Kaçak Yazarlar
- 12 Eylül 2024
Gazeteci-yazar Mine Kırıkkanat’ın 2021 yılında yazar Elif Şafak ve Şafak’ın yayımcısı Doğan Kitap’a karşı açtığı intihal davasını kazandığını kamuoyuna duyurmasıyla başlayan tartışma edebiyat dünyasından farklı görüşlerin basına yansımasıyla devam ediyor.
Mahkeme, bilirkişi raporundan hareketle, kurgu, karakterler, olay örgüsü ve mekân birliğine bakıldığında Elif Şafak’ın ilk basımı 2001’de yapılan Bit Palas romanı ile Kırıkkanat’ın 1990’da çıkan Sinek Sarayı isimli kitabı arasındaki benzeşmenin, yüzde beşlik bir oranla, intihal düzeyinde olduğuna hükmetmişti.
Karar tüm unsurlarıyla ilgi çekerken, yazar, yayımcı ve eleştirmenler arasında, intihalin ölçütü nedir, mahkeme kararı ile tespiti mümkün müdür, bu anlamda karar okuyucuya mı zamana mı bağlıdır, gibi tartışmaları da beraberinde getirdi.
Davaya ilişkin son gelişme, üst mahkeme, kararı onaylarsa, Elif Şafak’ın Bit Palas romanı bir daha basılamayacak, piyasadaki baskıları toplatılacak. Edebiyat dünyasını yakından ilgilendiren bu konuyu Karnavaldergi olarak biz de gündeme taşıma kararı aldık. Ancak bu sebeple gördük ki bazı yazarlarımız konu hakkında görüş bildirmekten, olayın tarafı olmak istemediği gerekçesiyle, uzak durmayı tercih etti.
Konuya ilişkin görüş bildiren yazarlarımız, Nedim Gürsel, İsmail Güzelsoy, İbrahim Dizman, Algan Sezgin Türedi’dir.
Tarafımıza ulaşacak görüşleri okurla buluşturmaya devam edeceğiz.
İbrahim Dizman
NUR TOPU GİBİ BİR KAVGAMIZ DAHA OLDU..
Sanatta ve özellikle de edebiyatta “intihal” olarak tanımlanan “çalıntı” kavramı hiç bitmeyen bir tartışma konusu. Aslında daha çok eleştiri alanının ya da akademik irdelemelerin gündeminde olması gerekirken, konu bambaşka noktaların devreye girmesiyle alevleniverir her zaman. Bu geçmişte de böyle oldu. Nazım Hikmet’ten Yahya Kemal’e, Peyami Safa’dan Necip Fazıl’a kadar birbirini çalıntı ile suçlamayan edebiyatçı neredeyse yok gibidir. Aradan zaman geçip neler söylendiğine yeniden dönüp bakınca ise, tartışmaların ya kişisel ya da yazınsal alanın dışında ideolojik göndermelerle yüklü olduğunu görüyoruz. Elif Şafak/ Mine Kırıkkanat’ın romanları arasında kopan fırtına da yazınsal alanın dışına taşıverdi bir anda. Ayrıca bir de “anahtar kelimelerin yüzde beşlik benzerliği” gibi bir muhteşem bilirkişi değerlendirmesi kazandık! Ne olacak şimdi? Herkes eline bir “kelime sayar” mı alacak? Oysa eli kalem tutan herkes bilir ki “güneşin altında söylenmedik söz yoktur.” Aslolan ortak sözlerden yeni ve özgün bir dünya kurmaktır. Ama madem ki Şeyh Galip bile çaldımsa mirî malı çaldım” diyor; öyleyse yapacak bir şey yok. Tematik benzerlikler, esinlenmeler her zaman olur. Bunun sınırını da yargı değil edebiyat tarihi belirler.
Algan Sezgintüredi
Selam.
İki kitabı da okumadım ve davanın ayrıntılarını bilmiyorum. Öte yandan, konuya dair okuduklarımdan, mahkeme kararında etkili olan bilirkişilerin söz konusu kararı verecek yetkinlikte olmadıkları kanısına vardığımı söyleyebilirim. “Yüzde beş” aynılık gibi bir ifade var; bu yüzde beş, kelime aynılığıysa gülünç çünkü herhangi iki kitabın her yüz kelimesinden beşten çok daha fazlası aynı olabilir. Yok, bu yüzde beş anlatı, fikir, tema, üslup gibi hususlardaysa nasıl yüzdeye vurulduğunu anlayamıyorum. Kaldı ki edebiyat veya diğer herhangi bir sanat biçimi, ölçülebilir ve esasen çok da önem taşımayabilecek birkaç husus dışında nesnel ölçüme tabi tutulamaz. Bu ve diğer intihal meselelerinde kararın, edebiyatla akademik düzeyde uğraşan uzmanlara bırakılması gerektiği söylenebilir ama ortada çok bariz, neredeyse bire bir alınıp kullanılmış ölçüde bariz bir durum olmadığı sürece onların değerlendirmeleri bile yeterli olmayabilir.
