Kader Menteş Bolat Edebiyatımızın Usta Yazarı Faruk Duman’la söyleşti.
Söyleşi

Kader Menteş Bolat Edebiyatımızın Usta Yazarı Faruk Duman’la söyleşti.

Kader Menteş Bolat

“Ben öykü yazarak başladım, kendi adıma söyleyebilirim ki öykü çabası, bir yazarı döve döve eğitiyor, öyküde ısrar etmek, hep daha iyisini arayarak çalışmak, özellikle dil yeteneği bakımından insanı olgunlaştırıyor…”

 

Kader Menteş Bolat: Edebiyatımızda öykü denilince akla gelen ilk isimlerdensiniz. Av Dönüşleri ile 2000 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Keder Atlısı ile 2004 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandınız. Seslerde Başka Sesler, Baykuş Virane Sever, toplu öykülerinizin olduğu Zeytin Taneleri Birbirine Çarpıyor’la sürdü yolculuğunuz. Öykü türüyle ve sizin öyküye bakışınızla ilgili bize neler söylemek istersiniz?

 

Faruk Duman: Öykü, Türk edebiyatının en parlak, en verimli türü sayılabilir. Öykücü, masalcı bir toplumuz. Dede Korkut’tan beri böyle. Bu nedenle Batılı anlamda modern öyküye de çok çabuk uyum sağlamışız. Bizim 50 Kuşağı yazarlarının yazdığı modern öykülerin niteliği kanımca Batı’da da az bulunur. Öykü, kısa öykü, masal, fıkra, kıssa… Bunlar doğası bakımından hem zekâ hem mizah gerektirir. Bizim sözlü kültürümüz de buna dayanıyor. Ama ait olduğu Doğu kültüründen de pek çok yönüyle ayrılıyor. Ben öykü yazarak başladım, kendi adıma söyleyebilirim ki öykü çabası, bir yazarı döve döve eğitiyor, öyküde ısrar etmek, hep daha iyisini arayarak çalışmak, özellikle dil yeteneği bakımından insanı olgunlaştırıyor ve dediğim gibi eğitiyor. Tabii benim lise yıllarında tanıştığım Ferit Edgü, Tomris Uyar gibi yazarlar, sonra onlar aracılığıyla tanıştığım o kuşak yazarların kitapları da dikkatle okunursa okur için de yazar için de pek çok kapı açıyor. Benim başından beri önemsediğim iki şey oldu: Bana ait dilin araştırılması ve geleneksel hikâye kültürümüzün modern yazıya taşınması… Bununla ömür boyu uğraştım diyebilirim.

 

Uzun süre Can Yayınları’nda editörlük yaptınız. Editörlük ile yazarlık arasında nasıl bir bağ var ya da sizin yazın hayatınıza etkileri neler oldu?

Bir yazar için editörlüğe başlamak kolay değildir. Alıştığınız, oluşturduğunuz dil anlayışınızın dışına çıkmanız, önünüze gelen yazılara başka açılardan bakmaya çalışmanız gerekir. Ama ondan sonra, yani kendinize bu biçimde iki ayrı dünya kurduktan sonra, editörlük, size bir tür çözümleme, bir tür eleştiri yeteneği kazandırır. Bu da dolaylı olarak kendi yazılarınıza yansımaya başlar. Bu anlamda editörlüğün bana bir yazar olarak katkılar sunduğunu söyleyebilirim.

 

2011 Yunus Nadi Roman Ödülü, 2019 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü ve yine aynı yıl Orhan Kemal Roman Ödülü’nü aldınız. Bol ödüllü bir yazar olarak ödüllere bakış açınızı sormak istesem…

Aslında ödül elbette hem sorumluluk hem güç (motivasyon) verir insana. Özellikle, aldığımız ödüllerden sonra, bunun bir destek olduğunu ama yolun sonuna gelmediğimizi, aksine daha çok yolumuz olduğunu kavramışsak. Ama okurun da yazarın da ödülün büyük bir paye olmadığını bilmesi gerekir. Asıl ödülü sanat eserlerine zaman veriyor sanırım.

 

Genel olarak eserlerinizde doğa önemli bir unsur. Özellikle Sus Barbatus’ta doğa başat öge olarak karşımıza çıkıyor. Geleneğimizi de düşünecek olursak okuyucularımız için yazınınıza etki eden kalemleri sormak isterim.

