İzmirli Kız
Öykü

İzmirli Kız

Mehmet Galip Aksoy

Yazacağım. Evet, yazacağım. İçine atıldığım cendereden çıkacağım. Anlatsam… Kim ne diyebilir? Yasak mı yani? “İhtiyar Bunak” değilim ben. Ellerinden gelse evden de atarlar. Oyuncak mıyım ben çoluk çocuğun elinde? Unutuyormuşum. “Hastasın.” diyorlar, “Dinlen.” İzmir sokakları yasak bana. Kaybolurmuşum tek başıma, hah! Daktilodan çektiğim gibi makaleyi doğru Alsancak’taki büroya… Hay canına yandığım! Ben bu şehrin ışığıyım bir kere, sesiyim, soluğuyum. Dünkü kısa pantolonlular başımıza adam kesildiler de…

 

Yazacağım. Onu yazacağım. Hadi canım, niye başkasına hitaben yazayım? Seni yazacağım. Sana yazacağım. Sen ve ben… Yalnız ikimiz olacağız. Her şey capcanlı, dimağım öylesine berrak. Neredeyse elli yıl, değil mi? Oysa dün gibi… Gülüşün, sesin, kokun… Unutmak mümkün mü seni? İzmirli Kız, nerelerdesin?

 

İçimdeki boşluğu şarkılar bile tarif edemez. “Farz et bir hayaldi, kayboldu gitti.” Boşuna söyleme, teselli bulamadım. “Gittin, bu gidiş bence ölümden de beterdi” Evet, çok dinledim, çok ağladım. Faydası olmadı, kabullenemedim. Unutmak?.. Hah, neleri unutmadım ki! Artık unutmamam gerekenleri de unutuyorum. Beynim sisleniyor, bildiğim her şeyin üstünü bir toz bulutu kaplıyor. Bıçaklar saplanıyor beynime. Karşımda bir güç varmış gibi… Bile isteye acı veriyor bana. Düşünemiyorum. Bir senin hatıran berrak kalıyor, pürüzsüz ve aydınlık. Hayret edilecek şey, değil mi? Ah be İzmirli Kız! İzmir’den bile güzel kız! Nasıl gittin? Niçin gittin? İzmir’in kokusu bile değişti sen gidince. Aydınlığı söndü. Hiç geldin mi sonra? Ne vakit imbat İzmir gibi koksa, ne vakit güneş Kordonboyu’nu ortadan yararcasına batsa “İşte,” derdim, “İzmirli Kız burada!” Gözlerim seni arardı.

 

Aşağıdan sesler gelmeye başladı. “Yemek hazır, koş dedeni çağır.” diyor ortanca kız, toruna. İştahım yok, yemeyeceğim. Hem neyine gideyim? Böldüğüm ekmeği bile yemezler. Vebalıyım ya! İnce ince keserler ekmeği, lokmamı bitirince bir diğerini sürerler önüme. “Oraya basma baba, yeni sildim.” Evlerinde yürümem de yasak. Neyse…

 

Bir düğünde görmüştüm seni ilk. Açık mavi bir elbise vardı üstünde. Hareket ettikçe kolların birer martı gibi uçuşuyordu. Yerinden kalktığında yürüdüğüne şaşırmıştım. Havalanıp uçacaksın sanıyordum. Sahi bak, latife etmiyorum. Boğazım düğümlendi. Ne konuşabiliyordum masadakilerle ne de söylenenleri duyabiliyordum. Kulağımı tarifsiz bir uğultu kapladı. Üşümeye başladım. O zamanlar düğünlerde vals çalınırdı. Ne güzeldi ama. Ram pam pam, ram pam pam… Müzik başladı, çiftler dansa kalkıyordu. Sen masanda yalnız kalmıştın. Benim içim titriyordu. O sırada dirseği yedim. Rahmetli yengem kaşıyla işaret edip: “Hadisene canım, böyle bir kızın düğünde yalnız oturması yakışık alır mı? Çabuk kalk bakiyim! Hadi!” Nasıl oldu bilmiyorum. Sanırım dansa kalkana kadar olan her şey mekanikti. Belki “Dans eder misin?” diye sormamışımdır bile. Heyecandan titreyen elimi beline bastırmamak için havada tutmaya çalışınca elimin daha fazla titrediğini hatırlıyorum. Bir de omzunu ve kokunu… Yüzüne bakamamıştım. Tek kelime de konuşmadık. Kokun bende kalmıştı. Esen rüzgârın getirdiği onlarca koku arasından seninkini duyabiliyordum yerime oturduğumda. Bu koku zamanla İzmir’in kokusu oldu bende. İzmir mi sen kokuyordu yoksa sen mi İzmir?

 

Yine geldiler. Israrla yememi istiyorlar. Çalışıyorum dedim, bu kez tepsiyle odama getirdiler. Kokunu ölesiye duyumsarken yanı başımdaki mantı kokusuna ne demeli?

