“Sen söylenceler derleyicisi Anadolu’nun
Sen Anadolu’ya en uzak
Sen oralara gömülmüş
Gözlerim göğe dönük, bir damla yaş ucunda”
Fazıl Hüsnü Dağlarca
“Sen söylenceler derleyicisi Anadolu’nun
Sen Anadolu’ya en uzak
Sen oralara gömülmüş
Gözlerim göğe dönük, bir damla yaş ucunda”
Fazıl Hüsnü Dağlarca
I. Hayat bilgisi birikiminin bir gösteriş ukalalığına bürünmeksizin ayrı bir incelikle paylaşıldığı halk kültürünün, Türkiye’de akademik bir disiplin içerisinde ele alınmasının öncüsü Pertev Naili Boratav’ın aramızdan ayrılışının 16. yılı.
Kökenleri Antalya-Konya arasında yer alan İbradı ilçesine dayanan Boratav’ın babası Abdurrahman Naili Bey, mülkiye mezunudur.
Havza ve Derik’te kaymakam olarak görev yaptıktan sonra Darıdere’ye (Zlatograd) atanır. Pertev Naili Boratav, 2 Eylül 1907 yılında Darıdere’de dünyaya gelir. Güzellik adına doğadan ne beklenirse, deniz hariç, tamamının olduğu bir coğrafya Darıdere. Oradan biraz yukarıda, yani yaklaşık 45 km uzaklıkta ise şimdiki adı ile Ardino, eski adı ile Eğridere bulunuyor. Eğridere’yi niye mi andım: Orası da yolları neredeyse hayatın her aşamasında kesişen, kendisinden birkaç ay büyük olan Sabahattin Ali’nin doğduğu yer.
Her insan için çocukluk önemlidir ve bu dönemde kazanılanlar, hayatın şekillenmesinde de ipuçları oluşturur. Boratav’ın çocukluğunu geçirdiği Mudurnu, duygu dünyasının zenginliğini oluşturan masal, hikâye, türkü gibi halk kültürü ürünleri bakımından önemli varsıllığa sahiptir ve bunlar onun çalışmalarının şekillenmesinde ciddi bir işlev taşır.
Pertev Hoca, ölümünden bir süre önce, 23 Aralık 1997 tarihinde, kendisiyle yapılmış son söyleşilerden birinde hayat hikayesine ilişkin olarak şunları paylaşıyordu: “Ben, Naili Bey’in, Kaymakam Naili Bey’in oğluyum. Naili Bey hayatının sonlarına doğru, Bolu Sancağı’nın, Mudurnu Kazası’nın kaymakamıydı. Ben ilkokulu Mudurnu’da bitirdim. O sırada İstanbul’un ve Anadolu’nun bir kısmı işgal altındaydı. İlkokulu bitirince, dayımın teşvikiyle Kumkapı’daki Fransız Okulu’na gittim. Papazların olduğu bu okulda beş sene okudum. Sonra İstanbul Lisesine gittim. Daha sonra üniversiteye gittim. Türkiye her yönden zengin bir memleketti. Ölüm, doğum, evlenme, oyun adetleri her yörede ayrı ayrı, çok renkli gelenekler şeklinde tatbik ediliyordu. Her ilde farklı bir uygulamayla karşılaşmamız doğaldı. Anadolu’daki yaşam çok renkliydi. Bu benim ilgimi daha küçükken çekmişti” (Aydın, 1998:5).