Ben yukarıdaki ilk soruya verdiğim yanıttan da anlaşılacağı gibi, daha çok sözlü kültürümüzden ve geleneksel edebiyatımızdan etkilendim. Bu edebiyatın, yani Dede Korkut, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yunus Emre, Dadaloğlu gibi yazar ve ozanların, ortak edebiyatımızın aktardığı Köroğlu, Kerem ile Aslı gibi halk hikâyelerinin bizim çağdaş edebiyatımız tarafından bir kol, bir damar olarak alındığını biliyoruz. Bu bize Ataç’la birlikte hem dilde yenileşme -özleşme- hem de halka yönelme olarak yansıdı. Özellikle Cumhuriyet’ten sonra, halktan insanların gerçek sorunlarının anlatılmaya başlanması, bizi modern dünya edebiyatıyla da buluşturuyordu. Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Orhan Kemal, halk dilinin, yukarıda andığım ozanların dilinin yeni edebiyatımıza girmesini sağladılar. Elbette bununla birlikte, yalnızca dil değil, halkın kendi portresi de geliyordu. Böylece Murtaza, İflahsızın Yusuf, Meryemce gibi unutulmaz roman kahramanları ortaya çıktı. Ben bizim klasiklerimiz sayılacak bu yazarların yanında, yine 50 Kuşağı ve çevresi olarak görebileceğimiz yazarların dil işçiliklerinden de etkilendim. Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu, Nezihe Meriç, Leyla Erbil, Bilge Karasu gibi yazarlar. Bunlar bir araya geldiği zaman, aslında önceki kuşakların nasıl bir birikim, bir zincir oluşturdukları da görülüyor.

 

Sus Barbatus romanınız hepimizi derinden etkiledi. Tek başına yerel söyleyişler ve doğaya ait çiçek, bitki isimleri sözlüğü oluşturulabilecek de bir kaynak niteliğinde aynı zamanda. Kitaba yönelik böyle bir çalışma var mı? Varsa bizimle paylaşır mısınız?

Henüz yok. Barbatus ile ilgili çok sayıda inceleme yazıldı, çok değerli çalışmalar ortaya çıktı ama sözlük benzeri bir çalışmaya ben rastlamadım.

 

 Eserlerinizde masallar, efsaneler gibi sözlü geleneğimizin ürünlerine yer veriyorsunuz. Güçlü bir sözlü geleneğimiz mevcut. Yaşar Kemal’de de Çukurova yöresinin halk kültürü adeta yeniden hayat bulur. Yaşadığınız coğrafyanın size etkileri diyebilir miyiz bu anlatıların yansımaları için?

Elbette, ben her zaman en iyi bildiğim konuları en hâkim olduğum dille yazmaya çalıştım. Ama benim yazılarımda sanırım coğrafya dışında, teknik anlamda daha karmaşık şeyler vardır. Yukarıda Dede Korkut’tan Yaşar Kemal’e uzattığım bir geleneksel kola işaret ettim. O kola kendime ait bir dil ile yeniliklerle katılabilirsem ne mutlu bana.

 

Sus Barbatus’ta fantastik gerçekçiliğe ait ögeler de karşımıza çıkıyor. Romanda Avcı Kenan’ın avladığı yaban domuzu, ruhu bedenden ayrılınca bağımsız bir roman kişisine dönüşüyor. Bu fikir zihninizde nasıl oluştu, anlatır mısınız?

 

Romanı, o domuzun bir tür anlatıcı olarak zaman zaman katkıda bulunacağı biçimde hayal ediyordum. Ana olayların nerede başlayıp -tipide köye dönen iki gölge- nerede biteceğini -12 Eylül darbesi- biliyordum. Yazımının çok uzun süreceğini de. Sus Barbatus’un ruhunun ortaya çıkması yazmaya başladıktan sonra oldu. Benim de işim kolaylaştı. Çünkü o noktadan sonra, hep dediğim gibi, romanın çarkı hızla dönmeye başladı. Bazen, yazıya başladıktan sonra, bu tür yeni, beklenmedik buluşlara açık olmalısınız. Bir öykü ya da roman, siz son noktayı koyana dek bitmeyecektir çünkü. Sonra bildiğiniz gibi başka ruhlar da görünüyor. Ve sevdiğim roman kahramanlarından bazıları canlanıp geliyor. Ben örneğin Piyer’in Kars’a gelmesiyle çok eğlenmiştim. Bir kupadan inip Kars sokaklarında dolaşıyor, bizim kahramanlarımızın yanından geçiyor… Dediğim gibi, hepsinden önce, romanın adı ilk zamanlar, yani hiç başlamadığım günlerde Bir Domuzun Serüvenleri’ydi. Ama başladığımda artık ana kahramanın adını romanın başına çoktan koymuştum.

 

 Son olarak, yazınımıza dair söylemek istedikleriniz nelerdir?

Verimli, çok değişik anlayışlarla yazan yazarlarımızın olduğu bir yazın dünyası. Yoğun ve başarılı bir çeviri faaliyeti. Bol öykü, roman. Daha ne olsun.

 

Karnaval Dergi adına sonsuz teşekkürlerimle.

Ben teşekkür ederim.