“…Hepimiz ölümlüyüz. Ama bazılarımız galiba daha çok ölümlü…”
Leyla Gürsel, Galatasaray Lisesi’nde matematik öğretmeni ve çevirmen. Elbette bir yazar annesi. Öyle ki oğlu Nedim Gürsel’in çalışmalarını dergilere götüren, onların yayınlanmalarını takip eden, oğlunun kitap ve dergi ihtiyaçlarını karşılayan, en önemlisi; onu her koşulda savunmakla yetinmeyip oğlunun yaratıcılığının “özgürlük” ile olacağını da haykıran bir anne. Leyla Gürsel’i, oğlu Nedim Gürsel’in ona yazdığı mektuplar ve günlüklerle tanıyoruz.
Nedim Gürsel, annesine ilk mektubunu 9 yaşında yazıyor. Konu, o yaşında bile edebiyat… Çünkü babası Orhan Gürsel’e özenerek öykü ve şiir yazmaya başlıyor. Edebiyat yolculuğunu annesi ile mektuplaşarak paylaştığı bu süreç tam 32 yıl sürüyor.
Bu mektuplar, Nedim Gürsel’in yazarlığı hakkında bir belge niteliği de taşıyor. Aynı zamanda Paris-İstanbul arasında mektuplarla örülen bir anne-oğul arkadaşlığını da yansıtıyor. Kitapta yer alan mektuplarda asıl ağır basan “yazarlık uğraşı” ve “sevgi”. Kitabın yayınlanması anneye bir vefa borcu.
Nedim Gürsel’in kitabında alıntıladığı Albert Cohen’e ait şu cümle, geriye dönüp baktığımızda zamanın acımasızlığını anlatmıyor mu? “Herkes gibi ben de yaşam denen günahı işledim.”
Bir yazarın kendini bulma yıllarını ve annesi ile paylaştığı her anı okuyabildiğimiz mektupları içeren Kavuşmak Hayal Oldu kitabı üzerine Nedim Gürsel ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
1.Annenizle mektuplarınızı kitaplaştırma fikri nasıl doğdu?
Yayımcım Doğan Kitap’ın Genel Yayın Yönetmeni Cem Erciyes bu mektupların belgesel önemi olduğunu söyleyince yayımlanmaları gündeme geldi. Kitabın hazırlanmasıysa epeyce zaman aldı. Annem, ona dokuz yaşımdan itibaren otuz yıl boyunca yazdığım mektupların tümünü gözü gibi saklamış. Benden sonra kaybolup gitmelerine gönlüm razı olmadı.
2.Bu yazışmaları okurla paylaşma ve yayımlanma sürecinde bir otosansür uyguladınız mı?
Çok az da olsa benimle değil, bir yakınımla ilgili bazı cümleleri çıkarma gereğini duydum. Daha doğrusu bu yakınımın üstelemesiyle ama istemeyerek yaptım bu işi. Otosansür süreci ne yazık ki işliyor. Oysa, kitapları nedeniyle dört kez yargıç karşısına çıkmış bir yazar olarak, bu sürecin bir an önce durdurulmasını talep ediyorum. Siyasi yöneticiler yazarları, sanatçıları rahat bırakmalılar artık. Özgürlüğün olmadığı yerde yaratıcılık da olmaz.
3.Kitapta 1960’lardan 80’lerin ortalarına kadar Türkiye’nin toplumsal ve siyasi atmosferine dair anlatımlarınız var. Böyle bir dönemde kendinizi bulma sürecinizi de bu mektuplardan okuyabilir miyiz?
Kendimi bulma süreci, tüm ayrıntılarıyla bu mektuplarda yer alıyor. Yazar olmak için annesiyle birlikte yol alan bir çocuğun, giderek bir ergenin ve delikanlının hikâyesini okur bu kitapta bulabilir. Tüm yönleriyle değil elbette; yalnızca anneme değil, başkalarına da çok mektup yazdım çünkü. Umarım onlar da bir gün yayımlanır.
4.Paris’teyken annenizden sürekli kitap ve dergi talebinde bulunuyorsunuz. Bu taleplerinizin karşılanmasında fiziki olarak zorluklar ve aksaklıklar olduğunu görüyoruz. Gecikmeler, zamanında ulaşamayan kitaplar, yazılar… Her şeye rağmen vazgeçmeyen, araştırmaya, okumaya, yazmaya devam eden genç yazar Nedim Gürsel’in edebiyattaki ısrarının sebebi neydi?
Bir çeşit saplantı ya da hayal diyebilirim. Hırs da söz konusu elbet. Daha derinde, bilinçaltına itilmiş nedenler de vardır kuşkusuz. Bir nevroz örneğin. Sartre’ın Sözcükler adlı otobiyografisinde yazdığı gibi “İnsan nevrozundan yazarak kurtulabilir ama kendinden asla kurtulamaz.”
5.Mektuplarınızda aşka dair ve özellikle kadınlarla ilişkilerinizden annenize pek söz etmediğinizi fark ediyoruz. Bu bilinçli bir tercih miydi, öyle ise neden?