1926-27 döneminde İstanbul Lisesi’ni bitiren Pertev Naili, halk kültürüne ilişkin ilk çalışmasını, lisede sosyoloji ve psikoloji derslerine gelen hocası Hilmi Ziya Ülken ’in yol göstericiliğinde başlamıştır. Ülgen’in, kendisinin bu alana yönelmesinde ciddi emekleri olduğunu her daim vurgulayan Boratav, bu bağı lonca geleneğindeki usta-çırak ilişkisindeki bağlılığa dayandırarak temellendirir ve Derleme Klavuzu’nu ilk kez Hilmi Ziya Ülken’in kendisine verdiğinin altını çizer (Çetik, 1998:34, Aydın, 1998:9)
Boratav’ın estetik dünyasının zenginleşmesinde annesi Sıdıka Boratav’ın önemli katkısı vardır. Örneğin, önce 1967 yılında Fransa’da yayımlanan, sonra Türkçe ilk basımı 1968 yılında Ankara’da yapılan Az Gittik Uz Gittik adlı çalışmasında yer alan “Ayağına Diken Batan Karga, Ayşe, Fatma Kuzular, Can Kuşu, Çor Kuşu, Eşek Kafası, Ütelek, Mehmed Eşkıya, İlik Sultan, Balıkçı Güzeli, Tık Sopam, Tencerecik, Allah Kerim Padişahın Oğlu Erim, Kaz Yollasam Yolar mısın? Zengin Hamamı” annesi Sıdıka Boratav’dan derleyerek çalışmasına aktardığı masallardan bazılarıdır. Eşi, Hayrünnisa Boratav’ın vurguladığı üzere, bunları “Anamın Masalları” diye kitaplaştırmayı da düşünmektedirler.
“Boratav’ın, ilk yetişme ortamı olarak Darülfünun saptanabilir. Buradaki geleneksel ve tutucu çevreden çıkışı 1932 yılında Konya’ya gidişi ile gerçekleştir.” (Çetik, 1998:33). Darülfünun’un başında daha sonra doktora tezini de birlikte yürüttüğü Fuat Köprülü, ayrıca hocaları arasında Ragıp Hulusi, Ali Ekrem Bolayır, Ferit Kam, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, O. Reshcher, Yusuf Şerif adları vardır. Boratav, bir yandan Darülfunun’a devam ederken, aynı zamanda da Yüksek Muallim Mektebi’nde de burslu olarak okumaktadır. Arkadaşları arasındaysa, birlikte ilk dergicilik deneyimlerini yaşadığı ve soyadını belirleyen Hüseyin Nihal Atsız yanı sıra Orhan Şaik Gökyay, Şükrü Güllüoğlu, Ziya Karamuk gibi adlar vardır.
Darülfünun’dan 15 Ekim 1930’da mezun olur ve 1 Şubat 1931’de de asistanlığa başlar.
Pertev Naili Boratav’ın Türk halkbilimine yaklaşımı, Türkiye’de ancak belirgin olarak 1990’larda yaygınlaşan ‘Türk Dünyası Folkloru’ şeklindedir. Onun ilk çalışması Köroğlu Destanı’nda üzerinde özellikle durduğu öğelerden biri, destanın “müşterek”ligidir. İlk sayısı 15 Mayıs 1931 yılında çıkmaya başlayan, 25 Eylül 1932’ye kadar aylık olarak düzenli yayımlanan, kadrosunda Boratav’ın da olduğu Atsız Mecmua’daki yazıları, dergiyi çıkaran Hüseyin Nihal Atsız’la özellikle milliyetçilik konusunda ayrı düştüğünün ipuçlarını verir. Atsız, ta o zamandan itibaren ırkçı görüşleri belirmiş biridir. Boratav’sa milliyetçiliği kültürde arar ve bunu yukarıda da belirttiğim gibi, ‘Türk Dünyası’ temelinde şekillendirir. Atsız Mecmua’nın 4. sayısında, öğrenci derneklerine yönelik yazdığı önerilerde ele aldığı tema bunun açık örneğidir: “Komşu memleketlere giden Türk talebenin her şeyden evvel düşüneceği şey, oralardaki Türklerle temastır… Bunun, topraklarımızın haricindeki bizim harsımızla, bizim lisanımızla yaşamalarından duyacağımız manevi zevkten başka, Türkiye’nin istikbali için ameli neticeleri de vardır…”
