Yazarların metinleriyle, kitaplarıyla ilişkisini merak ettiğim Eksik Paragraf başlıklı bu röportaj serisinde bu haftaki konuğum sevgili Mustafa Orman.
Mustafa Orman’ı 2017 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı Derdin İncinmesin, 2019 yılında Fakir Baykurt Öykü Ödülü sahibi ikinci öykü kitabı Ovada Paldır Küldür, 2022 yılında yayımlanan ve 2023 Yılı Vedat Türkali Roman Ödülü’nü Senem Gezeroğlu’nun Yeniden İnşa romanı ile paylaşan Annem Gittiğinden Beri Çiçek Ekmiyoruz Bahçeye isimli ilk romanı ve 2024 yılında yayımlanan son öykü kitabı Ev Öldü Ben Ağaçları Seyrettim ile ağırlıyorum.
“Kelimeler öcünü alıyor benden. Hiç olmadıkları kadar düşüyorlar peşime. Ne dünün ne de yarının sesi var, gün böbürleniyor önümde. Söylediklerim ağrıyor başkalarının kulaklarında ve gelip bir düzmeceyle beni buluyorlar. Delikler, boşluklar kadar ihtişamlı değil. Gölgeler taşır insanı, bir gövdeden önce. Şimdi bir ölüyüm.
Böyle bir isme bile yakışmıyorum.
Ev Öldü Ben Ağaçları Seyrettim, hayatın akışında saç örgüsü gibi birbirine bağlanan öyküleri barındırıyor. Ödüllü yazar Mustafa Orman’ın kaleminde ölümü anlamaya çalışanların, kaçakçıların, sınırı gizlice geçenlerin, yoklukla terbiye olanların, askere oğul gönderip de geri alamayanların, gözaltında kaybedilenlerin, yolculukların, umutsuz ama sadık âşıkların ve bir otobüs camında hızla kayan manzaraların öyküleri hayat buluyor. Fonda sürgit devam eden yas havası, buruk kavuşmaların da altını çiziyor.” Ev Öldü Ben Ağaçları Seyrettim, Tanıtım bülteninden
1. Kitaplarınızda sessizliğin, anlatılmayanın ya da boşlukların yeri nedir? Okura bıraktığınız kısım için neler söylemek istersiniz?
Kitaplarımda doğanın görüntüyle sese dönüştüğünü, anlam dünyasını pekiştirerek insanların ruhlarına ve anılarına daha çabuk sirayet ettiğini düşünüyorum. Sessizlik bir ihtişamdır, herkesin giremediği girenlerin de duramadığı bir yer. Bu minvalde, Blanchot’un dediği gibi “Seni duymamı istiyorsan, konuşmayı bırak,” cümlesi, kitaplarımdaki boşlukların yerini, yolunu sessizlikle yoğurmuş sabırlı bir seyirle bakabilenlerin ancak eğilebildiğini söyleyebilirim. Kalemimi okura değil, insanlığın anıtlaşan yaralarına, dillerinin ulaşmadığı hâllerine daldırıyorum; umudun filizlerini, toprağa düşmüş her kırıntıda yeniden yeşertebilmek için. Belki de okuru kendine dönük bir dillendirme diyebilirim. Ben de okurun insanlığı ile kapanıyorum ancak bu bir terkedilme olmuyor. Gömülüyorum. Yazar olan dilim o noktada umudu yeşertiyor. Boşluk, benim soluduğum nefestir; orada filizlenen de yine benim. Edebiyat biraz da budur; dert akrabalığı, iyiyi kötüyü görme ve defetme yolu.