“İnsan Yaşadığı Yer Kadar İnsan, Doğduğu Yer Kadar Gerçektir”
Söyleşi

“İnsan Yaşadığı Yer Kadar İnsan, Doğduğu Yer Kadar Gerçektir”

Kader Menteş Bolat

Kader Menteş Bolat: Sevgili Cem, Kayıp Gergedanlar, Kafkaesk izler taşıyan, sarsıcı bir kitap! Odağında Maraş katliamı var. Senin için önemiyle başlayalım istersen.

Cem Kalender: Kayıp Gergedan’lar diğer romanlarıma göre biraz farklı bir yerde. Edebiyata beni en çok yaklaştıran kitap. Edebiyatın kendisi gibi çok boyutlu, çok katmanlı bir dünya. Yazarken hem çok zorlanmıştım hem de çok keyif almıştım.

 

“Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç.” diyor İbn-i Zerhani. Kasımpaşalı Oedipus’ta mitolojik bir dil kullanıyorsun. Her romanında farklılaşıyor dilin. Dille ilişkini/ dile bakışını anlatır mısın bize?

Roman neyi anlattığından çok nasıl anlattığına odaklanan bir sanat. Dil, romanın ana malzemesi. Anlatım dili kadar bilinçdışı dil de roman için önemli. Ben bilinçdışını edebiyatta çok önemsiyorum ve romanlarımda bu dili kullanmaya çalışıyorum. Sözgelimi Kayıp Gergedanlar ’da bunu çok katmanlı bir şekilde kullanmaya çalıştım.

 

2020’de çıkan Mazarin Mavisi ile dikkatleri üzerine çektin. Doğan Kitap etiketiyle çıkan bu kitabında Tuna’nın kendini keşfetmesine tanık olurken İstanbul’un farklı yüzlerini de görüyoruz. Etkileyici bir insan trajedisini gözler önüne seriyorsun. Yazdıklarında yoğun bir gözlem olduğunu hissettiriyor kitap. Bu kitabı yazma sürecine ilişkin neler söylemek istersin?

Mazarin Mavisi, gerçek bir hikâyeden yola çıkarak yazılmış bir roman. Sarsıcı ve ilginç bir hikâyesi var romanın. Bir dönüşüm hikâyesi. Aynı bedende sıkışmış üç karakterin kişisel ve toplumsal çarpışmalarını, zorluklarını anlatıyor. Bu roman için ötekinin ötekisinin hikayesi diyebiliriz.

 

Toplum sorunlarına yaslanan bir bakış açın var. Son kitabın Çürüme de bunun bir yansıması. Toplum içindeki çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu Palu ailesi üzerinden çarpıcı bir anlatımla dile getiriyorsun. Bu konuyu işlerken çıkış noktan neydi? Anlatır mısın?

Çürüme de Mazarin Mavisi gibi gerçek bir hikâyeden yola çıkarak kurgusallaştırılmış bir roman. Romanda bir insanın ailesini, yaşadı mahalleyi nasıl manipüle edip gerçeği nasıl büktüğünü okuyoruz. Çürümenin iktidardan topluma, toplumdan bireye doğru akıp gitmesini görüyoruz. Tek başına ve kendiliğinden olan bir şey değil çürüme. Bulaşıcı hastalık gibi bütün topluma yayılıyor.

 

Doğduğun, yaşadığın coğrafya yazınını nasıl etkiliyor?

İnsan yaşadığı yer kadar insandır. İnsan doğduğu yer kadar gerçektir. Doğduğun yaşadığın yer yazdıklarını şekillendirir. Neredeyse bütün yazarlar doğduğu, yaşadığı coğrafya ve kültür üzerinde kalem oynatırlar. Coğrafya kader midir bilemiyorum ama coğrafya gerçekten bir kimliktir.

  

 Üzerinde çalıştığın yeni bir proje var mı? Varsa bize bahsetmek ister misin?

Evet. Yeni bir romana başladım. Ama çok başındayım henüz. İnsanın kendiyle, kaygılarıyla, pişmanlıklarıyla, yaşadığı toplumla, insanlık haliyle hesaplaşması diyebilirim. Sert bir varoluşsal hikâye. Ama varoluşu merkeze almayan, kısaca “Evrenin insanla ilgili hiçbir fikri yok,” felsefesi üzerine kurulmuş bir hikâye.

 

Son olarak yazın sürecine/ edebiyat ortamına dair söylemek istediklerin nelerdir?

Edebiyat ortamına uzağım. Edebiyat ortamı var mı doğrusu onu da bilmiyorum. Bir de merkeziyeti olmayan bir şey edebiyat, ana akım değil yani. Yazın sürecine gelince, bu tamamen bireysel ve kendi halinde bir eylem. Ben bir eylem olarak edebiyatın en çok bu yanını seviyorum.