Darülfünun’dan sonra Pertev Naili Boratav’ın hayatında, ikinci önemli değişiklik, 1932 yılında Konya Lisesi’ne tayin olmasıyla başlar. Bu olayın kaynağında, Temmuz 1932’de toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi’nde, Zeki Velidi Togan’ın, Türk Tarih Tezini eleştirmesi yatmaktadır. Raşit Galip’in, Togan’ı eleştirmesi, eleştirisini daha da ileri götürerek: “… esefle ifade edeyim ki Zeki Velidi Beyin Darülfünun’daki kürsüsü önünde talebe olarak bulunmadığıma çok şükrediyorum” demesi karşısında, Boratav ve Nihal Atsız, Reşit Galip’e “Biz Zeki Velidi’nin talebesi olmakla iftihar ediyoruz” diye telgraf çekerler. Bu telgraf, hükümetin üniversite üzerindeki baskısının somut bir göstergesi olarak, Atsız’ı Malatya’ya, Boratav’ı da Konya’ya öğretmen olarak gönderir. 25 Ekim 1932’de Konya Erkek Lisesi’nde stajyer edebiyat öğretmeni olarak göreve başlayan Boratav, ortaokul Fransızca öğretmenliği için de sertifika alır. En önemli şansı, Sebahattin Ali’nin de Konya’da olmasıdır. Ali’yle tanışıklıkları, Yüksek Muallim Mektebi günlerine dayanmaktadır. Çünkü, Sabahattin Ali, Yozgat’ta öğretmen olmasına karşın, kaçak olarak İstanbul’a gelip, Yüksek Muallim Mektebi Yurdu’nda kalmaktadır. Boratav’ın düşünce dünyasının genişlemesi ve sola yönelmesinde, kuşkusuz, Sabahattin Ali’nin rolü olmuştur. Konya Erkek Lisesi’nde öğretmenken edindiği dostluklardan biri de eşi Hayrünnisa Boratav’ın Adana’dan tanıdığı Ruhi Su’dur. Etkisinde kaldığı isimleri sayarken, Nazım Hikmet, Kerim Sadi ve Hikmet Kıvılcımlı’yı anar.
Boratav Konya’da çalıştığı dönem, Sabahattin Ali’yle Rusya’ya gitme hayalleri de kurmaktadır. Sabahattin Ali daha 1928’de, Almanya’dan evvel oraya gitmeye niyetlidir. Boratav bu dönemde yine mümkün olduğunca derleme yapmaya çalışmaktadır.
Konferans verme konusunda çok faal olan Boratav bu özelliğini Konya’da geliştirmiş gibidir (Çetik, 2019:46-47).
Almanya, 1930’larda Türk öğrenciler için yüksek öğrenim ve akademik kariyer için önemli bir merkezdir. Pertev Naili Boratav da 1936 yılında Önasya Dilleri öğrenimi için Almanya’da eğitim bursu kazanır ve 1936 yılında Almanya’da gerçekleşen Kış Olimpiyatları filminin seslendirilmesinde Türk öğrencilerle birlikte Boratav da görev alır. Boratav burada önce Almanca ve Almanca üzerinden Hititçe, Latince, Yunanca ve Asurca dil dersleri alır.
Türkiye’ye dönüşünde DTCF’de görev alması ve yeniden folklora yönelmesinde, Yüksek Öğrenim Umum Müdürü Cevat Dursunoğlu’nun payı büyüktür. Bu yönelimi o teşvik eder. Dursunoğlu’nun aracılığıyla 26.06.1937 tarihli kararnameyle Siyasal Bilgiler Okulu’na İdare Muavinliğine, bir ay sonra da kütüphane memurluğuna atanır. DTCF’neyse 1938 yılının Mart ayında Türk Dili ve Edebiyatı doçenti olarak ataması gerçekleşir.