Nedim Gürsel
“İntihal, edebiyatta sıkça gündeme gelen bir konudur. Fakat burada etki kavramından bahsetmek daha doğru olacaktır. Bir yazarın başka bir yazardan etkilenmesi oldukça normal karşılanması gereken bir durum iken konu tırnak içinde -yürütme- ise bu tabii doğru değil.
Tartışmaya konu olan Mine Kırıkkanat’ın Sinek Sarayı isimli kitabı bir binada yaşayan insanların ayrıntılı öykülerinin olduğu bir kitaptır. Elif Şafak’ın bu kitaptan intihalde bulunduğu iddia ediliyor fakat aslında böyle çok kitap vardır.
Örneğin George Perec, Türkçe’ye Yaşam Kullanma Kılavuzu ismiyle çevrilen kitabı La Vie Mode D’emploi’de bu fikri geliştirmiş ve ayrıntılarıyla da yazmıştır. Dolayısıyla Mine Kırıkkanat’ın da orijinal bir fikir bulduğunu söylemek abartılı olacaktır.
Diğer yandan intihal yapılsa bile bunun mahkemeye taşınmasını ben kendi adıma doğru bulmuyorum.”
İsmail Güzelsoy
İntihal kelime benzerlikleri, set, tema, eser adıyla olmaz. Roman bir kurgu sanatıdır ve öncelikle kurgusal yapı incelenir. Roman, sinema, tiyatro ve müzik, zaman üzerine kurgulanır. Haliyle zamanın kullanımı önemli ölçüde ipucu verir intihale dair. Karakter yapısı eğer intihal yapılan romanda çok merkezi bir önemi haizse, bu bakımdan da iki eseri incelemek gerek. Diyelim ki Orhan Kemal’in, Murtaza isimli romanındaki karakterden çokça esinlenmek bir intihal olacaktır, roman bu karakter üzerine kurulmuştur. Entrikaya, akış şemasına, tasvirlere, diyaloglara, üsluba bakılır. Bütün bunlar esinlenme ile intihal arasındaki çizginin aşılabilmesi için önemli dayanak noktalarını oluşturur zaten. Her roman bir paradigma yaratır.
Bu noktadan hareket etmek gerek. Temel soru şu olmalı: Birinci eser yazılmasa ikinci eser yazılabilir miydi? Bunun cevabı “hayır” ise daha derin çalışma yapılmalı. Bu çalışma teknik ve estetik boyutları kapsayacak şekilde derinleştirilir. Benzerlik, üst kurmaca, esinlenme ile intihal arasındaki çizgi çok ince değil yani. Bu işi yapacak kişiler, eleştirmenler, akademisyenler, yazarlardır. Kuyumcu titizliğiyle çalışma gerektiren bir süreçtir. Patatesle elmas aynı terazide tartılmaz. Çünkü iki yazarın hayatı söz konusu, oldu bittiye getirilecek bir iş değil. Şuraları benziyor, o zaman şu kadar intihal var kafası çok tehlikeli. Bu şekilde yaklaşıldığı zaman edebiyatta binlerce eser intihal olarak görülebilir. Pek çok şey gibi, bu da ülkemizde sulandırılmış bir konu. Buz tutmuş yolda yürürken kayıp düşen insanlara gülme refleksiyle ilgili bir sefillik hakim. Özellikle sosyal ağlarda linç doğal bir etkileşim haline gelmeye başladı giderek. Bir takım insanlar eteklerine taş yığıp oturuyor orada.
Gelene bir tane, gidene bir tane. Evet hukuka olan inanç zayıfladıkça linç yaygınlaşır ama tersi de doğrudur. Yani sizin içiniz rahat edecek diye insanların hayatlarını adadığı şeylerle bu kadar pervasızca oynamaya hakkınız olamaz. Bir yazar kendisinden intihal yapıldığını düşünebilir, hakkıdır. Bunun için yasal yollara da başvurabilir, söyleyecek bir şey yok ama ülkede bu kadar saygın akademisyen, eleştirmen, meseleye vakıf yazar varken böyle bir iddianın oldubittiye getirilmemesi gerek.
Tekrar söylüyorum, çok özenli, titiz bir çalışma gerektiren bir süreçtir bu. Arsadan çıkan suyun kullanımı için açılan bir dava değil bu. İki yazarın hayatını ilgilendiren çok önemli bir meselede özenli olunması şart. Kültür sanat hayatı ortada. Yok kadar az… Bir de böyle mi tırpanlayacağız geriye kalan kuru otları? Yazık… Söyleme, dile, üsluba da özen göstermek gerek, oralara girmek istemiyorum. Son bir söz: İktidar insanları kutuplaştırıyor evet ama insanlar da kutuplaşmaya çok gönüllü görünüyor. Haksızlığa, zulme karşı bir şey yapamadığımız için hedefe gelen kim olursa taşı atıyoruz. Kendi günahlarımızla yüzleşme yürekliliğini göstermeden. Çok hırçın, yıkıcı, kibirli insanlar olduk.