 

Ah, Kordon’un eski rengi, eski tadı… Seninle yeniden karşılaşmamız, hatta tanışmamız… İlk sözler, ilk gülüşler; haliyle mahcup… Kordon nedir, imbat nedir, İzmir nedir? Ya aşk nedir, büyü nedir? Tüm tanımların yerini alışın… Ne güzeldin İzmirli Kız! Çay bardağını erkeğe yakıştırırdım seni tanıyana kadar. Böylesine zarif tutulacağı aklımdan geçmezdi. Peki ya, çayın yanına aldığımız lokumlu bisküviler?

 

Şimdi seninle geçen her an gözümde yeniden canlanıyor. Yazı ayrı, kışı ayrı güzeldi. Altay’ın maçlarına giderdik. Yağmurun aman vermediği bir gün… Biz delice ıslanmışız, üstümüz siyah beyaz… Stada varmadan beni bir saçak altına çekmiştin, hatırlar mısın? Dudakların ıslak, ıslak dudaklarım… Gözlerimizde biraz yağmurdan, çokça aşktan bir pus vardı. Hayat o anda…

 

Rahat yok bana bu evde. Yine kapımdalar. Bırakın o zaman beni. Gazeteye gideyim, bir çay içip sohbet edeyim. Musiki derneğine gideyim, arkadaşlarla meşk edeyim. Yok. Yapamam. Sağ olsunlar beni benden fazla düşünürler. Endişelenirler benim için.

 

Başım ağrıyor. Beynimi sisler sarıyor. İzmirli Kız, neredesin? Yaşlanan dimağımdan bir gün sen de çekip gideceksin diye korkuyorum. Bırakma beni.

Ne olursa olsun bugün yazacağım. Var olmanın, anlam bulmanın büyük huzuru kaplayacak içimi.

Güzel şimdi senden seni

İstiyorum gel sev beni

Bir gün değil ömür demi

Yaşayalım İzmirli Kız

İzdivaç Teklifi… Şiirin adı buydu. Gazetede basılınca tüm okurlarım aradı “Kim bu İzmirli Kız?” diye. Tebrikler yağdı. Sen yanımdaydın. Gözlerin mahcup bir sevinçle bakıyordu. Başını yavaşça bırakmıştın omzuma.

Neler oldu sonra? Ne yanlış gitti? Biz niçin ayrıldık?

İşte, burada. Minik köpeğimiz… Hep masamın üstünde durur. Senden kalan tek yadigâr. Veda ettiğin günün yegâne tanığı.

Evet, o gün… Her şey aklımda hâlâ, iyi hatırlıyorum. Kordonboyu bulutluydu. Poyraz esiyordu. Zarif vücudunu saran gri bir redingot vardı üzerinde. Saçların açıktı, yel estikçe yüzünü kapatıyordu. Büyük bir yük vardı omzunda, anlıyordum. “Söyle” dedim. O vakit çantandan bu köpeği çıkardın. Fuardan birlikte almıştık. Avcumu açıp usulca bıraktın onu. Dizlerimin bağı çözüldü. Dudakların aralandı:

“Gidiyorum.”

“Nereye?” diye sordum.

“Bilmiyorum.” dedin.

 

Sonra yanağıma soğuk bir veda busesi bıraktın. Sıcak öpüşlerden bir iz taşımayan… Gittin. Kordon’da elimde bir maskotla arkandan bakakaldım. Seni döndüremezdim, biliyordum. İzmir’i de peşine takıp gittin. Ne havasını bıraktın ne kokusunu. Yurtsuz kaldım.

 

Çok yoruldum. Gücüm tükeniyor. Kızım kapımda. Yemeği hâlâ yememiş miyim? Ağlıyor. Yalvarıyor iki lokma için. Almam gereken ilaçlarım varmış. Yazdığımı söylüyorum. Sinirleniyor iyice. Her gün bir sürü zırva yazıyormuşum. “İzmirli Kız” diye tutturmuşum. O nereden biliyor? Hep yazıyormuşum güya. İzmirli Kız da Kordonboyu da uydurmaymış. Hastaymışım ben. Minik köpek de alelade bir oyuncakmış. Terbiyesiz! Kovdum onu. Aklımla oynayıp delirtecekler beni. Mirassa derdiniz hepsini devredeyim, sizin olsun, dedim. Bağır çağır ağladı, gitti. Gözümden ırak olsunlar.

 

Akıl hastası değilim ben. Beynim puslanıyor; bazı şeyleri unutuyorum, doğru. Yine de sen hep vardın. Ben hiç sensiz olmadım ki. Onlar bilmedilerse hayal mi oldu yani? Ah be İzmirli Kız! İzmir’i yakıp giden kız! Beni benden çalıp giden kız! Sen yok muydun gerçekten? Ah, beynim parçalanıyor. Yeter! Rahat bıraksınlar beni. İzmirli Kız, sen gitme. Sen hep benimle kal.