1938-1939’lu yıllarda dönemin tek partisi CHP içerisinde Nazi hayranı çevrenin etkisi artmaya başlamıştır. Yayılan ırkçı dalgaya karşı aydın, edebiyatçı ve sanatçı çevrenin yanında DTCF’de görev yapan Muzaffer Şerif Başoğlu, Behice Boran, Niyazi ve Mediha Berkes’ler de vardır. Bu grup, Boratav’ın imtiyaz sahipliği ve Adnan Cemgil’in neşriyat müdürlüğü altında ilk sayısı 1941’de çıkan, siyasi yönü itibariyle anti-faşist bir bilim ve edebiyat dergisi Yurt ve Dünya etrafında toplanırlar. Dergi yayınını, 1944 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılana kadar sürdürür.
Boratav, Yurt ve Dünya’nın yayınlandığı dönemde Kars’da askerdedir ve burada hem yazı hem de derleme çalışmalarını sürdürür.
Askerlik sonrası DTCF’ye döndüğünde yoğun bir biçimde yayın faaliyetlerini hem Hilmi Ziya Ülken’in İnsan hem de Halil Vedat Fıratlı’nın Oluş dergisinde sürdürür. 1939 yılında Folklor ve Edebiyat, 1940’ta ancak 1943’de yayınlanacak olan Halil Vedat Fıratlı ile İzahlı Halk Şiiri Antolojisi’ni hazırlarlar. Bir yandan da çeviri çalışmalarını sürdürmektedir.
“Almanya’da bir Yahudinin evinde kalırlar. Oradan, Yeni Adam dergisine bir tiyatro eleştirisi gönderir. Buradaki Nazi hayranı Türk öğrencilerle zaman zaman Nasyonal Sosyalizm üzerine tartışmalara girer ve bunun sonunda Talebe Müfettişliğine, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle şikâyet edilir. Şikâyet dilekçesinin sahipleriyse eski arkadaşları Ziya Karamuk, Mecdut Mansuroğlu, Şükrü Güllüoğlu ve Fazıl Yınal’dır. Talebe müfettişiyse Boratav’ın 1946’dan sonra başka bir konumda tekrar karşısına çıkacak olan –Anadolucu– Reşat Şemsettin Sirer’dir” (Çetik, 2019:61). Çünkü Almanya’da öğrenci iken Boratav’ın bursunu iptal ettiren Sirer, 1946 yılında Hasan Âli Yücel’in tasfiyesiyle Milli Eğitim Bakanı olmuş ve 1948 yılında üniversiteden atılmasında da rol üstlenmiştir.
Boratav, Niyazi Berkes ve Behice Boran’ın, yani üç solcu hocanın üniversiteden uzaklaştırılması olayı, soğuk savaş iklimi içerisinde, tek parti yönetiminin içeride ve dışarıda izlediği politikalar ekseninden uzak düşünülemez. Çünkü, sergilenen olaylar ve “temeline incir ağacı dikilen” kurumlara bakıldığında bunun öyle sadece üç solcu hocanın tasfiyesiyle neticelenmiş bir olay olmadığı kolaylıkla görülebilir.
1930’lardaki dünya ekonomik bunalımı ve Türkiye’nin izlemeye başladığı devletçi politika, II. Dünya savaşı süresince içeride ciddi hoşnutsuzlukların kaynağı olmuştur. Örneğin buğday, üreticinin elinden ucuza kapatılmış ama ya stoklarda saklanmış ya da pahalıya ihraç edilmiş, bunu fırsata çeviren siyasal iktidara yakın çevrelerden yeni bir paralı kesim (buna ‘burjuva’ demek yerini bulmuyor) –oluşmuştur. Bunlar, kuşkusuz nüfusun %80-83’lük kesimini köylülerin oluşturduğu toplumda, demokrasi kültürünün cılızlığı içerisinde görünürde seçilmiş ama gerçekte atanmış elitlerin hegemonyasında bir egemenlik çatışmasının boyutlarını da sergilemektedir. Türkiye’deki siyasal iklimin nasıl değiştiğini, çok partili sisteme geçilmiş olmasına karşın CHP içerisinde güçlenen, en tipik örneğini de Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel yerine Reşat Şemsettin Sirer’in getirilmesinde gördüğümüz uygulama göstermektedir. Bu değişim, en önemli yankısı doğrudan bilim hayatıyla kültür sanat etkinliklerinde ve hiç kuşkusuz bütün bunların şemsiyesi olan eğitimde kendini göstermiştir.
