İçler Dışlar Tablosu
Öykü

İçler Dışlar Tablosu

Selahattin Avcı

Köprünün üstünden arabalar, altından insanlar geçer. Trenler geçer köprünün altından, üstünden insanlar geçer. Bir yerlere giderler, bir yerlerden gelirler. Ben de nereye gittiğimi bilmeden köprünün önünden geçtim. Altından da geçebilirdim ama önünden geçtim. Köprünün üstündeki kalabalığı gördüm. Yaklaştım. İçindeyim. Durdum. Hâlâ kalabalık. Vagonlar aşağıda sıra sıra dizili.  El sallayamazlar, el salladım.

 

Kalabalık bağıra çağıra yürüdü caddeye. Karşı karşıya apartmanlar yürümedi, yan yana apartmanlar da. Duruyorlardı. Sesler büyüdü, yankıya dönüştü. Daha da büyüdü. Köprünün ilerisindeki sokağı kapatmışlar, insanlar geçemez. Altından trenler de geçemez. Köprü çoktan bitti. “Hakkımızı söke söke alırız,” yankı büyüdü, söke söke alırız. Bitti. Yankılar başladı ve bitti. Kalabalık azaldı.

 

Saçlarım küt kesili. Sıkılırsam yine uzatırım. Palmiyenin altında, saçlarım küt kesili. Kalabalık gitti, ben gitmedim. Ağacın altındaki oynak gölge yer değiştirdi, ben gövdedeki gölgeyi takip ettim. Karşıdaki palmiyenin gölgesi daha büyüktü. Gölgenin içinden bana seslendi, “Buraya gelin isterseniz,” gittim.  Saçlarıma baktı, bir şey demedi.  Poğaça alacağım dedi, yok dedim, yine de aldı, düşünceli olmak iyidir dedi, devrim dedi, olursa dedi, olacak dedi.  Peşimden gel, dedi. Daha neler neler, dedi. Oracıkta hemen palmiyenin altında büyük hayallerim var, dedi,  uydurduğumu düşünmeyin, saçımı, poğaçayı boş verin. Diğer dedikleriyle hülyalar kurulabilir. Kurdum. Gittim.

 

Birçok günün, ayın, yılın üzerine tabaklarla birlikte çay bardaklarını attım, üçer takım parçaladım.  Paşabahçe de olsa hepsi kırıldı. Son tabak takımındaki tabaklar arka arkaya hıncıma teslim oldu. Fedonvari hareketlerime imrendim. Diz kırıp bunu ritmik yapabilirdim ama ayakta da bir ritim tutturdum.  Hayallerden dökülen tuzların üzerinden gırç gırç geçtim. Yere bastıkça ayak bileklerimden dizlerime kadar gömüldüm. Yılların arasına yılları, başkalarının arasına başkalarını kararak devrildi geldi, yanlış oldu, devrildi gitti.  Onun devrime olan inancı filiz verdi, çiçek açtı kucaktan kucağa. Avizeden akan sarı ışığı da toplayıp toplayıp kollarıma attı. Işık her seferinde dizlerimden ayak bileklerime süzülüp tuza karıştı. Dağları aşmak için eviyede biriken bulaşıkların üstünden atladı. Diyalektikle çamaşır makinesinin sıkma programındaki gürültünün üstesinden gelmeye çalıştı. Elindeki kumandayla ülke ülke gezip vahlanıp durdu. Elindeki kumandanın elinde olmadığı zamanlarda dilinde oluşan görüntüyle bana hep televizyon hissi veriyordu. Bir keresinde konuşurken ağzının kenarına konan sinek uzun süre gitmedi, televizyonun camına yapışmışçasına bekledi. Canı sıkıldı ve sonra gitti.

 

Konu komşu sordu duruyor, dedim ama durarak da ülke ülke gezmesini iyi bilirdi. Kurtlar kuşlar sordu gene duruyor, dedim. Devamında kimse sormadı, sorsalardı, yine duruyor, diyecektim. Anladım ki devrilen yolların dışında arada bir, arada bir değil, çoğu defa, çoğu defa da değil, her zaman götünü devirdi. Yollar önü sıra, kanepe de götünün altında uzuyordu. İnancını yitirmediğini kirpiklerini kırpıştırmasından anlıyordum, anlamaz mıyım, anlarım pekâlâ. Siz yaşasaydınız siz de anlardınız. Kanepenin orta yerindeki çukurun içine bütün bir insanlığı toplamasından bu yürekten ve içten çabayı anlamaz mıyım? Yaşamıyorsanız anlamazsınız. Yaşıyorsanız çoktan anlamışsınızdır. Yalnız başınaysanız nereden bileceksiniz?

