Eksik Paragraf: Dilek Yılmaz’dan Valeria Bunu Anlayamaz
Söyleşi

Eksik Paragraf: Dilek Yılmaz’dan Valeria Bunu Anlayamaz

İlay Bilgili

Yazarların metinleriyle, kitaplarıyla ilişkisini merak ettiğim Eksik Paragraf başlıklı bu röportaj serisinde bu haftaki konuğum sevgili Dilek Yılmaz. Dilek Yılmaz’ı 2024 yılında Notos Kitap etiketiyle yayımlanan Valeria Bunu Anlayamaz isimli ilk öykü kitabı ile ağırlıyorum.

 

Kitabınızı yazarken sizi en çok zorlayan öykü hangisiydi ve neden?

Kitaba adını veren Valeria Bunu Anlayamaz en uzun sürede yazdığım öykü olabilir. Taşıyıcı annelik ve donörlük meselesi epeydir merceğimdeydi ve çok çalışmıştım. Yine de kırıp dökmeden işlenmesi zor konuydu. Dünyanın her yerinde kadınların birçok derdi benzerlikler gösterse de Ukraynalı genç bir kadının ağzından yazmak ayrıca zordu. Artık tamam dediğimde huzur bulduğum bir öyküdür.

 

Öykülerinizde sessizliğin, anlatılmayanın ya da boşlukların yeri nedir? Okura bıraktığınız kısım için neler söylemek istersiniz?

Cimri bir anlatıcı değilim, bir meslek büyüğüm taslaklarım için okurdan neyi niye gizliyorsun demişti, kulağıma küpedir. Kalan sessizlikleri de okur istediği gibi doldurabilir, metinle onun arasında, benlik bir durum yok.

 

Kitabınızın bir yazar olarak size öğrettiği en önemli şey nedir?

İlki zordu, ikincisi daha zor olacak.

 

Yazma ritüeliniz metninizi ne şekilde etkiliyor?

Memleket ritüele hacet versin isterdim. Genel olarak dağınıklıkta çalışamam ama tuhaftır, çekirdek fikir hep dağınıklıkta ya da kalabalıkta aklıma gelir. Öykü fikrinin mekânı benim için sokaktır bu yüzden. Sonrası masa başı. Bazen inat edip mesaiye gider gibi planlı yazmaya çalışıyorum. Kısmen de başarıyorum. Kesinlikle daha iyi verim alıyorum ama hayat gailesinden sürdürmek mümkün olamıyor. Metnin çatısını çoğunlukla bir oturuşta kuruyorum. Bitmesi uzun sürüyor. Yazcı, kışçı, sabahçı, akşamcı biri değilim ama dört mevsim, yirmi dört saat yürüyüşçüyüm. Tabii ki müziksiz olmaz. Pek yıldızım barışmasa da sanırım Cioran’ın sözüydü, maddenin dışında her şey müziktir, Tanrı bile sesli bir halüsinasyondan başka şey değildir.

Yazarken de halüsinasyon görülebilir.

 

Bir öykü karakterinizle bir gün geçirme şansınız olsaydı, bu hangi karakter olurdu ve o gün neler yapmak isterdiniz?

“Unuttuğum Bir Şey Var’ın gündelikçi kahramanı Arife bence ilginç bir kadın. Sabah gelse, bırak evi topak götürsün, bugün çalışma der, mahallede öğlen rakısına götürürdüm. Umarım adamı göndermiştir.

 

Hangi öykünüz ipleri kendi eline aldı ve sizin planınızdan saparak bambaşka bir yere evrildi?

Hiçbiri başladığı gibi bitmedi desem yeridir, çatı erken gelse de sonu hep yolda gelir.

 

Okurlarınızdan biri kitabınızı kapattıktan sonra yalnızca bir cümle ile sizi hatırlayacak olsa, o cümle ne olsun isterdiniz?

“İşe yarar bir bahane bulmalı şimdi. Eskicideyim desem inanmaz.”

Severim eskicileri, çok da dolanırım. Kendimi kaptırıp gideceğim yere geç kalıyorum bazen. Söylüyorum, inanmıyorlar.

 

Sizin için yazmak neyin eksikliğini gideriyor ya da hangi boşluğu dolduruyor?

Ölüm korkumu yazarak dizginliyorum.

 

Yazarken kendinize mi daha çok yaklaşıyorsunuz yoksa kendinizden uzaklaşıp bambaşka birine mi dönüşüyorsunuz?

Kendimi kovmaya çalışıyorum, henüz başaramıyorum, sesim karışıyor. Yazarken normalde olduğumdan çok daha sesli bir zihnim var, teker teker gelin diye bağırasım geliyor bazen.

 

Hiç yazdığınız bir cümleyi okuyup, “Bunu gerçekten ben mi yazdım,” dediğiniz oldu mu? Kendinizden bir alıntı yapın ya da bir cümlenizin altını çizin desem o hangisi olurdu?

Genelde eleştirel biriyim, gurur duyacağım cümleyi arasam  zinhar çıkmazdı bu kitap. Yine de Live is Life öyküsünün sonunda yer alan, “Kemiklerimdeki ağrı büyüme ağrısına çok benziyor” cümlesini bağlamı ve çağrıştırdıkları sebebiyle iyi anarım, bulduğumda epeyce sevinmiştim.