Karanlıkta Gelip Aydınlıkta Giden Bir Adam
Öykü

Karanlıkta Gelip Aydınlıkta Giden Bir Adam

Alireza İranmehr

Farsçadan çeviren: Solmaz Arzili

 

O sonbahar gecesi, karanlıkta güzel bir kadının yanında uzanıyordum. Yüzünü tam olarak hatırlamıyorum. Hatta adını bile hatırlamıyorum. Ama eminim ki onu kollarıma aldığımda her şey sakin ve keyifliydi. Artık hafızamda yalnızca bazı detaylar kalmış. Mesela sol memesinin üstündeki hilal dövmesi ve acil bir durum gibi yaşadığımız ilişkimiz. Bazen gece yarısından sonra saat bir civarı beni arayıp üşüdüğünü ve canlı bir bedenin sıcaklığına ihtiyaç duyduğunu söylerdi. Ben de birkaç kez aniden onun yanında olmayı istemiştim.

 

Muhtemelen o gece de o ani anlardan biriydi. Karanlıkta yan yana uzanmıştık ve yatağın yanındaki açık pencereden gökyüzünü izliyorduk. Sonbahar yeni başlıyordu, üzerimize çektiğimiz çarşafın serinliği hoştu. Kadın dedi ki: “Bazen gecenin bir yarısı uyanıyorum ve bir erkeğin beni kucaklamasını istiyorum. Kim olduğu bile umurumda değil. Sadece birinin beni kucaklamasını istiyorum. Çoğu zaman sana bile telefon edemiyorum. Çünkü hep çok geç oluyor… Artık neredeyse üç yıl oldu.”

 

Söylediği şey hem açık hem de üzücüydü. Şaşırdım, söylediği şeyden değil; daha çok aniden kendisinden bahsetmeye başlamasından… İlişkimiz genellikle sessizlik içinde geçerdi. Sanki aramızda, yalnızca bedenlerimizin konuşacağına dair söylenmemiş bir kural vardı.

“Neden biriyle yaşamıyorsun?”

“Eee, biri beni sevmeli ki gelip benimle yaşasın.”

 

Çekici bir kadındı, iyi bir kariyeri vardı. Geniş ve rahat bir apartman dairesinde yaşıyordu, hayat hakkında yeterince bilgi sahibiydi. Bariz şeyleri kimseyle tartışmaya gerek duymazdı. Hayattan olağanüstü keyif alma yeteneğine sahipti. Belki de birbirimize o kadar benziyorduk ki, birbirimizi sevmek zorunda kalmadan birlikte olabiliyorduk. Aramızda kıskançlık yoktu ve hayatındaki diğer erkekler hakkında rahatça konuşabiliyorduk. Bu yüzden söylediğinde şaşırdım. Sordum:

 

“Yani bu üç yıl içinde seni seven kimse olmadı mı?”

“Oldu, ama sorun şu ki benim de onu sevmem gerekiyor.”

“Neden birini sevemiyorsun?”

“Sevebilirim. Hem de çok çabuk duygulanırım. Ama sorun şu ki, bir erkek bana daha önce başka birinin söylediği bir şeyi söylediğinde birdenbire her şey bitiyor… Çünkü insanların bana söyleyebileceği kelimeler çok sınırlı. Hayatındaki insanlar kelimelerden daha fazla olduğunda, birini sevmek artık kolay olmuyor.”

 

Bir süre karanlıkta gözlerimi kapalı tuttum. Gözlerimi açtığımda hayretle yüzünün parladığını gördüm. Ay ışığı açık pencereden yüzüne vuruyordu. Dolunay, sokaktaki binaların arkasından gümüş renkli bir toz tabakasıyla doğmuştu. Dedim ki:

“Evet. Bazen kelimeler çok nadirdir. Bu yüzden yalnız kalıyoruz. Ama daha büyük sorun, ne istediğimizi bilmiyor oluşumuz.”

O, parmaklarını göğsümdeki kılların arasına geçirdi ve dedi ki:

“On dokuz yaşındayken sıradan bir adam istiyordum. Sabah işe gitsin, akşam eve gelsin. Bir ömür boyu birlikte yaşanabilecek bir koca. Yirmi beş yaşına geldiğimde, her şeyi tekrarlamayan bir adam istiyordum. Onu sevmekten dolayı kendimi aptal gibi hissetmeyeceğim bir adam. Hayallerimi, hayata dair tüm resimlerimi yok etmeyecek, yanında gerçek benliğimi kaybetmeyeceğim bir adam. Yirmi yedi yaşımdayken sadakat istiyordum. Her gece teni yeni bir kadının parfümü kokmayan bir adam. Yirmi dokuz yaşıma girdiğimde sadece âşık olmak istiyordum, başka hiçbir şey görmeden ve önemsemeden. Otuz yaşımdayken kıskanç ve paranoyak olmayan, sevgiden korkmayacak kadar güçlü bir adam istiyordum. Otuz iki yaşımda sadece yalnız olmak istiyordum.”

 

Ay ışığında güzel yüzüne baktım. Yüzünde öyle tuhaf bir ifade vardı ki, birkaç dakika gözlerimi kapatsam, gözlerimi tekrar açtığımda hiçbir şey hatırlayamazdım. Onu her gördüğümde, sanki yeni bir kadınla karşılaşıyormuşum gibi gelirdi. Yüzündeki güzelliği neye borçlu olduğunu kolayca anlamazdım. Güzelliği, genel bir özellik olarak bir bakışta ortaya çıkardı. Sordum:

“Şu an ne istiyorsun?”

“Şu an bazen yalnızlıktan korkuyorum… Bazen güvenli bir kucak istiyorum… Geceleri karanlıkta biri beni sakinleştirerek kucaklasın, ama sabah uyandığımda yanımda ürkütücü bir yabancının yüzünü görmek istemiyorum.  Karanlıkta gelen, aydınlıkta giden bir adam… Sebepsiz bir mutluluk…”

 

Yeniden birbirimize döndük ve bedenlerimiz birbirine dokundu. Galiba o anki heyecanımız, bu kısa konuşmayı unutmama neden olmuş. Belki de bu yüzden yıllar sonra bile tüm detaylarıyla hatırlayabiliyorum. Tıpkı gerçekleştiği anda önemsiz görünen unutulmaz anılar gibi. Bu ilişkinin neden, ne zaman ve nasıl sona erdiğini çoktandır hatırlamıyorum. Ama bütün bu yıllar boyunca, o sonbahar gecesi açık pencereden beyaz çarşafa vuran ay ışığı altında onun sözlerinin içimde bir şeyi değiştirdiğini biliyorum.

 

Yıllar içinde, karanlıkta gelen ve aydınlıkta kaybolan garip bir adama dönüşmüştüm.