Şafak laciverte kesmiş. Gözlerini kırpıştırdı. Gökyüzü beklediğinden daha açık. Bu dördüncü gün olmalı, yoksa beş mi? Dağın bu kısmına ulaşmaları iki gün sürdü. Sonat zihnini zorladı. Yunan ekibinden ayrılalı nereden baksa bir hafta olmuştu. Onlar dağın öteki yamacına çoktan ulaşmış olmalı. Az ötede parkasını giymeye çalışan adama, “Yardım ister misin,” diye sordu Sonat. Karşısındaki sadece homurdandı. Adamın aksanı ağır olduğundan sözcükleri tam olarak anlayamadı. İstemez, demiş olmalı. Atların soluğu derinden geliyor. Eşekleri ayrı bir yere bağlamaları iyi oldu. Keçi çobanı ayakta.
“Beklediğiniz ekip aşağıdaki sarp yola girmek üzere,” diyerek siluetleri bile zor seçilen ağaçların ötesini gösterdi.
Dürbüne uzandı Sonat. Gece görüşlü dürbünün merceğini ayarlayıp çobanın gösterdiği yöne çevirdi. İkisi eşeğin sırtında olmak üzere üç kişi seçebildi. “Ben dürbünle zor gördüm, gözlerin çok keskin,” dedi adama.
“Gözlerin iyi görmeli ki dağda hayatta kalasın.”
Sonat oralı olmadı, “Güneş doğuncaya dek ancak gelmiş olurlar.”
“İsterseniz yardıma gideyim,” dedi çoban. Eli pantolonunun cebinde bir şey arıyor gibi geldi Sonat’a. Atlardan biri kişnedi, toynağını sertçe yere vuruşu duyuldu. Telefonunu çıkarıp kontrol etti. Batarya yüzde altmış dolu. Şebeke arıyor işareti sonsuz döngüye girmiş, yeniledikçe şebeke aranıyor yazıyordu. Karısının ona ulaşamıyor olmasına sevindiğini fark etti. Doktorla görüşmesini söyleyen o değil miydi nasıl olsa. Sahi ilk ondan mı çıkmıştı bu fikir? Hatırlayamadı. Ekrandaki fotoğraflarına baktı bir süre. Aysu’nun dişlekliğini hiç dert etmediğini düşündü. Yanak yanağa bir poz. Samimiyetsiz geldi Sonat’a. Telefonu kapatıp yerine koydu. Şarjı bitmemeli.
“Atlar huzursuz,” dedi çoban, “yakınlarda onları huzursuz eden bir şey olmalı.”
Bir şey görecekmiş gibi başını dağın yamacına doğru çevirdi. Tiago omzunu tutup yere gelişigüzel bırakılan çadırları gösterdi, “Bir süre burada kalalım.”
Onayladı, geriye dönüp, “Andy yardıma gel,” diye seslendi Sonat. Çadırlardan birini almak için yere eğildi.
“Meteoroloji bu sabah fırtınanın başlayacağı anonsunu geçti,” dedi Andy kazığı çakacağı yeri ararken. “Şu çobanın adı neydi, bize feneri tutsa.”
“Mustafa, fener lazım bize.”
Portekiz ekibine katıldığı için kendini şanslı saydı. Dağın öteki yamacında işler beklediği gibi gitmemişti. Mustafa feneri açtı. Herkes gözünü kırpıştırdı. “Tam üstümüze tutmasana,” dedi Sonat. Çoban yere eğdi feneri. Ayrıldığı ekipteydi aklı. Fırtına ilk onların üstünden geçecekti. Kuzey yönünde eseceği tahmin ediliyordu. Andy kancayı geçirip kazığı çaktı. “Bu dağa kaçıncı çıkışın,” diye sordu Sonat’a. “İkinci kez çıkıyorum.” Uzun zamandır kuş gözlemine çıkmadığını söylemeyi düşünüp vazgeçti. Hiçbir şeye konsantre olamadığını kime söyleyebilirdi ki? “Fuji kadar büyüleyici,” dedi Andy. Çadırın öteki ucu rüzgârla havalandı. Sonat yakalayıp kazığa geçirdi.
