan Yüzüklerin Efendisi serisi ilk defa ikincil bir dünyanın Türk edebiyatına tanıtımını sağlamış ve fantastik edebiyatın kabulü ve benimsemesi adına kilit bir rol oynamıştır. Ursula le Guin’in kendi ifadesiyle, Hayal gücüyle yaratılmış kurmacanın yararı, dünyayı çevresindeki kişileri, kendi duygularını ve kaderini daha derinlemesine anlamasını sağlamaktır. Dolayısıyla fantastik edebiyat esasında kişiyi gerçek dünyadan uzaklaştırmaz, onu daha iyi anlamlandırmasına, yorumlamasına ve belki de değer verdiği nice önemsiz gerçeklikleri fark etmesine olanak tanır.

 

Ursula le Guin’inde dediği gibi, “Fantezi elbette hakikidir. Olgulara dayanmaz ama hakikidir. Çocuklar bilir bunu. Yetişkinler de bilir, zaten çoğu bu yüzden fanteziden korkar. Fantezideki hakikatın, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta tehdit oluşturduğunu bilirler. Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar.”[2]

 

Tolkien ve Le Guin’in bahsetmiş olduğu hayali ama gerçek bir dünya olgusunun penceresinden bakıldığında fantastik edebiyat hem içerik açısından son derece zengin hem okur hem okur kitlesi bakımından her kesime hitap eden hem de kişilerin hayal dünyasını besleyerek yeni ufuklar açan bir edebi tür olarak tanımlanabilir. Edebi açıdan işlevsel, içerik olarak farklı seçeneklerin mümkün olduğu bu türün toplum içerisindeki konumuna ve gelişimine bakıldığında ise, dünyadaki dinlerin ve inanışların getirileri, tarihin eski dönemlerinden itibaren edebi türde gözlemlendiği söylenebilir. Yunan mitolojisi, Hristiyanlık inancına bağlı betimlemeler ve tanımlamalar edebiyata yansımış ve fantastik unsurların doğuşuna zemin hazırlamıştır.

 

Tolkien’e göre insanlar genellikle sıkı sıkıya bağlı oldukları kendi gerçekliklerinden, diğer bir deyişle birincil dünyalarından kopmak istemedikleri için fantastik kavramını rüya veya düş görmek olarak yorumlarlar. Aslında düş ve rüyada bilinçli bir tasarım söz konusu değildir; dolayısıyla rüya bir sanat ürünü değildir. Diğer taraftan fantastik edebiyat “Yeşil güneşin mümkün olduğu ve elflerin var olabileceği”[3] ikincil dünyaları gözler önüne seren bir sanat türüdür.

 

Çevirmenin Görünürlüğü/ Görünmezliği Sorunsalı

 

Edebiyat eserlerinin ve sinema filmlerinin kendi toplumlarından başka bir topluma aktarımı sürecindeki en temel araç diller arası çeviridir. Özellikle edebiyat bağlamında değerlendirildiğinde çeviri, tarih boyunca süre gelen ve farklı zihniyetlerden baskın görüşlerden etkilenen önemli bir faaliyettir. Babil Kulesi’nden bu yana varlığını ve etkinliğini sürdüren çeviri eylemi bu denli köklü tarihine rağmen, 20.yüzyıla kadar çoğunlukla teknik bir eşdeğerlik arayışı olarak algılanmış, çevirmen kimliği göz ardı edilmiştir. 1900’lü yıllara kadar ki dönemde çeviri sürecine odaklanan araştırmacılar genellikle kelime, terim veya cümle düzeyinde eşdeğerliğin sağlanma düzeyini dikkate almış, çeviri eylemini derinden etkileyen kültür toplum ve çevirmen kimliği konuları göz ardı edilmiştir. Edebiyattan sinemaya uyarlanan eserlerde art alan bilginin rolü ve önemi daha açık bir şekilde gözlemlenebilir, zira mevcut haliyle hedef toplum için tercüme edilen bir edebiyat eseri söz konusudur. Hedef toplum bu eseri okumuş ve (şayet başarılı bir çeviriyle karşılaşmışsa) çeviri dilini benimseyip içselleştirmiştir. İlgili eserin sinemaya uyarlanmasını izleyen okur aynı temayı, aynı dili görmeyi bekler, çünkü kafasında hali hazırda edebi eser yoluyla oluşturulmuş bir tasarı mevcuttur. Bu tasarımın sinema diliyle uyum göstermemesi seyircinin filmden kopmasına filmi anlamlandıramamasına neden olabilir. Bu durumda konu yine çevirmenin görünürlüğü/ görünmezliği ve çeviride yerelleştirme/ yabancılaştırma sorununa gelecektir.

 

Daha önce yalnızca belirli fantastik öğelerin yer aldığı eserlerden farklı olarak bu seride Türk okurla, hayali bir dünyayla, yepyeni bir dille Elfçe kendi dünyamızda var olmayan türlerle ve epik bir iyi/ kötü savaşıyla hemhal olmuşlardır. Tolkien’in hayali dünyası için yarattığı orijinal yer isimleri, diller ve terimler Çiğdem Erkal İpek tarafından oldukça yaratıcı bir şekilde tercüme edilmiş ve dilimize “Ayrık Vadi, Orta Dünya, Yüzüktayfları gibi birçok kelime kazandırmıştır.[4] Bütün bu zenginlikler ve farklılıklar fantastik romanın Türk çoğul dizgesinde merkeze doğru ilerleme sürecini hızlandırmıştır.

 

Bu noktada çevirmen Çiğdem Erkal İpek, Tolkien’in çevirmenler için verdiği talimatlara uyarak ve kendi dilsel yetkinliklerinden faydalanarak daha önce hiç görülmemiş ve duyulmamış bir dünyayı, hiç işitilmemiş bir dili, rastlanmamış ırkları Türk diline ve edebiyatına kazandırmıştır.

 

Edebiyat ve sinema arasında tek taraflı bir ilişki söz konusu değildir. Edebiyat sinemayı konu bakımından beslemekte, sinema ise edebiyatı gündeme taşımaktadır. Sinema ve edebiyat arasındaki bu ilişki her zaman var olacaktır.

 

KAYNAKÇA

ÇETİN, Derya – BOZKURT AVCI, İkbal, Sinema ve Edebiyat Üzerine Yazılar, Eğitim Yayınevi, 2022

 

 

[1] Derya ÇETİN – İkbal BOZKURT AVCI, Sinema ve Edebiyat Üzerine Yazılar, Eğitim Yayınevi, 2022, sayfa 103.

[2] A.g.e., sayfa 108.

[3] A.g.e., sayfa 107.

[4] A.g.e., sayfa 111