GEYİKLER VE SANRILAR
gece henüz dinç
kulağında gülü dilinde virdi
çok yaşanmış bir ev kadar yorgunum
toplayıp kendimden kalanı, günü kapattım
iyi bir av mıydım tanrım
bugün de ödeyebildim mi diyetimi
buralarda av olmak bir çeşit sanrı
ormanda çölde denizde değil günün
herhangi bir anında herhangi bir yerde
düşünmemek için ne çok sebep
kadınların geyikler gibi avlandığı bir coğrafyada
bunu sen bile açıklayamazsın tanrım
bunu bir fener gibi balkonumdan sarkan ay
belki rüzgâr hermes’ten duyduğu kadar
lir ile hafifleterek kelimenin şiddetini
yine de kim ikna edebilir
mutlu olduğuna tüfekler ucundaki bir geyiği.
PORTAKAL KOKUSU
bu ürkek keşif
ceviz ağaçları buharlaşan toprak kuşlar
biriktirip duvara yansıttığımız her şey
bindirip bizi kayığına zamanın…
sahi kim çekiyor kürekleri
izlediğim filmi seviyorum
ahlat ağaçlarıyla dolu unutkanlık ormanlarını
ve kuşkulanmayı ellerimin inceliğinden
kayıktan düşsem uçabilirim
yaşamak, öyle tatlı bir yanılgı
benim küçük kargam
ağzında rengârenk boncuklar
lekeli firketeler unutulmuş incelikler
ve özenle kaybettiğimiz ne varsa
sen de kuşkulanmıyor musun
mütemadiyen birbirimize bakıp durduğumuzdan
ellerin portakal kokuyor
bana hep bir kartalı siyah beyaz…
güldüğümüzü neden sonra mahcup
ben senin omzunda sen benim aklımda
kıpırdanır gibi oluyor tohum çatladı çatlayacak
ellerini çekme ellerin ümidim
bir daha karşılaşırsak şiir avlayalım
yay ile başlayan ok ile biten bir berceste
göz gez simetri bir de mutlaka kaplan
ah blake, seni hatırlanmalar delisi.