Boratav’ın kürsüsünün kapatılmasına giden süreçte, mahkemede kendisine yöneltilen, tümü mesnetsiz sayılan suçlamaların, tipik bir biçimde daha sonra Türkiye’nin içerisine itildiği kaotik düzenle öyle derinden bağları vardır ki bütün bunlar yan yana getirildiğinde, tek başına bir bilim insanının ya da “üç solcu hoca”nın etkinliklerinin daraltılması, ortadan kaldırılması olarak görülemeyeceği açıktır.
Bu gelişmeler değerlendirilirken, yerel ve uluslararası kaosun ortaya çıkardığı çatışma ortamı, kurulan ittifaklar (örneğin Türkiye ile Almanya arasında 1941 haziranında imzalanan dostluk anlaşması) yabana atılmamalıdır. Bu süreç bir yanda Almanya paralelinde ama yoğun biçimde Amerika’nın ekonomik ve siyasal politikalarıyla Türkiye’nin içerisine çekildiği emperyal dünya göz önünde bulundurularak ele alınmalıdır.
Boratav’a yöneltilen suçlamalara bakıldığında fotoğraf bütün o fluluklardan arınır ve belirgin bir netlik kazanır. Bu netlik, Türkiye’nin eğitim kurumları, üniversitesi, kültür ve sanat hayatıyla bir bütün olarak nasıl bir daralmaya sürüklendiğini; düşüncede tekçiliği yerleştirmeye, toplumu kişiliksizleşmeye odaklandığının göstergesidir.
Unutmamak gerekiyor, Türkiye 1938 yılında Boratav’la birlikte üniversitede kavuştuğu halk edebiyatı dersleriyle, hazırlık çalışmaları sürdürülen halkbilimi bölümü ve ayrıca kuruluş süreci tamamlanmakta olan Köy Enstitüleri ve etkinlikleri yaygınlaşmış olan Halkevleri arasında bir griftlik içerisindedir. Bizzat Boratav’ın kendisi çalışmalarına bu kurumları da dahil edip kendisi de dahil olarak izlence oluşturmaktadır. Ne var ki, türlü karalama ve suçlamalarla hızını alamayan sığ anlayış, vandallığını daha da ileri götürerek, nasıl bir Türk kültürü düşmanlığı içerisinde olduklarını; esasında bütün kültürlerin düşmanı olduklarını kaba, ırkçı milliyetçiliğin karartısına sığınarak 1948 yılında dönemin milli eğitim bakanı Reşat Şemsettin Sirer’in söylediği “Folklor nedir? Peri masalları nedir? Halk hikayeleri nedir? Hükümetimiz hikâye anlatıcılara, derleyicilere vs. ödeme yapamaz.” Vandalizmin gelip dayandığı nokta “Türk kültürü için hiçbir anlamı olmayan kocakarı hikayelerine Türk hükümetinin para harcayamayacağı.!” olmuştur.
Boratav’a yönelik yapılan suçlamalara bakıldığında manzara çok daha net anlaşılacaktır. “İddia edilene göre Boratav, Türk destanlarını incelemeye alarak, milli ilkeleri sorgulamış ve o suretle üniversitenin genç insanlarını zehirlemiştir. Suçlama, Boratav’ın Türk milliyetçiliğinde ünlü bir kişi olan Namık Kemal için anma gününü kasten durdurduğuna dair bir söylentiye dayanmaktaydı, çünkü o halk şairleri için bir kutlama günü yapmayı dilemiştir.” (Birkalan, 2003:120).
