İran Sineması ve “Sarhoş Atlar Zamanı” Üzerine
Sinema

İran Sineması ve “Sarhoş Atlar Zamanı” Üzerine

Mahinur Çanlı

“İsmin ne?” sorusuyla başlıyor Zamani Barayé MastiAsbha. Adını soğuktan etkilenmemeleri ve ağır yükler çektiklerinin farkında olmamaları için alkol verilerek uyuşturulan katırlardan alıyor.
İran’ın Irak’a sınır, kışı çetin geçen köylerinden birisindeyiz. Bahman Ghobadi’nin 2000 yapımı ilk uzun metraj filmidir Sarhoş Atlar Zamanı. Aynı zamanda, 1990’lıyıllara kadar İran’da yerel dillerde film yapmak siyasi ve kültürel baskılar nedeniyle oldukça sınırlandırılmış ve sansüre maruz kalmış olduğundan İran sinemasındaki ilk Kürtçe uzun metraj filmi olmasıyla da ayrı bir öneme sahiptir.
İran sinemasının kendine has üslubu ile dünya sinemasında yerini sağlamlaştırana dek birçok güçlüğü göğüslediği malumdur. Bu nedenle Sarhoş Atlar Zamanı’nadaha geniş bir perspektiften bakabilmek adına öncelikle İran sinemasından bahsetmek gerektiğini düşünüyorum.

 

Sinema, ülke ile 1990 yılında ilk temasını kurmuş ancakilk etapta yalnızca zengin insanların ulaşabildiği bir eğlence aracı olmaktan öteye gidememiştir. İlerleyen süreçte ise iktidar sahiplerinin maşası olmuş ve sık sık propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda “yaratı” gücü nedeniyle din adamlarının da düşmanı ve hedefi haline gelmiş, yaşanan savaşlar nedeniyle birden fazla ülkenin hegemonyasına boyun eğmiş, gösterim şartları ile sinema yasaları gibi yasal prosedürler ile engellenmeye çalışılmıştır. Birçok cephede pekçok sorunla boğuşan İran sinemasının sanat anlayışı ise her zaman “halk için” olmuştur. Sanatı silah olarak kullanmayı düstur edinmiş ve her koşulda üretim yapmaya devam etmiştir.

 

Özetle İran sineması gelişiminde politik ve ekonomik ülke koşullarından oldukça etkilenmiş ve tüm bu koşullara rağmen -bir açıdan da bu koşullar sayesinde- kendine özgü tarzını oluşturabilmiştir. Bu nedenle İran sinemasının en önemli özelliklerinden birisi minimalist oluşudur. Nitekim, sansür yasaları nedeniyle yönetmenler dolaylı, metaforik ve sembolik anlatım tarzına başvurmuştur. Diğer bir belirgin özelliği ise Hollywood tarzının tam aksine abartılı efektlerin kullanılmaması, sade derin ve etkili anlatım biçiminin tercih edilerek felsefi ve ahlaki sorunların sorgulanmasıdır.Çoğunlukla yapımlarda mekân ve ışık kullanımı doğal, bütçe düşüktür. Neorealizm etkisiyle sıradan insanların günlük yaşamları ve sorunları yansıtılır perdeye. İran sinemasının dikkat çeken özelliklerinden bir diğeri ise merkezine çocukları almış olması ve profesyonel olmayan oyuncular kullanmasıdır. İran sinemasında zamanın akışı yavaştır. Bu ise izleyiciye düşünme ve analiz etmek için oldukça alan tanımaktadır.
Son olarak filmlerin ana temaları genellikle şiddet ve savaşın etkileri, din ve toplumsal normlar, izolasyon, kadının toplumdaki konumu, aile dinamikleri, çocukların dünyaya bakışı, kimlik arayışı ile rejim eleştirileri üzerinde yoğunlaşmaktadır.

 

Sarhoş Atlar Zamanı’na geldiğimizde önce annelerini ardından babalarını kaybeden birisi hasta beş kardeşin hikayesine tanık oluyoruz; Amaneh’in dilinden ve Ayoub’ungözünden. Kardeşi Madi’nin ameliyat olursa en fazla sekiz ay yaşayacağını, ameliyat olmaz ise bir ay içinde öleceğini öğrenen kardeşlerin hikayesini. Film coğrafi, sosyolojik ve politik katmanlarıyla İran-Irak sınırındaki Kürt coğrafyasına dair küçük bir kesiti tüm sarsıcılığıyla yüzümüze vuruyor.

