Hakan Akdoğan: İyilikten Konuşmak için Kötülüğe Muhtacız
Engin’le Sözden Öze

Hakan Akdoğan: İyilikten Konuşmak için Kötülüğe Muhtacız

Karnaval Dergi

Engin Kükrer: Değerli hocam, bir öğrenciniz olarak Karnaval Dergi – Engin’le Sözden Öze köşesine konuk olmayı kabul ettiğiniz için size gönülden teşekkür ediyorum. Öncelikle sizi sizden dinlemek isteriz. Edebiyatla olan bağınıza da değinerek bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

 

Hakan Akdoğan: Yaklaşık kırk yıllık aktif bir yazı sürecinden bahsedebiliriz. Profesyonel olarak bakarsak Nü Peride’nin yayımlandığı 1998’den bu yana yirmi altı yıllık bir serüven. Hacettepe Üniversitesi ‘İngiliz Dil Bilimi’ bölümünü bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi ‘Medya ve İletişim’ bölümünü tamamladım. Uludağ Üniversitesi’nde ‘İnsan, Toplum ve Felsefe’ programında yüksek lisans çalışması yaptım. Sanatla Terapi ve Adli Psikoloji Uzmanlığı eğitimleri aldım. Şimdi International Dublin University’de Sosyal Psikoloji alanında Master derecesi yapıyorum. 2003 yılından bu yana birçok üniversite ve kurumda ‘Yaratıcı Yazı’, ‘Derin Okuma’, ‘Sanatla Farkındalık’ gibi konularda eğitimler verip çeşitli platformlarda konuşmacı olarak yer aldım. Yirmi yıllık çalışma hayatımı dışarıda tutarsak kalan yaşamım yazmak, okumak ve anlatmakla geçti.

 

Engin KÜKRER: İlk romanınız Nü Peride, 1998 yılında roman alanında en prestijli ödüllerden biri olan Yunus Nadi Roman Ödülü’ne layık görüldü. Genç yaşta, yazın alanına böyle yukarıdan bir giriş yapmak sanat ve edebiyat hayatınızı nasıl etkiledi?

 

Hakan Akdoğan: O zamanlar çok keyifliydi ama şimdi uzaktan bakınca kendi içinde dezavantajlar taşıdığını rahatlıkla görebiliyorum. Daha 27 yaşında böyle bir şeyi hazmetmek pek kolay değildi. Her şey öyle yolunda devam edecek sanmıştım. Etmedi. Yeni ve güçlü eserler vermeliydim. Zaman kaybettim. Elbette olumlu yanları da vardı.

 

 

Engin KÜKRER: Sizi edebiyat sahnesine çıkaran Nü Peride’nin ardından Gölge Yaşatan, Struma-Karanlıkta Bir Ninni, İlişmek, Varlık ve Piçlik, Kirpi Mesafesi adlı romanlarınızı da okurlarınızın beğenisine sundunuz. Son romanınız “Kenet” ise bu yıl raflardaki yerini aldı.  Kitabın ismi de en az içindeki hikâye kadar ilgi çekici ve sert. “Kenet” isminin ve romanının çıkış noktasını sizden öğrenebilir miyiz?

 

Hakan Akdoğan: Kenet, fonetik olarak da anlamsal olarak da zorlu bir tercih. Mimaride, bazı büyük parçaları birleştirmek için kullanılan ara parça olarak da geçiyor. Romandaki karakterler birbirlerine hep zorbalıkla bağlı. Sanki zorbalık gövdelerin kenetleri. Anlattığım kasaba birbirine zorbalıklarla bağlı bir şiddet makinesi gibi. Romanın çıkış noktası bir gassalın roman okumaya başladıktan sonra başına gelenlerdir aslında. Masa Dergi’deki sayfamda ürettiğim bir karakterdi. Orada ana karakterin gölgesi konumundaydı. Kenet’te de bundan esintiler var.

 

Engin KÜKRER: “Çirkinim. Çirkinliğinin farkında olan başka çirkinler ilgilendi benimle. Çirkinler bunu birbirlerine hiç söylemezler. Onlar, güzel insanların aşk hikâyelerini kendilerine uyarlayarak tatmin olurlar. Çirkinlik sessizce kabullenilen, çaresi olmayan bir hastalık gibidir.”