 

Arada bir “Unut istersen, inancını tazele,” derdi.  Başkaca söylediklerini boş verin. Duyduklarımla kapı kollarını tuttum. Pencerenin pervazlarına dokunup parmaklarımla kavisli yollar çizdim. İnancım olmasa da parmaklarımın tazelendiğini hissettim. Bunu defalarca yaptım fakat daha sonra saymayı bıraktım. Saymayı unuttum dersem yalan söylememiş olurum.  Unuttuktan sonra saymayı bıraktım, hah şimdi oldu.  Pencereyi açtım. Kapıları tekrar tekrar açtım, kapattım, açtım, kapattım. Pencereyi daha sonra kapattım.  Duyduklarım çoğu defa içeride kaldı. Bazen de dışarıda büyüyen rengi siyaha kaçmış bulutlar tıpır tıpır döktü. Pencereyi tam kapattım mı diye kontrol edip pencereyi açıp tekrar kapattım.  Göremediklerimi de görmemeye yordum. Görebilseydim anlatırdım ama göremedim.

 

Bir sabah kalktım. Her zamanki sabahlardan biri değildi. Hiçbir zaman olmayacak sandığım sabahlardan ilkiydi. Salona geçip kumandayı elime aldım. Kanepedeki çukurun biraz uzağına oturdum, çukur içine içine doğru beni çekmeye başladı, ayağa kalktım. Kumandadaki piller yere düştü. Televizyon, vazo, tablolar çukura doğru aktı.  Masa ters döndü, sandalyeler yuvalarından sökülmeye başladı. Ağzı kocaman lokmalarla şişen çukur doymak bilmiyordu.  Peş peşe diğer odalarda da ne varsa alıyordu içine.  Holdeki duvarın arkasına kendimi siper ettim. Ojelerim, rimellerim, göz kalemlerim, fotoğraf albümlerim havada döne döne, düğün fotoğrafımız oynaya oynaya, halaydakiler toplu halde gidiyorlardı. Parmaklarını şıklatan Nazan önümden geçti.

 

“Kız kocişine selamını götürüyorum kız!”

“Götür kız Nazan götür senin olsun. Onun, bunun, şunun.”

Kanepedeki girdap yutacağını yutmuştu Ben ve kanepe kalmıştık. Kanepe ağzını açmış, takırdayan dişlerinin arasında kesik sözler “ i-nan-cı-nı ta-ze…“ gözümü dayayıp baktım, eşyaların arasında parmak şıkırtıları. Orkestra tüm konuşmaları bastırsa da zar zor duyuyordum.

“Kız gel kız kocişin burada,” diyor Nazan.

“Yok yok, birleşe birleşe kazanın siz, aranıza girmeyeyim.”

 

Çukurun dışından çıkıp geldi. Yeleleri, başı, ayakları, kuyruğuyla karşımda doru at. Kanatlandı.  Oradan uzaklaştım. Yemin ederim. Sırtına atlayıp ırmaklar geçtim, dağları aştım. Rüzgârın avuçladığı yerde saçlarım küt kesili, aşağısı minnacık, gök kocaman. Kanat çırptıkça kulağına fısıldadım, yorulursun. Yorulmadı. Ben palmiyenin altında, kendisi mavide kaldı.

 

Ağacı, inancın gölgesini, gölgemi terk ettim. Gölgem epey peşimden koşsa da artık yok. Her sabaha böyle uyanacağım sabahlardan ilkiydi. Vagonların yanından geçtim. Vagonlara dokundum. Rayların üzerinde adımlayarak yürüdüm.  Uzaktan kafasını uzattı tren. İki elimle havada daireler çizdim. Kafası gitgide büyüdü trenin. Hemen uzaklaşıp yan tarafa atladım.  Bütün vagonları uğurladım, kaybolana kadar.