Kaçak Yazarlar
- 12 Eylül 2024
“Hayatın ritmik giden akışına aritmisi yüksek efektler katarak derinleşmek, derinleşirken öğrenmek öğrenirken bulantılar sahibi olmak, bulantı sahibi oldukça onları kaynağından ayırıp rahatlatmak, sevdiğim oyunlar arasında…”
Bayram Sarı: Şair Esra Dökmen, kendisi ve şiirleri hakkında “Karnaval Dergisi” okurlarına neler söyler?
Esra Dökmen: Merhabalar. Öncelikle bu röportaj için size ve Karnaval Dergisi’ne teşekkür ediyorum. Siz de iyi bilirsiniz ki; yazan için “anlatmak” ihtiyacı kana bir kere karışır ve o zaman diliminden sonra her şey farklı gelişir. Benim için de böyle oldu. Çocukluk döneminden bu yana okuduğum, gözlem yaptığım, sessizce yazdığım o farkındalık eşiği, kalemimde bir mihenk taşı oldu. Kütüphanelerde geçen bir gençlik hayatı ile üniversitede yerel gazetede yazmaya başladığım makaleler ve şiirler ile bu yolculuk serüvenine bilerek ve isteyerek atıldım diyebilirim. Bireyi ve toplumu gözlemek, bunu çeşitli türlerde (gerekirse deneysel) kaleme dökmek benim için hayat felsefesi oldu. İlk okuduğum şiir kitabı; Attila İlhan’ın Duvar adlı kitabıydı. Kendisinden imzalı olarak aldığım bu kitabı birkaç kere okuduktan sonra ise hayatım artık başka bir noktadaydı; her ne yaparsam yapayım hep şiir okuyacak ve şiir yazacaktım. Bundan bir kaçış yoktu artık benim için ve yazmaya, içimde birikenleri anlatmaya başladım. O günden bugüne bu yol üstünde giderken çok şey öğrendim, kendime olan inancımı kaybetmediğim her noktada yazıyordum ve iyi ki de yazıyorum!
B.S: Friedrich Hölderlin’in kendisine yönelttiği bir sorudur: “Yoksul bir zamanda neden şiir?” Sizce şiir yoksul olmayan zamanlara mı aittir?
E.D: Ne güzel bir soru! Benim açımdan şiir hep yoksul zamana aitti ve hep öyle kalacak. İlk insan yaşamı tasvirlerinden bu yana hep ihtiyaç duyduğumuz ve eksikliğini çektiğimiz bir şeyler var. Demek ki biz yoksulluk içinde evriliyoruz. Değişimler söz konusu olsa bile yoksul zamanın insanları olarak kalacağız belki de. İşte bu sebeple evet şiir yoksul döneme aittir. Bireysel yoksulluk ve yoksunluktan ziyade çevrenin edinemediği ne varsa şiire mesken diye diye düşünmekteyim. Bu yoksulluğu görece içselleştirmek, iyileştirmeye cüret etmek, toplum kuramcıların görevi olduğu gibi biz yazanların da ödevi belki de…
B.S: Şiirin, içinde bulunduğumuz dönemin sorunlarından kaçmak yerine, onlarla hesaplaşması gerektiğine inanıyor musunuz?
E.D: Şiir bir kaçış alanı yahut bir dinlenme tesisi değildir. Yerine göre dinlendirme görevi olsa da esas maksadının, her dönemin kendine ait sorunlarını yansıtmak olduğunu düşünmekteyim. Öyle ki; hayal edilen uçsuz bucaksız diyarlar şiirin içinde olsa bile, onu elde eden şiir ütopyasının yendiği bir iktidar unsur refahı var. Şiir bir yerde sorunları görmezden geliyorsa orada sorun vardır. Sanatın hiçbir yansımasında kaçış olacağını düşünmüyorum. Bu etik de değil zaten bana göre.
B.S: Haydar Ergülen, “Şiirin yarısı hakikatse, yarısı oyundur,” der, sizce hakikat nerede biter, oyun nerede başlar?