 

Bir önceki kitabınız “Kirpi Mesafesi” adlı romanınızın çok beğendiğim giriş paragrafını okuyarak soruma başlamak istedim. Diğer taraftan bu metin Kenet’te de roman karakteri Haşmet’in yazdığı romandan bir alıntı olarak karşımıza çıkıyor.  Bunun gibi daha önce Masa Dergi’de okuduğumuz Gassal Bahattin’i bu romanda da görüyoruz. Yine Kenet’te pek çok psikolojik kuramdan ve ünlü romandan metinler arası göndermeleriniz de dikkat çekiyor. Üst kurmaca, ironi, metnin kalanını okuyucuya tamamlatma gibi romandaki diğer postmodernist öğeler de eklendiğinde Kenet’e postmodernist bir roman diyebilir miyiz? Son olarak postmodernizmin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

 

Hakan Akdoğan: Kenet’e postmodern bir roman diyebiliriz çünkü parodi, pastiş gibi metinlerarasılığa ve disiplinlerarasılığa dayanan anlatım teknikleri var. Bu tekniklerin yarattığı katmanlar başka okuma biçimleri öneriyor. Psikolojiyle olan disiplinlerarası ilişki aynı zamanda diğer metinlerdeki kahramanların ruh hallerinin Kenet’teki karakterlere de bulaşmasından besleniyor.

 

Postmodernizm bir kavşak ve birçok başka yola açılıyor. Bu yollardan bazıları daha çok tercih edilecek.

 

Engin KÜKRER: Kenet’teki roman karakterlerine baktığımız zaman genelde hepsinin isimleriyle tezat kişiliklere sahip olduğunu görüyoruz. Mesela özgür hareket edemeyen bir “Özgür”, isminin anlamı barış ve huzur olduğu halde pek de barışçıl olmayan bir “Selami”, rahata edememiş bir “Feriha” vb. gibi. Bununla birlikte bazı karakterlerin hikâyeleri -Bahattin ve Ana Yurt Oteli’ndeki Zebercet gibi- başka romanlardaki kahramanların hikâyelerine benzerlik gösteriyor. Her bir roman karakterinizin titizlikle ete kemiğe büründürüldüğü belli oluyor. Roman karakterlerinizi yaratırken nelere dikkat ediyorsunuz?

 

Hakan Akdoğan: Hiç aklımdan çıkarmadığım bir şey şudur: Her kurgu karakterin esere girmeden önce de bir yaşamı vardı ve eserden sonra da olacak. Psikolojilerini buna göre şekillendirmeye çalışıyorum. Ayrıca başka bir metinden esinlenerek üretilmiş bir karakterse o eserdeki psikolojik durumunu da göz ardı etmeden yazıyorum. Benim için en temel mesele psikoloji.

 

 

Engin KÜKRER: Derslerimizde sıklıkla kullandığınız bir söz vardır: “Çirkinliğin estetiğini kurmadan güzelliği tanımlayamazsınız.”

 

Bu çerçevede saplantı, kötülük, şiddet, narsizm, haset vb. olgular genelde derslerinizin ve eserlerinizin ana teması olmuştur. Kenet’te de “zorbalık” kavramını birçok yönüyle ele aldığınızı görüyoruz. Size göre sanatın ve edebiyatın temel meselesi dünyadaki çirkinlikleri ele almak mı olmalıdır?

 

Hakan Akdoğan: Bu biraz da teknik bir zorunluluk. Kurgunun kaynağı çatışmalar ise çatışmaların kaynağı da soruda sıraladığın kavramlardır. Düalite açısından yaklaşırsak iyilikten konuşmak için kötülüğe muhtacız. İnsanlık tarihi kötülükle, sevgisizlikle, umutsuzlukla dolu zaten. Romanımda bir kasaba üzerinden mikro söylemde anlattım. İnsan doğuştan kötü olmasa da sonradan kötü olması için çok gerekçesi var. En önemlisi de toplum. Elbette toplum insana kötü olmasını söylemez ama birey toplumun onayını almak için her türlü kötülüğü yapabilir. Sosyal psikoloji deneyleri ne yazık ki büyük oranda bunu doğruluyor.

 

Günümüz dünyasında öznenin konumu; toplumsal, tarihsel ve psikolojik nedenlere bağlı olarak bilinç ve düşüncenin etkileneceği fikriyle ve hatta onun yalnızca bu etkilerin ürünü olabileceği algısıyla değişmiş, böylece özne merkezsizleşmiştir. Akıl ve bilim yoluyla araştıran, sorgulayan birey, gerçekliğin yerini alan görüntü ve imgeler kapsamına alınarak, sorgulamayan, yüzeysel ve derinliksiz özneye dönüşmüştür. Kötülüğün ve zorbalığın arka planında yatan bu hipergerçeklik işte.

