Eksik Paragraf: Arlin Çiçekçi’den İstisnai Masallar
Söyleşi

Eksik Paragraf: Arlin Çiçekçi’den İstisnai Masallar

İlay Bilgili

Yazarların metinleriyle, kitaplarıyla ilişkisini merak ettiğim Eksik Paragraf’ta bu haftaki konuğum sevgili Arlin Çiçekçi.

 

Arlin Çiçekçi’yi 2021 yılında Holden Kitap etiketiyle yayımlanan Beşerbazın Marifeti isimli ilk romanı ve 2022 yılında İthaki Yayınları etiketi ile yayımlanan ve 2023 Yılı Duygu Asena Roman Ödülü’ne layık görülen ikinci romanı Servi Nine ve Üç Güzeller ile ağırlıyorum.

 

“De ki bir Suna var. De ki Suna, evinin önündeki parkta salınan bir servi ağacını kurtarma derdine düşüyor. De ki Suna, kendisini yaşama bağlayan bu ağacın köklerini koruyabilmek için bir rivayeti gerçek kılmaya çalışıyor. Yeni tanıştığı Dina ve Ararat’tan yardım alacak olsa da 17. yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan bu yolculukta ona mihmandarlık edebilecek tek bir kişi vardır aslında.

 

Sahi, var mıdır?

 

Beşerbazın Mârifeti’yle hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaşan Arlin Çiçekçi’nin bölümlerle değil, “sonlarla” kurulmuş ikinci romanı: Servi Nine ve Üç Güzeller. Servi’nin, Suna’nın, Yeter’in, Zemzem’in, Bedriye’nin hikâyesi.

 

Sahi, öyle mi?

 

“İnsan cinsinin karşısına bir eksikle yahut bir kusurla çıkmayagör, hiç vakit kaybetmeden noksanına bir hüviyet atfeder, eksiğini ismin, kusurunu da sıfatın yapar fısır fısır kulağına okurlar. Sen daha ne olduğunu anlamadan özünü, şahsiyetini ağır ağır çeker alırlar elinden; gözükmesin, bilinmesin, anılmasın istediğin o kusurunu bayrak gibi taşı diye eline tutuştururlar. Bir bakmışsın safi eksik olduğun yerden varsın.”

 

(Servi Nine ve Üç Güzeller tanıtım bülteninden)

 

Kitabınızda/Kitaplarınızda sessizliğin, anlatılmayanın ya da boşlukların yeri nedir? Okura bıraktığınız kısım için neler söylemek istersiniz?

Okura özellikle boşluk bırakayım gibi bilinçli bir niyetim olmuyor. Mesela iki kişi bir bakkal dükkânına giriyorsa ve ben raflarda neler olduğunu hiç merak etmemişsem, doğrudan aralarındaki diyaloğa yöneliyorum. Ya da tam tersi: Bakkalın ayakkabılarının yumurta topuk olması benim için bahse değer bir mevzuysa ya da o dönemde bakkallarda hangi yağ markalarının satıldığını merak etmişsem, bu kez de gözüm raflara kayıyor, karakterlerin ne konuştuğu bir süreliğine ikinci plana düşüyor.
Yazarken önceliğim, evvela kendi merakımı gidermek. Merakımı giderebilmişsem yazının o kısmı da doygunluğa ulaşıyor benim için. Yani okurla aramda gizli saklı, ayrı gayrı yok.

Romanlarınızdaki karakterleri yaratırken nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

Birincil öncelik ihtiyaçtan doğuyor tabii. Yazar biraz da insan kaynakları gibi çalışıyor, “Sizi neden işe alalım?” “Size bu hikâyede neden yer verelim?” karakter verdiği cevapla hikâyeye hizmet edebileceğine dair ikna edici bir sunum yaparsa ve şartlarda anlaşırsak “bir sonraki sayfada gel başla hemen” diyerek birlikte çalışmaya başlıyoruz. Ama bir yandan da uzun saatler mesai harcayacağımız için zaman geçirmekten sıkılmayacağım karakterler olmasına özen gösteriyorum. Sıkılmamaktan kastım karakterlerin çok ilginç olmaları gerektiği değil, tanımaya dair iştah uyandırmaları, ne diyeceklerine, ne yapacaklarına dair kafa yormama alan açan kişilikler olmaları kâfi.

