08.08.2024
Kaçak Yazarlar
- 12 Eylül 2024
08.08.2024
Zorba’dan otuz sayfa. Kitabı, tam da filmden hatırladığım meşhur dans sahnesinde bırakarak, çantama koydum.
09.08.2024
İş çıkışı markete gittim. Limon almak üzere, meyvelerin ve sebzelerin boy gösterdiği reyona geçtim. Limonun üzerindeki sayıları olduğu gibi aktarıyorum. Bir büyük dokuz, hemen yanında yan dönmüş dokuz mu altı mı olduğu anlaşılmayan bir sayı ve virgülün yanında elli. Virgülden sonrası kolaydı da virgülün önü karmaşa içindeydi. Reyonun oradaki çalışan amcaya sordum;
“Kolay gelsin. Doksan altı mı?”
“Hayır, doksan dokuz. Maalesef,” dedi.
Almadım. Çıktım marketten. Sinirlendim. Aklım almıyordu. Nasıl olabiliyor? Ben küçükken sağlık ocağının lojmanında bile 5 tane limon ağacı vardı.
Sinirimin geçmesi bir gün sürdü.
Ertesi gün, iş çıkışı yine markete gittim. Almadan önce özenle mercek altına aldım limonları. Üzerinde kirli bir noktayı gördüğümde çıkartmaya çalıştım. Baktım siyah nokta limonun üzerinde konaklamakta ısrarlı. Hemen başka limona geçtim.
Bir süre sonra, en güzellerinden, lekesiz ve tazelerinden iki limonu seçebilmiştim.
11.08.2024
“En güzel deniz,
Henüz gidilmemiş olandır,
en güzel çocuk,
henüz büyümedi
en güzel günlerimiz
henüz yaşamadıklarımız,
ve sana söylemek istediğim
en güzel söz
henüz söylememiş olduğum sözdür.”
Nazım Hikmet’in bu şiirini ilk işitişim çok çok eskiydi. Ortaokul, belki babamdan dolayı ilkokul bile olabilir. Ne ki, yıllar sonra Marks’ın “yabancılaşma” kavramını okuyunca, şöyle bir durdum. Şiiri anımsadım. Marks durumu anlamış olacak, fırladı kitaplıktan, yanı başıma gelip omuzlarımdan tutup kaldırdı beni, kitaplığımdaki şiirlerin olduğu rafa götürüp Nazım Hikmet’in toplu şiirlerini işaret etti.
“Şiirlerine bir göz gezdir istersen,” dedi ve devam etti, “Bir şeyler kurcaladı aklını.”
Okudum. Sonra yabancılaşmayı tekrar düşündüm.
Marks, özetle insanın kapitalizmde kendi doğasından uzaklaştığı için etrafındaki canlı-cansız her şeyi kavrayışının sorunlu olacağını ileri sürüyordu. İşçi her şeye ulaşmak için para veriyor. Zihninde bütün imkânlar parayla eşitleniyor. Patronda işçiden sömürdüğü parayla her şeyi kolayca elde edebiliyor. İhtiyaç olanın parayla satın alınması yabancılaşmaya itiyor.
Fakat Komünizm doğayla bütünleşik ve yaşamı parasız olarak düzenleme üzerine kurulu. O vakit, doğanın ve insanın sömürülmediği yerde, denizin en güzeline mi gidilecek, en güzel günler dünyada komünizm geldiğinde mi olacak ve en güzel sözler de kapitalizm tuzla buz olduğunda mı söylenecek? Para yok. Dünya aracısız anlaşılacak. Makul geliyor kulağa.
Büyük Türk şairi bambaşka düşünerek yazmıştır belki. Ben Marks’ın yalancısı da olabilirim. Sesli söylediğim için bütün bunları, Marks kitaplığın ardından başını bana doğru sarkıtıyor. “Şiiri anlamamış da olabilirsin,” diye arkadan sesleniyor.
13.08.2024
Kevser’le “Selamsız Bandosu”nu izledik televizyonda. Anadolu’nun ücra, istasyonu bile olmayan bir kasabasından, Cumhurbaşkanın geçeceği haberini gazetede okuyan Bay Başkan (Şener Şen), meclisi topluyor. Ve mecliste karşılama bandosunun kurulmasına oy birliğiyle karar veriliyor.
Sonunun ne olacağını bile bile izleten güzel bir filmdi.
16.08.2024
Geçenlerde görmüştüm sosyal medyada. “En sevdiğiniz kitap önsözleri hangileridir?” diye soruluyordu.
En sevdiğim diyemem fakat aklımda kalan bir tanesini söyleyebilirim, “Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur” kitabının önsözü: “1974’te, Beypazarı’nda vurulan son Anadolu Parsı’na adanmıştır.”
Faruk Duman’la tanıştığım kitaptı. Bu kitaptan sonra, yıllar içinde yazarın her satırını hayranlıkla takip ettim. Şair Haydar Ergülen bir röportajında Faruk Duman için, “Yeryüzü Destancısı” diyordu. Yazdıkları üzerine denilebilecek en anlamlı, en güzel sözler olsa gerek.
19.08.2024
Evden işe veya işten eve dönerken adımlarıma eşlik eden bir ritim olsun isterim kulaklarımda. Şu sıralar, Muammer Ketencoğlu’ndan “İstanbul Sirtosu”nu dinliyorum. Bir ezgiyi sevdiysem ona tutunurum, bırakmam. Bıkana kadar dinlerim. Bu da öyle bir melodiydi. Araya başka müzikler koymam. İllaki o. İşin tuhafı sonrasında yaptığımdan da pek hoşnut olmam. Sanırım ısrarım, müziğin zihnime getirdiği resimleri veya sinemayı sürdürme isteğimden oluyor. Fakat bir süre sonra etkisinde azalma oluyor.
Sözüm ona, “İstanbul Sirtosu”nu dinlediğimde ilk, şöyle geniş yeşillik bir alan, devasa ağaçlar, eski ahşap evler düşündüm. Beşinci dinlediğimde, yeşillik alan kaybolmuş, yerini otoyollar almıştı yalnız ahşap evler duruyordu. Fakat yedinci dinleyişimden sonra, otoyoldan ve apartmanlardan geçilmez oldu. Metrobüste giderken, zihnimdeki manzara sadece pencere camından gördüklerimdi.