 

Engin Kükrer: Değerli hocam yazdıklarınız kadar okuduklarınızı da merak ediyorum. Hakan Akdoğan en çok kimleri ve hangi türleri okumaktan hoşlanır? Okuma rutininiz nasıldır?

 

Hakan Akdoğan: Ben mümkün olduğunca yaşayan yazarların eserlerini okumaya çalışıyorum. Onların yaşarken kıymetini bilmek, mümkünse karşılaşmak ve konuşmak istiyorum. Örneğin yakın zamanda “Hızlandıkça Azalıyorum” romanının yazarı Kjerstki Skomsvold ile bir akşam yemeğinde buluşma şansım oldu. Bunun çok değerli olduğuna inanıyorum.

 

Genellikle öğrencilerimin metinlerini okumam ya da dinlemem gerektiğinden son dönemlerde okuma performansım düşse de özellikle geceleri birkaç saat okumaya gayret ediyorum. Genç Türk yazarlarımızı keşfetmeye özen gösteriyorum.

 

Engin KÜKRER: Herkes kendi yaşam hikâyesinin başkahramanıdır. Tüm kahramanlarınsa her daim onlara yol gösterecek akıl hocalarına ihtiyaçları vardır. Bana göre gelecekte iyi bir yazar olmayı hayal eden birçok genç yazarın hikayesinde Jung’un bahsettiği “Yol gösterici/Bilge” arketip olarak yer alıyorsunuz. Bu konumda birisi olarak, kendisini edebiyat alanında geliştirmek isteyen genç yazarlara tavsiyeleriniz nelerdir?

 

Hakan Akdoğan: Teşekkür ederim güzel tanımlaman için.

 

Genç yazarlar disiplinlerarası çalışmaya önem vermeliler. Edebiyatın kendisinden çok diğer disiplinlerden doğduğunu unutmamalılar. Mitoloji, felsefe, psikoloji, sosyoloji alanlarında eğitimlere katılsınlar mutlaka.

 

Engin KÜKRER: Yakın bir zamanda Distopya Fikir Sanat Akademisi’ni kurdunuz. Akademi’nin faaliyetlerine baktığımız zaman felsefe, psikoloji, sanat ve edebiyat üzerine odaklanan programlar ile eğitimlere ağırlık verdiğinizi görüyorum. Distopya Fikir Sanat Akademisi fikri nasıl doğdu? Bu akademiyi kurarken hayalleriniz ve hedefleriniz nelerdi?

 

Hakan Akdoğan: Bu akademi aslında disiplinlerarası bir anlayışla eğitim verirken yaşama da öyle bakmayı öğretiyor. Çözümleyici bir okur olmak, göstergeden asıl gösterilene ulaşmak, dünyaya anlamlandırarak bakmak çağımızın en önemli erdemleri gibi geliyor bana. Hayal ettiğim böyle bir alan yaratmaktı, hedeflediğim de bu alandan iyi okurlar, iyi yazarlar ortaya çıkarmaktı. Şimdilik doğru yolda olduğumu düşünüyorum.

 

Engin KÜKRER: Sanat ve edebiyatın pek çok alanında sizi görüyoruz. Yeni kitabınız “Kenet” diğer kitaplarınızın yanındaki yerini aldı. Atölye çalışmalarıyla pek çok yazma sevdalısına edebiyatın inceliklerini öğretiyorsunuz. Distopya Fikir Sanat Akademi gümbür gümbür yoluna devam ediyor. Peki, bundan sonrası için projeleriniz nelerdir? Okurlarımıza biraz bahseder misiniz?

 

Hakan Akdoğan: Şimdi kendimle ilgili gelişmelerden yola çıkarak şöyle söyleyebilirim: Kitaplarım dünyada epey ilgi görmeye başladı. Birçok dilde, birçok ülkede okurla buluşuyor. Hedeflerim arasında başka dillerde, başka kültürlerde de düşünsel karşılığımı bulmak. Göreceğiz.

 

Engin KÜKRER: Dergimize zaman ayırıp sorularımıza içtenlikle cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz. Son olarak okurlarımıza neler söylemek istersiniz?

 

Hakan Akdoğan: Okumanın başka boyutları olduğunu ve bunları aramaktan vazgeçmemeleri gerektiğini söylemek isterim. Konuk ettiğiniz için teşekkür ederim.