Türk halk kültürünü küçümseyip, kocakarı hikayelerinden bilim üretilemeyeceği sığlığında yüzenlerin, dönüp bu hikayeleri derleyenlerin, bunları bilimsel bir disiplin içerisinde ele alma çabası gösterenleri başka nasıl suçlayabilirlerdi ki? Diğer suçlamalara baktığımızda düşünsel sığlığın nasıl bir berbatlığa gömüldüğü daha güzel anlaşılır: “Boratav, Rusya’ya oldukça yakın bir şehir olan Kars’taki halk hikayeleri derlemesinde milliyetçi duyguları yansıtan halk hikayelerini kasten elemiş, fakat Marksist ideolojiyi yansıtan hikayelere aldırmamıştı.”
“Diğer bir iddia Boratav’ın Türk milliyetçiliğine zıt inançlar olan Kızılbaş şairlerden derlenen Türk halk şairlerinden örnekleri sınıfta aktarmasıydı.”
“Diğer bir sav, Türk destanı Köroğlu’nun analizinde Boratav’ın Köroğlu’nu toplumda sıkıntı veren bir haydut olarak değil, muzaffer bir kahraman olarak betimlemiş olduğunu iddia etmekteydi. Bu nedenle, halk şiiri eğitiminde Boratav’ın otoriteye rüşvetçiliğe karşı isyan ve ayaklanmayı desteklediği iddia edilmekteydi. Boratav bu iddiaları bir edebiyat öğretmeni olarak eleştirel bir çatı içinde, sosyal bakış açısı durumuna başvurarak edebiyat çalışmalarını analiz etmenin hakkı ve görevi olduğu şeklinde yanıtladı (Birkalan, 2003:120).
Pertev Naili Boratav
Fotoğraf: Ayhan Aydın (İstanbul, Aralık 1997)
II.Pertev Naili Boratav, yorulmak bilmez çalışkanlığıyla “bilimde önemli olanı” erken sezen bir bilim insanıdır. “Halk edebiyatı örneklerini doğal çevre içinde bir dinleyici kitlesi önünde toplanmasının ve anlatıcının kişiliğini yansıtan ifadelerin de yazıya geçirilmesinin önemi Amerika’da ancak 1970’lerden sonra tartışılmaya başlandı. Pertev Hoca, sağduyusu ile bunu daha 1940’larda uygulamaya başlamıştı.” (Başgöz, 1998:12)
Pertev Naili Boratav gibi kültürel kalıtı bütünlüğü içerisinde görme yetenek ve bilincindeki bilim insanlarını düşünürken, bir bunalım kaynağı olan kültür sorununu da gözden ırak tutmamak gerekiyor. Türkiye’nin koca iki yüzyıldır içerisine çekildiği batılılaşma serüveninde geldiği yer, kaba hatlarıyla ‘yerli’ ile ‘yabancı’nın karmaşasından öteye gidememişse, yabana atılmasın, Boratav gibi, insanı kültürel bütünlüğü içerisinde kavramış bilim insanlarından yoksun bırakılmışlığımızdandır. Onun meslek hayatının ilk basamağında ele aldığı Köroğlu çalışmasını; “ister yaşamış bir bahadır ister efsanevi bir şahsiyet olsun, milletimin, zaman ve mekân içinde, bütün meziyet ve kusurlarını özünde toplayan kahraman” olarak ‘Köroğlu’na adamasındaki incelik, kültürü nasıl bir bütünlük içerisinde kavramışlığının somut işaretidir.
Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif, Behice Boran gibi bilim insanlarının, bilimdışı müdahalelerle, üniversiteden uzaklaştırılmaları, etkisi bugüne uzanan siyasetin akademideki gölgesinin tipik yansımasıdır. 1940’ların sonunda Pertev Naili Boratav’ın kürsüsünün kapatılıp, halk kültürü üzerine yapmakta olduğu çalışmaların üniversite dışına itilmesi ve esasında kendisinin çalışamaz hale getirilmesi çabasıyla, Türkiye’de Cavit Orhan Tütengil, Bedrettin Cömert gibi her biri kendi alanında önemli bilim insanlarının katledilmesine uzanan kahrolası zihniyet ve nihayetinde halk kültürü zenginliğimizin radyo programları aracılığıyla ve bizzat geleneğin yaratıcı temsilcilerinin katılımıyla farklı bir düzlemde toplumun geniş kesimleriyle buluşmasını sağlayan Ümit Kaftancıoğlu’nun katledilmesi arasındaki kültürel düşmanlığa, aydın kıyımına paralellik kurmak yadırganmamalı.
Pertev Naili Boratav’ın, 2 Eylül 1907’da başlayan yolculuğu 16 Mart 1998 yılında Paris’te noktalandı. Arkasında, büyük insanlığın biriktirdiği zenginliği, toplumuna ve insanlığa karşı sorumluluk duygusu derin, namuslu aydın duyarlığı ve bilim insanı erdemiyle oluşturduğu binlerce belgeden oluşan “Boratav Arşivi’ni bıraktı. Ayrıca, önemli bir bölümü alanın ilk örnekleri olan Köroğlu Destanı (1931), Folklor ve Edebiyat I (1939) Halk Edebiyatı Dersleri (1942), Halk Hikayeleri ve Hikayeciliği (1946), Zaman Zaman İçinde (1958), 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı (1969), 100 Soruda Türk Folkloru (1973), Nasreddin Hoca (1996) gibi çalışmaları ile yurtdışında yaptığı yayınlar, bu çalışkanlığın somut örneğidir. Bu yapıtlardan kimilerinin Almanca, Fransızca, Macarca, İngilizce, baskıları yanı sıra Wolfram Eberhard’la hazırladıkları, 3000 Türk halk masalının 378 tip olarak kataloglandığı Typen Türkischen Volkmårchen (Türk Halk Masallarının Tipleri) gibi alanında başyapıt olan çalışmaları da anımsarsak küçümsenemeyecek bir bilgi ve belge birikimini ulusuna kazandırdı. Ayrıca, Heinrich Heine, Arnold van Gennep, Mme Vige Langevin, Platon, Şadraka’dan yapıtları da Türkçeye çevirdi ve bütün haksızlıklara karşın, ülkesine ve halkına karşı borcunu ödemiş bahtiyar bir insanın içten tebessümüyle ayrıldı aramızdan.
Kaynakça:
Aydın, Ayhan (1988), “Perte Naili Boratav’la Söyleşi”, Pertev Naili Boratav’a Armağan (Haz. Metin Turan) Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Başgöz, İlhan (1998); “Pertev Naili Boratav’ın Türk ve Dünya Folklor Çalışmalarındaki Yeri”, folklore/edebiyat, sayı: 14.
Birkalan, Hande (2003), “Pertev Naili Boratav, Türkiye’de Politika ve Üniversite Olayları” (çev.Gönenç Turan), folklor/edebiyat, sayı:33.
Boratav, Pertev Naili (1969), Az Gittik Uz Gittik, Bilgi Yayınevi, Ankara.
Boratav, Pertev Naili (1984), Köroğlu Destanı, Adam Yayınları, ‹İstanbul.
Çetik, Mete (1988), “Pertev Naili Boratav’ın Gençlik Döneminin Bazı Özellikleri”, Pertev Naili Boratav’a Armağan (Haz. Metin Turan) Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Çetik, Mete (2019). Pertev Naili Boratav Bir Akademisyen ve Düşünce Adamı, İletişim Yayınları: İstanbul.