E.D: Ne güzel demiş Ergülen. Ölçüsü ve karışım oranları yazarken düşünülmese bile hakikat ve kurgu birbiri içine tam kıvamında girdiğinde, yazanı ve okuyanı tesiri altında bırakıyor bence. Hakikat orada var. Hep var olduğunu bilerek anlatmaya başladığımızı varsayalım, biraz da eteğinden çekiştirmeyelim mi şiirin, bizi parka salıncakta sallanmaya götürmesi için? Bence kulağa da göze de hoş geliyor oyun ve gerçek iç içe olduğunda. Oyun bir devam aracıdır diye düşünüyorum. Meselenin özüne ek bir anlatım destekçisi şiirde oyun.
B.S: Şiirlerinizde en çok neye dikkat edersiniz; temaya mı, biçeme mi, renklere mi, ritme mi?
E.D: Bir şiir yazarken genelde “şu temayı seçmeliyim ya da seçeyim” diye düşünmem. Bana göre şiirin hikâyesi çok önemli, bir şey anlatıyor olması gerek muhakkak. Bu düşünceyle bel kemiğini oluşturduğunuz iskeleti istediğiniz forma sokabiliyorsunuz aslında. O bel kemiği çok önemli. Yani anlatmak, anlatacak hikâyenin olması mühim şiirimde. Bunu ister düş kurup başarın, ister bir anda aklınıza gelsin, önemli olan şiirin hikâyesi. Tabii ki melodik bir altyapısının olması gerekiyor. Kulağı ve gözü yormaması gerekmekte. Bazen anlatma isteği öyle ağır basıyor ki; metaforların ve imgelerin kurbanı da olabiliyorsunuz. O kendini sakınmadan ortaya atma cesareti buluyorsa, kelime dağarcığımızı biraz sakinleştirmeliyiz belki. Ona “tamam sakin” diyebiliriz. Bir itiraf; bazen ben dağarcığımı telkin edemiyorum ve metaforların ağına da düşüyorum tatlı tatlı. Tabii sonradan fazla gelen ve yoran kelimeler belli ediyor kendini. Hemen el atıp sakinleştiriyorum kendilerini.
B.S: Evrene ilişkin bilincimizde ansızın atomlar, mikrokozmos, makrokozmos gibi sözcüklerin ortaya çıkması, modern şiirde de verili olanın ve görüntüsel olguların şiirin yapısını aydınlattığı görüldü; sizin şiirinizdeki soyutlamaların imgesi nedir?
E.D: Evrenin yapısına ait sözcükler ve literatüre giren sözcükler şiirdeki dışavurum istemini yatıştırmak anlamında önemli bir araç. Şiirin alt yapısının geniş bir yelpazede bilinç, olgu, tutum sunmasına olanak sağlıyor. Elde edilen ve elde edilmeye devam edilen veriler, günümüz dünyasına ait bir portre sağlıyor bizler için. Bu, yazında sürekli tekrar olmadığı sürece özgün olmaya da koşturuyor aslında ve bizim için gayet menfi bir durum. Yeter ki o uçsuz bucaksız verilerin arasında kaybolduğumuzda bir yerde bulunalım gerçek okur tarafından. Şiirimdeki soyutlamaların tam da burada kesişen bir doğrusu var; hayal edilebilecek ve hayal edilemeyecek yerlerde dolaşmak, orada kaybolmak, okur tarafından bulunmaya izin vermek. Sanırım şiirimin soyut tarafı bunu bir bakıma sağlıyor. Düşünsel olan da imgenin kopamayacak bir parçası bu bağlamda.
B.S: Şiirlerinizde, hayallerle gerçekliğin çizgisini kopararak okuyucuyu (bana göre) “sürrealizm” alanının ortasına getirip bırakıyorsunuz, ama terk de etmiyorsunuz. Bu durumu tercih etmenizin nedenini açıklayabilir misiniz?
