Görünmez Boşluk
Öykü

Görünmez Boşluk

Şeyma Alkan

“Yenge, yenge, aç kapıyı!”

Kapının arkasındaki, neredeyse kapıyı kırmak üzere olan ses, evin içinde yankılanıyordu.

Bir sabah keyfi yaşatmazlar insana! Nihat evden gidince kendimle şöyle bir keyif çayı yapmak istedim, çok mu istedim? Nihat’ın çamaşırının yıkanmasını bekle, yemeğinin pişmesini bekle, annesinin dırdırının geçmesini bekle… Bekle Leyla bekle, bir ömür geçmiş hâlâ bekle!

Kapının arkasından gelen sesler birbirine karışarak daha da yükselmeye başladı.

“Geliyorum, geliyorum!” diyerek çayımı masaya bırakıp kalktım.

“Yenge, yenge! Nihat amcayı hastaneye kaldırmışlar.”

“Ne? Ne olmuş, nasıl yani?”

“Felç geçirmiş yenge. Bir anda yere yığılmış. Konuşamaz, kımıldayamaz olmuş.”

O anda evden nasıl çıktığımı, ne yaptığımı hiç hatırlamıyorum. Arabaya çöküverdiğimi, etrafımdakilerin beni teselli eden sözlerini bir hayal gibi hatırlıyorum sadece.

Ne olacaktı şimdi? Kendi hayatımın yükü yetmezmiş gibi bir de Nihat’ın yükünü sırtımda nasıl taşıyacaktım? Yok yok, hayır imkansızdı bu. Tekrar sordum kendime, sahi benim herhangi bir imkansızlığım var mıydı? Yıllar önce yaşanılmaz dediğim bir hayatı şimdi yaşayan kendimle yüzleşmek ağırıma gitmişti bir anda. Bir ah çektim, Allah’tan çabuk unuturdum ben. Derin derin üzülmezdim hiç öyle, kendimi keyiflendiriverecek bir şeyler buluverirdim hemen.

Herkesler böyle değildi. Ah böyle cümleler kuran aptal kafam. Bu imla hatalı cümlelerimi ona göstermemeliydim. İçime tam da kafamın en en içine saklayacaktım bu cümlelerimi.

Zaten ayrı dünyalarımız arasındaki görünmez boşluğu fark edeli beri kafamın içinden konuşmayı öğrenmiştim ben. Geçen onun iş arkadaşlarıyla yemek yerken, ağzımdan kaçan ‘herkesler’ kelimesi yüzünden günlerce onun dilinden düşmediğini hatırladım bir anda. Ne varmış, ağzımdan kaçmış olamaz mıydı?

Merdivenlerden, Ali’nin arkasından aceleyle çıktım. Nihat’ın odasını bulmamız zor olmamıştı; iş arkadaşları onu bu zor gününde yalnız bırakmamış, kapısının önünde onu seven bir kalabalık vardı. Kalbim güm güm atıyordu. Adımlarımı sıklaştırdım, adeta insanları yararak odaya girdim. Önce inanmak istemedim, uzaktan her şeyi sağlam görünüyordu. Elini tuttum, Allah Allah, eli sıcacıktı ama bir ölü eli gibi hareket etmiyordu. Felç olmayan elini diğer taraftan kaldırdığını görünce, felç olan tarafını tutmuş olduğumu anladım.

“Nihat, iyi misin? Senin için endişelendim.”

Gözlerini kırptı Nihat, yüzü çok donuktu hiçbir ifade göremiyordum. Bana cevap vermek istediğini ama konuşamadığını gördüm o anda.

“Sen endişelenme. Doktorlar çaresine bakacaklar.”

Kalbimin güm güm sesi geçmişti. İçimde değişik bir şefkat belirmişti. Derin bir ah çektim. Bu sefer daha öncekiler gibi hemen geçmemişti üzülmem.

Nihat’a baktım, kim bilir neler neler söylemek istiyordu. Ağlamak istiyor muydu şu anda acaba? Belki o da kafasının içinden bana bir şeyler söylemek istiyordu.

Nihat beni anlamış gibi gözlerini kırptı. “Geçecek,” dedim.

“Kafanın içinden geçenler için de endişelenme. Bende uzun yıllardır var, alışıyor insan.”