 

Bazı yazarlar karakterlerini tam anlamıyla kontrol edemediklerini, onların bir noktadan sonra kendi yollarını çizdiğini söylüyor. Sizce bir yazar karakterlerine ne ölçüde yön vermeli?
Hikâyenin evrilme süreçlerinde, karakterlerin de bir noktadan sonra başına buyruk gibi davranıyor olduklarını düşünmenin yazma sürecine heyecan kattığı muhakkak. Planlanan kurguya direnç gösteren, hatta kimi zaman rol çalan karakterler olduklarını düşünmek bana da iyi gelmiyor değil. Ama bu, onların irade sahibi olmasından ziyade, yazarı, akışa sadık kalmaya ve hikâyenin gerektirdiği zeminde yürütmeye zorlayan suni bir mukavemet. Yazarlar olarak, karakterlerin bir süre sonra özgürlüklerini ilan ettiklerini düşünmekten ve bu gizemli başkaldırılarından, ne kadar ‘gerçekçi’ bir karakter yarattığımıza dair çocuksu bir gurur bahanesi devşiriyoruz sanırım.

 

Bir roman yazarken en çok hangi duygu ya da düşünce sizi zorlar? Tıkanma anları yaşadığınızda nasıl bir yöntemle tekrar akışı yakalarsınız?

Yazarken, o dönem hangi duyguyla sınanıyorsam, o alandan uzaklaşma eğilimim oluyor. Örneğin kendimi güçsüz hissediyorsam, daha güçlü bir karaktere sığınıyorum. Hissizleştiğimdeyse, duygularıyla hareket eden bir karakterin peşine düşüyorum. Tıkanma anlarındaysa çareyi, kurgunun hangi aşamasında olursa olsun o bölümün dünyasına dair okumalar yapmakta buluyorum. Benim lafım olmayan ama ilk olarak kimin söylediğini de bilmediğim “İlham, bilgiye gelir.” sözünün muadilini bulabilmiş değilim.

 

Okurların sizin karakterlerinize duyduğu bağın ya da tepkilerin sizi şaşırttığı oldu mu? Beklenmedik bir şekilde yankı uyandıran bir karakteriniz var mı?

Çok büyük bir sürpriz yaşamadım bu açıdan. Benim de bağ kurduğum, kayırdığım, “iyi ki doğdun!” dediğim karakterlerin daha çok konuşulduğunu görüyorum.

 

Yazarken kendinizle ilgili yeni şeyler keşfettiğiniz oluyor mu? Kitabınız/Kitaplarınız size ne öğretti?

Yazma süreci, araştırma aşamasındaki yoğun öğreticiliğinin yanısıra şahsi olarak da eksik ya da karanlık yönlerimle yüzleşmemi sağlıyor. Örneğin ilk kitabımda yer alan Hulki karakterini yazarken, gözüm karardığında çıkabileceğim yerleri kurgu aracılığıyla deneyimleme fırsatı buldum. Belki de hiç varmayacağım öfke seviyelerini, göz ucuyla da olsa görmek ürkütücü bir keşifti.

 

Okurlarınızdan biri kitabınızı kapattıktan sonra yalnızca bir cümle ile sizi hatırlayacak olsa, o cümle ne olsun isterdiniz?

“Tanıştığımıza memnun oldum.” demeleri mutlu eder.

 

Sizin için yazmak neyin eksikliğini gideriyor ya da hangi boşluğu dolduruyor?

Yazmak benim için bir düşünme süreci ya da vesilesi. Düşüncelerimi en net, en derin hâliyle yazarken şekillendirebiliyorum. Sesli değil, yazılı düşünüyorum.

 

Yazarken daha çok kendinize mi yaklaşıyorsunuz yoksa kendinizden uzaklaşıp bambaşka birine mi dönüşüyorsunuz?

İçe dönük bir süreç bu benim için. İçgörüyü berraklaştıran, kendimi duymamı sağlayan, şifa niyetine bir inziva gibi. Beynimde yanlış dosyalara kaydedilmiş, gelişi güzel istiflenmiş alanlara “Hadi, şuralara bir çeki düzen verelim” deme imkânı tanıyan bir bahar temizliği.

 

Hiç yazdığınız bir cümleyi okuyup, “Bunu gerçekten ben mi yazdım,” dediğiniz oldu mu? Kendinizden bir alıntı yapın ya da bir cümlenizin altını çizin desem o hangisi olurdu?

“İnsan, cinsinin karşısına bir eksikle yahut bir kusurla çıkmaya gör, hiç vakit kaybetmeden noksanına bir hüviyet atfeder, eksiğini ismin, kusurunu da sıfatın yapar fısır fısır kulağına okurlar.”