E.D: Bunun sebebi bir bakıma “yaşanmamış yaşanmışlıklar” dediğim hayal ve gerçeğin örüntülü olduğu olabileceği alan. Bu alanda irtifa yazan ve okura ait. Görece bakmak mühim bir olgudur. Anlatı sanatı misalleri içerir bana göre. Misal olanı betimlemeyi de içine gerçek sanat şovları katarak zenginleşmeyi de seviyorum şiirde. Bu, salt düşünce kıvraklığı ile olur. Tabii bu büyük bir handikap aslında. Okuyan, uçuk, absürt ve dolaylı anlatılmış şiire bazen büyük burunlu bir lakap takabiliyor. Halbuki bu kelime oyuncularının severek yaptığı bir iş. Kendilerini önce kendilerine anlatmayı ve yerine göre kendileriyle dalga geçmeyi sever kelime oyuncuları benim gibi.
Şiirimin vuruşunu tanıyan bir yazar olduğunuz için çok net tanımlayabilmişsiniz bu durumu. Kolaya kaçmayı seven biri değilim ve düz tabirler bana hep yavan gelmiştir. Senaryosu yaşayan ve yaşamaya devam edecek milyonlarca ütopik dünyam var benim. Bunlar arasında hayal ve hayal üstü gerçekler şiirin dinamiğinde gidip geliyor. Bir noktada gerçeğe saf gerçek dememiz bile şu an için muallaktayken hangisi gerçek hangisi hayal biraz da okura bırakmak bu yolda sevdiğim ender şeylerden biri. Günümüzde gerçek dediğimiz her an hayale evrilebilecekken bir bakıma hayatı da sübvansiyon etmiş oluyorum diyebilirim.
B.S: Şiirlerinizin önemli bir kısmı, kendi ile çatışma halinde, bu bağlamda tarihsel değişimin insani olmayan bir ölçüde hızlanmasının getirdiği deneyimlerdeki güvenilmezlik duygusu, her duyarlı modern okuru bir tür bulantıya, entelektüel baş dönmesine götürmektedir. Şiirlerinizde soyut olanın sistematik biçimde somut olanı ikame ederek, okurunu zamandan, uzamdan, mekândan uzaklaştıran ve başka bir boyuta götüren nöbetlerin sırrı hangi bulantıda kendini göstermektedir?
E.D: Hayata karşı açılmış bir pankart düşünün. Buraya neler yazabiliriz? Buraya yazacaklarımız an’a şahit olup bunu yazmayı tercih edenler için o kadar çok ve karmaşık ki! Sistemin hangi tarafından tutsak bir tarafı elimizde kalıyor. Bu bağlamda şikâyet kutusuna dönüşmemesi adına şiir kendini karambole de getirerek -kimi zaman- bir tür katalizör görevini üstleniyor. Okuru yazından başka bir dünyaya kodlamak şeklinde olmasa bile, ruhumdaki ve hayalimdeki ütopyaların evrenini onlara sunmayı seviyorum. Hatta bu konuda fazlaca heyecanlı oluyorum. Hayatın ritmik giden akışına aritmisi yüksek efektler katarak derinleşmek, derinleşirken öğrenmek öğrenirken bulantılar sahibi olmak, bulantı sahibi oldukça onları kaynağından ayırıp rahatlatmak, sevdiğim oyunlar arasında.
B.S: “Uzam-zaman; mekân-mekânsızlık” olarak şiirlerinizin sınırları hangi noktaya kadar gitmektedir?
E.D: Sınırları herhangi bir anlatı sanatında kabul edemiyorum. Elbette yazan kişinin davranışlarında belli başlı sınırları vardır. Bunlar davranış prensipleridir ve kişinin olmaya ne kadar yakın olduğunu gösterir. Anlatmakta ise durum farklı bana göre. İki taraftan da bakıyorum duruma. Sınırlar açısından “her yer benim” dediğinizde şiirde, bir başkası da aynı ifadeyi kullanabilir. Bu sebeple mekânsal ve zamansal açıdan sınırsız olmak yerine özgün olabilmek adına kendi mekânsızlığımız, kendi zamansızlığımız ile eser ortaya koymak daha mantıklı bir tutum olacaktır. Genel-geçer bir sınırsızlık, aynılaşmaya sebep olabilir. Bu ayrıma dikkat etmek mühim. İşte tam buralarda bir üs buluyor kalemim, sınırların içindeki sınırsızlıkta.
