Pelin Esmer’in yönetmen koltuğunda oturduğu ve senaryosunu Barış Bıçakçı’yla kaleme aldığı İşe Yarar Bir Şey, beyaz perdede izleyebileceğiniz en şiirsel yapımlardan biri. Üç ana karakter ekseninde yürüyen bir hikayesi var. Bir avukat ve şair olan Leyla, lise arkadaşlarının yirmi beş yıldır düzenli olarak yaptığı buluşmaların hiçbirine gitmemiş olmasına rağmen nihayet bir gün gitmeye karar verir. İzmir’den Ankara’ya yapacağı yolculuk için uçak veya otobüs değil, tren kullanmayı tercih eder. Filmde de söylendiği gibi hep içine dönük ve romantik biridir. Trende karşılaştığı Canan’sa bir hemşirelik öğrencisidir. Ailesine İzmir’de özel bir hastanede iş görüşmesine gideceğini söyler, oysa başka bir iş için o da aynı treni kullanacaktır. Trende tanışan ve birbirlerinin hikayelerine az buçuk aşina olan bu iki kadının yolu Canan’ın son durağına doğru devam eder. Canan, Yavuz’u öldürmek için bu yolculuğa çıkmıştır aslında. Geçirdiği bir kaza sonucu neredeyse tüm vücudu felç olan Yavuz doktorundan kendisini öldürmesini ister, ancak doktorunun yüreği buna el vermez. Bunun üzerine Canan bu işi ücreti mukabilinde kabul eder ve trende onun hikayesini öğrenen Leyla da onunla Yavuz’un evine gider. Bu üç karakter parça parça birbirlerinin hikayelerine eklenirler. Esmer ve Bıçakçı bu hikâyeyi beyaz perdeye aktarırken kadraja soktukları kitaplarla da desteklerler.
Filmde görünen ilk kitap, Leyla’nın tren yolculuğu esnasında okuduğu bir Gülten Akın kitabı olan Kırmızı Karanfil’dir. Filmin yönetmeni Esmer, verdiği bir röportajda neden bu kitabı seçtiklerine dair şu cümleleri kurar:
“Yazarken kendimizi Leyla’nın yerine koyduk, bazen de Leyla’yı bizim yerimize. Haliyle bizim sevdiğimiz ve etkilendiğimiz yazarları Leyla’ya da sevdirdik. Gülten Akın, Barış’ın çok eskiden şahsen de tanıdığı ve şair olarak da çok önemsediği biri, keza benim için de öyle. Son kitabının sırf adı için bile senaryo yazabilirim, Beni Sorarsan…, ne güzel bir isim!”[1]
Esmer’in bu ifadeleri elbette doğrudur, ancak sanıyorum ki Gülten Akın’ın ismi yalnızca sevdikleri bir şair olmasından ötürü masaya gelmemiştir bence. Filmde kadın bir şair olan Leyla’nın şiirlerini duyarız, çok net bir kadın sesini hissederiz bu şiirlerde. Daha sonra Leyla, Canan’ın hikayesini dinleyip onun macerasına dahil olur, yani bir çeşit kadın dayanışması içine girerler. Yani film, aslında Gülten Akın’ı çağırmaya başlar bir yerden sonra. Türkçe şiirin en güçlü kadın şairlerinden biri olan Akın, şiirlerinde kadın sesini açık bir biçimde duyurur okurlarına ve bu yönüyle simgeleşmiş bir isimdir. Kadın hareketlerinin içinde yer alan birçok kişi ve oluşum nezdinde büyük bir değeri vardır Akın’ın. Dolayısıyla böyle bir hikâyenin tam aradığı isimdir kendisi.