Mustafa feneri dağa doğru tuttu. Kayalarda hiçbir hareket olmadı. “Feneri bizden tarafa çevir,” dedi Sonat, “işimiz bitmedi henüz.”
“Bir şey var ama ne?” dedi Mustafa kendi kendine.
Üçüncü çadırı kurduktan sonra Mustafa atlara yem vermeye gitti. Sonat ilk kurdukları çadırın yanına çöktü. Ayaklarını uzattı. Botlar baldırlarını ağrıtmıştı. İplerini çözerken Tiago sigara uzattı. “Yak bir tane.” Sonat istemedi. “Bırakalı iki yıl oldu.”
“ Vayyy sen sigarayı bıraktın öyle mi? Şaşırdım, ben de bırakmayı denedim çok, ama olmuyor,” birkaç kez öksürdü. Kokusundan sadece sigara olmadığını anladı Sonat, ama sesini çıkarmadı. İktidarsızlığa sigara sebep oluyor demişti Aysu. Sigarayı bırakmak için bile doktora götürmüştü. Her şeyi doktor çözebilecekmiş gibi. Arka cebine sıkıştırdığı dergiyi kucağına koydu Tiago. Derginin kapağında Kaliforniya Kondoru’nun yuvasından uçarken çekilen bir fotoğrafı vardı. Tiago’nun fotoğrafı olmalı. “Bu dergiye senin de bir fotoğrafını gönderelim,” dedi. “Paçalı baykuşun gelincik tarlasının üstünde uçarken ki görüntüsü hâlâ aklımda, ikincilik mi almıştın?”
“Üstünden çok uzun zaman geçti, bir daha dağlara bunun için geleceğimi sanmıyordum.”
“Hayat işte getiriyor demek ki.”
Sonat zoraki güldü. Hayat değil de cinsellik desek doğru olur. Ağzındaki acılık arttı. Andy tripotu kayanın yanındaki düzlüğe yerleştirdi. “Birkaç bulutun fotoğrafını çeksek fena olmaz,” dedi.
Tiago sigaradan peş peşe nefes çekti. Başparmağını büküp gözüne bastırdı. Çoban çadırların yanına yaklaşıp durdu. Geri döndü, tekrar geldi. “Hayırdır Mustafa n’oldu,” diye sordu Sonat. Botunu ayağından çekip çıkardı. Terden ıslanan çorabını sıyırdı. “Atlar huzursuz, yakınlarda bir şey olmalı.”
“Ne olabilir ki?”
“Çakal ya da kurt…”
Topuğunu çevirip baktı. Su toplayan deri patlamış, pembe et ortaya çıkmış olmalı. Feneri ayağına tuttu. Tam da tahmin ettiği gibi. Kurumuş kan izleri ayak tabanına kadar yayılmış. “Sarı kantaron sürelim,” dedi Tiago. Sırt çantasına uzandı. Küçük bir şişeden çıkardığı yağı uzattı. “Peçete bulamam şimdi, parmak uçlarınla sür.”
Topuğuna dokununca canı yandı. Elini çekti hemen. Postalı nasıl giyecekti geri? Öteki ayağındakini çıkarmamaya karar verdi. Her türlü fanteziyi denediniz mi, diye sormuştu doktor. Partnerinize yağ ile masaj yaptınız mı mesela? Bunların ereksiyon olamamayla ne ilgisi var? Böyle mi sormuştu, yoksa porno da izleyelim mi demişti. Doktorun suratındaki gölgeyi hatırlayıp gülümsedi. Psikolojik sorunlar üstüne yoğunlaşmıştı sonra doktor. Hep iş, hep para, hep çalışmak bunlardan kaynaklanıyor olabilir. Kendinize dönün, bir tatile falan çıkın. Öfke krizleriniz de azalır. Sigarayı bıraktığınız için olmalı demesi gerekmez miydi?
