Kızıl kapaklı kitabı istedi,
sokakları, sahafları, kitapçıları dolaştık,
bulamadık.
Yatağın başucunda oturmuş,
kızıl kapaklı kitabı arıyor halen.
Ben kanepenin kenarında o adamı okuyorum.
Bir ara içeri biri girdi, yüzüne güneş vurmuş olmalı,
tanımadım.
İçtin mi, diye sordu.
İçtim, dedi.
Neyi, dedim.
Boş ver, kitabı bulabilir miyiz,
onu söyle, dedi.
Sigara yaktı, parmaklarının arasında tuttu.
Sigara
içmek en
çok kadınlara yakışıyor.
Biliyor musun, diye sordu.
Ter alnımda birikmeye başladı.
Heyecanlandın mı, diye yeniledi sorusunu.
Çok yakınlaştı konuşurken.
Ben sadece onu okurken heyecanlanırım, dedim.
Kalabalığa doğru yürüdük. Yolumuza onlar karar veriyordu artık.
İleri, biraz sağa, sola ve sağa ve sola. Yön kavramı onlardı artık
bizim için.
Ellerim titriyordu.
Kalabalığın arasında yitip-gitmemek için
elimi tuttu. İşte orada!, diye bağırdı.
Cop,
biber gazı
Surun tepesinde
muhafızlar
gördüğüm son şeyler bunlar işte.
Ve bu kızıl, Erbil’in bahsettiği değil.
sonunda kızıl kitabı buldu.