Yavuz’un evine vardıklarında hikâyenin ikinci aşamasına geçeriz. Yavuz alelade bir felçli insan değildir, ayrıca Leyla’nın kitaplarından alıntılar yapabilecek kadar sıkı bir okurudur ve bir şairdir. Evinde de birçok kitap vardır. Leyla bir anda Cortazar’ın bir öyküsünden laf açar. Uzun uzun tarif eder öyküyü. Ardından Yavuz bunun bir Cortazar öyküsü olduğunu, dünyadaki tek ölümlünün hikayesini anlattığını ve kitabın da orada bir yerde olduğunu söyler. Leyla gidip kitabı bulur ve Yavuz’a gösterir. Kitap, Cortazar’ın Bir Sarı Çiçek isimli öykü kitabıdır. Aynı röportajda Esmer, bu sahneler için şunları söyler:
“Cortázar… Gerçek ve gerçek dışı olanı müthiş bir maharetle birbirinin içinde öylesine güzel eritiyor ki… Benim için Cortázar’ın en cezbedici ve sihirli yanı bu. Gerçekçi olma endişesine kapılmadan, okura pekâlâ da gerçeküstü diyebileceğimiz bir anı ya da durumu öyle bir gerçeklik hissiyle geçiriyor ki, şaşakalıyor insan. Böyle bir yazar Yavuz’la Leyla’nın arasına girmezse olmazdı!”[2]
Esmer bu cümlelerle Cortazar’ın orada bulunma sebebini çok iyi açıklar. Ancak mesele yalnızca Cortazar değil, aynı zamanda seçilen öyküdür. Dünyadaki tek ölümlünün kendisi olduğuna inanan bir adamın hikayesini anlatan bu öyküde baş karakter sarı bir çiçeğe bakarak bir daha asla onun gibi bir çiçek göremeyeceğini düşünür. Bu kitabı okumuş olan Yavuz’un ölümü istemesi, ölümle hayat arasında gidip gelmesi çok normaldir aslında. Yani Cortazar, bu sahnenin tam ortasında yer alır aslında.
Kitapları karıştırırken aralarında daha evvel görmediği bir kitaba denk gelir Leyla. Kitabı açıp baktığında Yavuz’un şiir kitabı olduğunu görür. Bu kitabın hemen altında başka bir kitap çarpar gözümüze: Yannis Ritsos’un Taşlar, Yinelemeler, Parmaklıklar isimli şiir kitabı. Ünlü Yunan şair Ritsos’un dilimize çevrilen eserlerinden biri olan bu kitap, şairinin mücadelelerle geçen hayatı üzerinden filme eklemlenir. Verem hastalığı nedeniyle dört yılını bir sanatoryumda geçiren Ritsos hayata tutunmayı başarmış ve Yunan solunun önemli şairlerinden biri olmuştur. Görüşleri yüzünden zaman zaman sürgüne de gönderilen şair pek çok ödül kazanmıştır. Ritsos’un tersine Yavuz geçirdiği kazanın ardından hayata tutunmaktan vazgeçmiş ve ölmeyi tercih etmiştir. Kadraja giren Ritsos kitabı aslında Yavuz’un veremediği mücadeleye bir göndermedir. İki şair, iki benzer hayat ve nihayetinde iki farklı tercih aynı evin içinde bu şekilde yer almıştır.
Filmin sonunu henüz izlememiş olanlar için saklı tutuyorum. Ancak şunu söylemem gerekiyor ki kitapların kadraja en ustaca sokulduğu filmlerden biridir İşe Yarar Bir Şey. Filmin hikayesi sahnelerde görünen kitaplarla desteklenerek ilmek ilmek örülür ve filmin gideceği yer kitaplar sayesinde ustaca sezdirilir izleyicilere. Filmdeki hiçbir kitap öylesine seçilmemiştir, hepsi bir şekilde filmin anlatısına katkıda bulunur. Bu açıdan bakıldığında bu kitaplar, İşe Yarar Bir Şey filminin “işe yarar bazı kitapları”dır.
[1] https://bantmag.com/cebi-sorular-ve-yanitlarla-doldurmak-ise-yarar-bir-sey/ (son erişim tarihi:19/03/2024)
[2] https://bantmag.com/cebi-sorular-ve-yanitlarla-doldurmak-ise-yarar-bir-sey/ (son erişim tarihi: 19/03/2024)