B.S: Şiirlerinizdeki ötekinin farkında olma/ olmama hali; günlük hayatın sahteliğini gözden geçirme, gerçeği olduğu gibi aktarma ve dilde yeni arayışların, başkaldırının, yabancılaşma ve toplumdan dışlanmışlığın göstergesi olarak ne söylemek istersiniz?
E.D: Farkında olma hâli bizler için elzem biliyorsunuz ki. Toplumda ezilenin, ötekinin yanında olma gibi bir misyonu olmazsa şiirin, o hep eksiktir bana göre. Ülkemizde Milli Mücadele Dönemi’nde ortaya çıkan eserlerin kıymetinin paha biçilemez oluşu ve hâlâ okuyor, anıyor oluşumuzun sebebi de bu. Asla vazgeçmeyeceğim ben de bu misyondan ve bayrağı taşıyanlardan biri olacağımı gururla söyleyebilirim her zaman. Global ölçekte baktığımızda hayatın acımasız ve prosedürlerle dolu bir evrene evrildiğini görmekteyiz. Sahte bir medeniyet aradığımız şey değil bizim. Bir statü hayali üzerine inşa edilen hayatı insanî görmüyorum. Burada önemli bir anekdot devreye giriyor. Yazan için de bu bir sınavdır belki, karakteri, yaşantısı ve idealinin yani yansıtmaya çalıştığının, isyan ettiği oluşumların grafiği. Bunu egoların çarpıştığı bu düzende ne kadar paralel götürebiliriz bilmiyorum ama götürmeliyiz diye düşünüyorum.
Yeni arayışlar, yeni olana uyma, yer açma, gelecek kuşağa bir köprüdür. Bu köprüyü kuramazsak yeni kuşak ile aramızda bir uçurum olur. Gençlerin zihinlerine güveniyorum, eğer kendilerine bizlere ulaşabilecek bir yer sağlamazsak hep dışarıda kalacaklar ve kendilerini bir yere ait hissedemeyecekler. Bu da toplum bazında büyük bir sorun. Bu sebeple klasiği görmezden gelmeden yeni olanı kabullenmeliyiz bana kalırsa. Bu, açıkçası şu an olmayan ve olması istenmeyen bir durum. Ekoller bunu bir bayağılaştırma projesi olarak görüyor olabilir yahut yeniye, yeni olana, yeni düşüncelere bile bile yer açmak istemiyor olabilirler. Bir tartışma konusudur kesinlikle. Bu da bir başkaldırı örneğidir belki.
B.S: Yeni çıkan kitabınız ve projelerinizden söz edebilir misiniz?
E.D: Yeni şiir kitabım “Tanrı Gözü” Plüton etiketiyle şubat sonu okuruyla buluştu. Farklı bir pencereden bakma isteğinin gem vurulmaz yanı, Tanrı kavramının sistematik dönen bir yuvarlağa bakış açısını tasvir etmek istemem ile bu düşünceye evrildi. Burada yerine göre tanrı insan, yerine göre insan tanrılaşıyor. Bazı şiirlerde insan tanrı gözünü arıyor, bazı şiirlerde tanrı sadece izliyor, insan insan olmaya devam etmekte basiretsizce. Yerine göre duru yerine göre karmaşık ve dolaylı bir anlatım içeren şiirlerden oluşan bir kitap “Tanrı Gözü”
Plüton Yayınevi’ne teşekkür ediyorum, fikri hür olarak çıkarabildiğimi bu kitap için.
Projelerimden en yeni ve geçerli olanı; bir şiir draması projesi. Farklı metinler ve şiirler ile ete kemiğe büründürmek istiyorum bu organizasyonu. Bireysel bakmıyorum bu projeye. Paylaşımcı bir olgu üzerinden gerçekleştirmeyi düşünüyorum. Bunun için bir prodüksiyon ve ekip oluşuyor. Donanımlı ve şiirde vurgulamaya önem veren genç isimler var ekipte. Katılmak isteyen için de her zaman yerimiz mevcut olacak.
Son olarak size bu anlamlı söyleşi için çok teşekkür ediyorum. Sevgiler…