“Onun gibi bir kedi hiç olmadı ve olmayacak.”
“Bob Adında Bir Sokak Kedisi” (A Street Cat Named Bob) isimli çok satan kitabın yazarı James Bowen’ın Londra’nın ünlü sokak kedisi Bob’un ardından söylediği cümle aslında gezegenimizdeki tüm kediler için geçerli. En azından yaşantısında kedilere yer açan her insan böyle hisseder; “Onun gibisi yok ve olamaz.”
James Bowen’ın eroin, evsizlik, parasızlık kıskacında çırpındığı zamanlarda yoluna çıkan yaralanmış bir sokak canıdır Bob. İki yaralı can öyle bir tutunurlar ki birbirlerine, ikisinin de hayatı mucizevi biçimde değişir, güzelleşir. Daha sonra filmi de çekilen yapıtla tanışmam o zamanlar dört yaşında olan oğlum Erdem’in kitabı bana hediye etmesi sayesindedir. Okuma yazma dahi bilmiyordu ama kitabın kapağından benim çok seveceğimi ve bu sürprize sevineceğimi hissetmiş.
Öyle de oldu.
Londralı Bob’la tanıştığımız yıl bizim hayatımıza da İstanbullu bir sokak kedisi girdi; Griş. Eşi benzeri olmayan, kediden çok Afrika antiloplarına benzeyen zarif, narin, çevik bir canlıydı Griş. Daha sonra köklerinin Tayland’a uzandığını, atalarının farelerle mücadele etsinler diye iki yüz yıl önce alındıkları gemilerle İstanbul limanlarına, oradan da Cihangir’e ulaştığını öğrenecektik. Kadife postunun renginden ötürü eve girer girmez adını koydu Erdem. Maviş varsa Griş neden olmasın değil mi?
Griş, Gümüşsuyu’ndaki evimizin arka bahçesinde baktığınız onlarca kediden kuzguni siyah bir anne kedinin haziran ayında doğurduğu dört yavrudan biriydi. Hem uygun bir mevsimde geldikleri hem de bol mamayla beslendikleri için yaz boyunca güzelce geliştiler. Griş, kardeşlerinden çok farklı olduğunu daha iki aylık iken belli etmeye başladı. Doğuştan şaşırtıcı bir dikkate ve gözlem gücüne sahipti.
İki aylık bir canlı -türü ne olura olsun- çevresinde olan biteni, karakterleri keskin bir zeka ile analiz etsin, attığı her adım belli bir amaca yönelik olsun, kim kimdir, necidir çoktan teşhis etmiş bulunsun, yaşantım boyunca Griş sayesinde tanık olduğum ilklerdir.
Dört katlı apartmanımızda annesi ve kardeşlerini besleyenin ikinci katta oturan aile olduğunu, apartman görevlisinin ikircikli hallerine pek de güvenmemek gerektiğini, birinci katta oturan Amerikalı aileden zarar gelmese de hayır da gelmeyeceğini, en üst katta oturan Alman ailenin ikinci kat tarafından kontrol altında tutulduğunu, tutulmasa her an zarar verme potansiyeline sahip olduğunu Griş iki buçuk aylıkken çözmüştü.
Bahçede zaman geçirdiğinde gözlerini bizim balkondan ayırmazdı. Zaten benim dikkatimi de bu eşsiz nitelikleri sayesinde çekmişti.
Evin en küçük çocuğu sıfatıyla aileye katılınca da genişçe bir teras görevi gören balkon, on iki yıl boyunca onun çiçeklerle konuştuğu, kuşlarla atıştığı, güneşlendiği, en soğuk günlerde dahi nefes aldığı, ağabeyleri Badem ve Lokum ile paylaştığı en keyifli mekanı olacaktı.
Griş, kardeşlerini, bahçede kader birliği yaptığı diğer kedileri bir gün bile unutmadı ayrıca. Her gün balkon demirlerinin arasından küçük güzel başını uzatarak düzenli olarak bahçeyi gözetler, onlarla karşılıklı miyavlaşır, sakat bir durum varsa miyavlamalarının şiddetini kademeli yükselterek bizi mutlaka uyarırdı. Griş kısa zamanda gözümüzde sorumluluk, vicdan ve şuur abidesi konumuna erişti.
Dört aylık vardı yoktu, Griş artık bizim gümüş renkli arabamızı tanıyor, motor sesinden ayırt edebiliyor, gece geç saatte bile gelsek, arka bahçeden kolaylıkla geçilen garajda eve dönüşümüzü bekliyordu. Sonrasında apartmanın demir kapısının camına küçük bedenini yapıştırarak acı acı miyavlamaya başladı. Artık “Alın beni evinize” demek oluyordu bu tabii ki.
Böyle birkaç ay daha geçti. Evde biri şeker hastası olan iki İran kedimiz daha vardı. Hasta olanı da birkaç yıl önce sokakta bulmuştuk.
Bu yavruya bahçede bakmaya devam ederiz desem de içimde bir yerler itiraz etmeye başlamıştı. Yılbaşına bir hafta kala dondurucu bir aralık gecesi eve döndüğümüzde Griş’i gene garajın önünde bizi beklerken bulduk. Sokakta altı ayını doldurmuştu. Hâlâ ufak tefekti. O sırada nereden çıktığını anlamadığım büyük beyaz bir erkek kedi gözümüzün önünde saldırıya geçti.
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Arabadan nasıl indim bilmiyorum, büyük beyaz kediyi kovaladım ve tabii kararımı saniyeler içinde verdim.
Koşarak eve çıktık, eski püskü bir kedi taşıma çantası vardı, kaptığımız gibi aşağı indik. Griş hiç tereddüt etmeden çantaya girdi ve giriş o giriş.
Ertesi gün kırk yıllık veteriner hekimimiz geldi, bizimki sağlık kontrollerinden geçti, aşıları, kan tahlilleri yapıldı ve dört gün sonra ömürlük evine döndü. On iki yıl boyunca da bizi zekası, duyarlılığı ve melek kalbiyle şaşırtmaya, dersler vermeye devam etti.
Üç kedimizden önce Lokum sonra Badem en son da Griş melek oldu.
Griş’in doğumundan asırlar önce başlayan ve onun İstanbul’daki yaşantısını biçimlendiren bir hikayesi var; tıpkı insanlar gibi o da gerçek bir tarihe, topluma, aileye sahip; geçmişe ve geleceğe ait. Griş’in duygularının gücü, etrafındakilere cömertce sunduğu neşesi, sevgisi, yaşama tutkusu, insan ya da hayvanlarla barışçı ilişkiler kurma hevesi tanıdığım insanların çoğunda yok.
Sokaklarımızda on binlerce Griş yaşadığı, dünyamızı zenginleştirdiği için şanslıyız, kedi ya da köpek olarak var olmaya devam edecekler, bizler de onlar için mücadele etmeyi, hikayelerine sahip çıkmayı asla bırakmayacağız.
Vazgeçmeyeceğiz.
Böyle biline..