Çekingenlik nedeniyle olsa gerek. Annemle edebiyat tutkumu paylaştım ama ona özel hayatımdan neredeyse hiç söz etmedim. Arada bir bu konuya değinmeden yapamadığımı da itiraf etmeliyim. Okur kitapta “Anneciğim, bu kadınlar beni çıldırtacak” gibi cümleler bulabilir ama özel hayatımı ayrıntılı bir biçimde ifşa eden bölümler bulamaz düşüncesindeyim. Kimi kez üstü kapalı göndermelerin olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim.
6.“İstanbul-Paris uçağında, uçaktayım. Sanki yıllardır hep bu uçaktayım. İstanbul-Paris arasında bir boşlukta. Türbülansa benzemeyen, çok daha sarsıcı, beni derinliğine çeken bir boşlukta. Ne oradayım ne burada.”
sözleriyle anlattığınız duruma ilişkin sormak istiyorum: İnsanın gerçek yurdu neresidir?
Eğer bir yazarsa elbette dilidir. Çok uzun yıllardır Paris’te yaşamama karşın kurmaca alanındaki yapıtlarımı yani roman, öykü ve gezi yazılarımı anadilimde yazdım, deneme ve incelemeleriyse her iki dilde, Türkçe ve Fransızca kaleme aldım. İki kültür, iki dil, iki kent arasında gidip geliyorum anlayacağınız. Ne oradayım ne burada. Ama hem orada hem buradayım. Bu konumumun yol açtığı durumu son romanım Son Yolcu’da dile getirmeye çalıştım.
7.“16 yaşımda yazdığım öykünün başlığı “Senin Adın Yalnızlık”. Doğru, kurmaca gerçek oldu sonunda, artık benim adım yalnızlık.”
Kitabın sonuna doğru karşımıza çıkan bu anlatımınıza gelene dek genç bir yazarın, öğrencinin uzak bir ülkede, odasında ya da insanlar arasındaki yalnızlığına tanıklık ediyoruz. Yazınsal sürecinizle bu yalnızlığı nasıl ilişkilendirirsiniz?
Yazma uğraşı yalnızlık, hatta tecrit gerektiren bir uğraş. Yazar sözcüklerden yola çıkarak hayal gücünden kaynaklanan bir edimle, kurmaca dediğimiz bir dünya yaratır. Bu söylediğim daha çok romancı için geçerli bir görüş elbette. Kitap okura ulaştığındaysa başka bir süreç başlar. Yazarın yalnızlığı, artık okura ait kitapla dengelenir, bir buluşma söz konusu olur. Bu buluşmada okur, kendi öznelliğinden yola çıkarak yazınsal metne yeni anlamlar yükler. Umberto Eco’nun “açık yapıt” dediği süreçten söz ediyorum.
8.“Bak bu deli oğlanın başına daha neler gelecek.” diyerek annenize yazdığınız satırlar, aranızdaki ilişkinin hem şefkatli hem de kaygı ve korkular taşıyan bir anne-oğul ilişkisi olduğunu düşündürüyor. Annenizi ona yazdığınız mektuplarla anlatmak istemenizin sebebi, bildiğimiz kimi roman karakterlerinden daha gerçek bir anne imajı çizme isteği olabilir mi?
Mektupların haberleşme aracı olduğunu unutmayalım. O zaman internet, cep telefonu vb. yoktu. Mektup aracılığıyla haberleşirdik. Anneme yazdığım mektupları okurken bu gerçeği göz önünde tutmanızı öneririm. Annemi ona yazdığım mektuplardan çok kitapta yer alan ve annemden söz ettiğim günlükte anlattığımı düşünüyorum.
9.Kitap sadece bir anne-oğul yazışması değil elbette. Mektuplarda oldukça çalkantılı bir dönemin tanıklığı da söz konusu: Babıali Yokuşu, edebi çekişmeler, rekabetler, dedikodular, sürgünler, yargılanmalar, askeri darbe… Tüm bu zorlukların içinde yazmaktan kendini alıkoyamayan, oldukça güçlü kalemlerle paylaştığınız bir edebiyat ortamı var. Ayrıca dergilerde yayımlanan, bazen de sansür uygulanan yazılarınız da… O dönemde sözünüzü esirgemeden paylaştığınız düşünce ve eleştirileriniz bugün de geçerli mi?
Genelde geçerli, evet. Ama ideolojik anlamda değiştiğimi söyleyebilirim. O yıllarda olduğu gibi radikal bir Marksist değilim artık. Daha çok sosyal demokrat görüşü paylaşıyorum. Bir evrim söz konusu anlayacağınız, ama demokratik değerleri, toplumsal eşitliği ve laikliği hâlâ savunuyorum. Düşünce ve ifade özgürlüğünü de.
10.“Kavuşmak Hayal Oldu” başlığı fiziksel olması kadar duygusal bir kavuşamamayı da anlatıyor diyebilir miyiz?
Diyebiliriz. Bir de şu var: Hepimiz ölümlüyüz. Ama bazılarımız galiba daha çok ölümlü. Ölüm Aklımdasın’ı okurlarıma bu gerçeği anımsatmak için yazdım. “Memento Mori !!!”
Bir hayatı edebiyat ile dolduran Nedim Gürsel’e teşekkürle…