 

Evet, yukarıda değinildiği üzere bu filmde de küçük bir hikâyenin içinden sosyal bir gerçekliğin derinlemesine işlendiği bir eser ortaya çıkıyor: Yoksul bir çocuk kaçak bir şekilde, katırıyla sınırı geçerek para kazanmaya, kardeşini ameliyat ettirmeye çalışır. Aynı anda bir insanın değerini kim ve ne belirler, çocukluğunu yaşayabilmek bir lüks müdür diye sorar.  İnancı, bağ kurmayı, direnmeyi hatırlatır kısa diyaloglarla örülmüş bu duru hikâye. Sarhoş Atlar Zamanı oyuncularının da oyunculuk geçmişi yoktur. Ghobadi, oyuncuları kendisinin de doğmuş olduğu Bane köyününhalkından seçmiştir ve ne yazık ki film bittiğinde o çocuklar,başka bir hayatın mümkün olduğundan bihaber yaşamlarına kaldıkları yerden devam etmiştir.

 

Filmde bireysellikten ziyade kolektif bir yaşam biçiminin benimsendiğini hissederiz. Bu bir seçim değil mecburiyettir aslında.  Bu durum ise çocukların normal bir çocukluk dönemi geçirememelerine, erken yaşta olgunlaşmak zorunda kalmalarına, çoğu zaman yetişkinlerden çok daha fazla sorumluluk yüklenmelerine sebep olmaktadır. Böyleceçocuklar asıl olanın dayanışma ve sorumluluk almakolduğunu benimser ve bu durum içlerindeki gerçek çocukla karşılaştıklarında içsel bir çatışma yaşamalarına yol açar.  Zira beş kardeş yoksulluk ve kimsesizlik içerisinde var olma mücadelesi verirken çocuk olmak onlar için bir hayal bazen de ışığı titreyen cılız bir hatıradan ibarettir.

 

Eş zamanlı olarak film, toplumsal cinsiyet rollerine de ayna tutmaktadır. Erkekler yoksulluğun pekiştirdiği bu mücadelede, güçlü bir kişilik geliştirerek büyümek; kızlar ise daha geri planda kalarak yemek, kardeş bakımı gibi ev işleri ile ilgilenmek zorundadır. Ne yazık ki evlilik ile de çok erken yaşta tanışırlar. Tıpkı kardeşinin ameliyat olması karşılığında kendisinden yaşça büyük birisiyle evlenmeyi kabul eden ve bir katır ile takas edilen Rojin gibi. Toplumsal yapı tüm katı ve geleneksel yapısını bu yönüyle de göstermektedir.

 

Filmin geçtiği bölge de oyuncular kadar gerçektir. Soğuk, çorak, rüzgârlı ve karlı dağlar… Mayın döşeli kilometreler… Mekân ve karakterler adeta aynı kaderi paylaşır ve bu acımasız coğrafyaya ayak uydurmak zorunda kalır.

 

Filmi izlerken elbette politik bir alt metinle de karşı karşıya kalırız ancak çok bağırmaz. Ghobadi, önemsiz ve kimliksiz insanların dramını merkeze alarak daha etkili bir politik tavır sergiler.
Bu insanlar unutulmuş, dışlanmış, baskılanmıştır. Sınırın sarp dağlarında “politik boşluk” yankılanır: Devletin hiçbir müdahalesi yoktur, sağladığı bir altyapı ya da güvenlik önlemine de rastlamayız. Toplumsal düzen oldukça zayıf,yerel halk tamamen yalnızdır. Bu nedenle birbiriyle dayanışma içinde olmak ve birçok riski göze alarak kendi yollarını tayin etmeye mecburlardır.

 

Film, yalnızca İran’da değil uluslararası alanda da yankı uyandırmış, eleştirmenlerce övgüyle karşılanmış ve birçok ödüle layık görülmüştür.  Kaplumbağalar da Uçar, Kimse İran Kedilerinden Bahsetmiyor gibi birçok ünlü filmin yönetmenliğini üstlenmiş Ghobadi’nin üzerinden çeyrek asır geçmesine rağmen etkisinden hiçbir şey kaybetmeyen belgesel tadındaki bu filmini mutlaka izlemeli ve kendinize şunu sormalısınız: İçinde bulunduğumuz sistem, şahit olduklarımıza katlanmak, ağır sorumlukları sırtlanmak ve bilincimizi bir kenara bırakarak uyuşmak için bizi hangi alkol ile sarhoş ediyorlar?