Karnım tok, dedim. Duymadı…
Dinle beni iki gözüm kardeşim…
Sabah erken kalktım Hüseyin. Geceden de uykusuzum, bütün gece çalıştım. Dün başlayan dil ve sanat kurultayı bugün de devam edecek, sonra da üniversiteye ders vermeye yetişeceğim. Yapacağım işler var, çalışmam lazım.
Anladım; biraz müzik, biraz sanat, biraz da lak lak yaparız, diyorsun da… Bakarız… Hele bir akşam olsun. Çocuklarımla da zaman geçirmeliyim, çalışmaktan vakit ayıramıyorum gibi geliyor. Küçük oğlum daha beş yaşında, baba baba diye hep peşimde. Büyüğü de sanki çok büyümüş gibi abi havalarında. Baba olmak… Sen babacan diyorsun ya! Benim yaşlarıma geldiklerinde nasıl olacaklar? Sakalları çıkacak örneğin, sesleri kalınlaşacak. Nelerle ilgilenecekler?
Geliyorsun değil mi?
Geleceksin değil mi?
Gür sesli kardeşim Hüseyin, habire konuşuyorsun, beni duymuyorsun. Anladım arkadaşlar da gelecek, bizim grup…
Birazdan evden çıkacağız karımla. Kurultaya yetişmem lazım. Benim vosvos yavaş gidiyor, ancak giderim. Öğrencilerin dilinde vosvosum. Hele de rengi! Bayılıyorlar mavisine. Maviyi çok severim bilirsin. Yumuşak gökyüzü mavisi. Hadi deniz mavisi de olsun! Renklerin, harflerin, estetiğin dünyasındaki güzel olanı görmek beni çok mutlu ediyor. Hep oradaki saflığı, duruluğu anlatmak istiyorum. Sanatın insanı dolduran, yüreği kabartan, duyguları incelten, düşünceyi damıtıp zarifleştiren, yaşamı sahici doygu ve anlamlarla yücelten dünyası… Sanatın Öyküsü* yani. Hiç de kolay olmayan bu emeğimi karıma ve oğullarıma adamıştım…
Gelmelisin mutlaka.
Öyle iştahla söylüyorsun ki beyaz peyniri; yanına koyduğun domatesi, yeşilbiberi, maydanozu. Anladık diri diri, kütür kütürmüş… Ekmek de ne ekmekmiş… Zannedersin İtalyan mönü sayıyorsun bana! Tamam, siz rakınızı için; bana da çay demlediyseniz tam benlik, çiçek gibi… Daha ne olsun…
Sanat ve estetik konuşmayan insanlar da var Hüseyin, onları göremiyorum ama varlıklarını hissediyorum. Üstelik yakınımdalar çevreme yakın. Hissetmek de bir işe yaramıyor.
Hadi atla gel, bekletme bizi.
Evden çıkmamı beklemişler… Tam hareket etmiştim ki yolumu kırmızı bir araba ile kestiler. Camdan bakıştık. Üç kişiydiler. Tanımıyordum… Oysa o anı bilseydim… Salt karımın yüzüne bakacağım, derdim… Bakamadım.
Onların da çocukları var mıdır sence? “Baba” diye sesleniyorlar mıdır? Başka çocukları da sevip bunların da babası vardır diye düşünüyorlar mıdır? Baba olduğumu biliyorlardı… Onlara ne oldu acaba, ne yapıyorlar?
İkisi arabadan indi. Çapraz durdular… Ne kolay yaptılar… Başım arkaya düştü… Ağzım açık kaldı… Gözüm de… Gökyüzünün yumuşaklığı… Yaz güneşi… Gözlüğüm gözümde. Mavi pötikareli gömleğimin rengi hızla değişti…
Arkadaşlara da selam söyle. Gelemicem. Beklemeyin.
Ne de güzel çay yapmıştım,
Ne de güzel peynir vardı,
Ekmek de taptazeydi…**
*E.H. Gombrich “Sanatın Öyküsü”, Bedrettin Cömert çevirisi, Remzi Kitapevi, 1976.
** Hasan Hüseyin Korkmazgil