“Senden bir gün önce yola çıkacaktık, iyi ki çıkmamışız. Özlemişim seni. Akademiye döndüğünde en çok üzülen bendim, bir de Lia.”
Lia’nın adını duyunca başını kaldırdı Sonat. “Nerede şimdi?” “Bildiğini sanıyordum,” dedi Tiago. Onunla karşılaşmak için gelmişti aslında ekibe. Göremeyince kimseye bir şey soramamıştı. Fotoğraf makinesini kılıfından çıkardı. “Mercek çantada,” diye seslendi Andy’e. Mustafa feneri aldı, kayaların yanındaki ağaçlığa doğru tuttu. Araba farından bile çok aydınlatıyor fener. “Ötekileri göremiyorum,” dedi.
“İşaret fişeği atalım, yol çok sarp değil aslında, kolay gelirler.”
“Keçi yolu işte, biraz dik.”
Sonat çorabı giydi. Ayakları üşümüş. Postalın arkasına basarak işaret fişeğini aldı. Kayaların aşağısına doğru yalpalayarak yürüdü. Bacağı uyuşmuş, topuğu sızlıyor. İşaret fişeğini attı. Ortalık yeşile kesti. Kayalardan birinden iri bir kuş havalandı. “Heyyy, İshak kuşu deklanşöre bas Andy,” diye seslendi Sonat. Kuş havada pike yapıp ormana yöneldi. Andy sevinçle tripodu çevirdi. “Tüh son anda, birkaç poz yakaladım ama.”
Sonat ürperdi. Rüzgâr şiddetini artırmaya başladı. Bacaklarının arasındaki sertliği hissetti. Şimdi zamanı sanki. Lia’yı düşündüğü için olmalı. Telefonuna bakmak geçti aklından. Çekmiyor. Aysu aramış ama ulaşamamıştır kesin. Tam zirvedeyken balon gibi sönmesi normal değil demişti. Her konuşma aynı yere gelip bağlanıyordu. Kördüğüm.
“Çok yakındalar gördüm,” dedi Mustafa. Sonat çobandan yana dönmeden postalı giydi. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı, birkaç yıldız görürüm sandı. Bulutlar hızlı hareket ediyordu. Bir gölge görür gibi oldu. Gece dürbününü alıp atların arkasındaki kayalığı kontrol etti. “Sanki bir şey gördüm.”
“Ben dedim size, bir şey var diye.”
“Yırtıcılardan biridir, bize fazla yaklaşmazlar, sen merak etme.”
Sonat dürbünü bırakmadı. Koltuğunun altına koyup Tiago’nun yanına döndü. “Bana da sar bir tane,” dedi. “Ooo keyfe geldin bakıyorum.”
“Ot koyma, sadece tütün.”
“Portekiz ekibi burada deyince Lia da sizinle sandım.”
“Hollanda da gelmedi bizimle.”
Sonat dürbünle bulutlara baktı. Hollanda’da olmasını çözemedi. Birkaç saat kestirmek herkese iyi gelebilirdi. Ekip hareketliydi, kimsenin uyumaya niyeti yok.
“Kerkenezden bol bir şey yok o dağlarda, dedi Lia.” Sardığı sigarayı uzattı. “Beni kastetmiş olmalı.” İkisi de güldü. “Aysu’yla nasılsınız?” diye sordu Tiago, “Seni bizimle görüştürmez sanmıştım.”
Sigaradan bir nefes çekti. “Haberi yok,” dedi. Sanki sabah bırakmış gibi sigarayı hiç öksürmeden, boğazı gıcıklanmadan içti. “Özlemişim keratayı.”
Tiago Sonat’ın kerata deyişini taklit etti. “En sevdiğim Türkçe sözcük.”
“Aysu’yla anlaşamıyoruz,” dedi Sonat birdenbire. Sigara bedenini gevşetti. “Doğaya dön belki kendine gelirsin diyerek gönderdi beni. Yunan ekibiyle olduğumu sanıyorum. Yakında öğrenir.”
Nasıl der gibi baktı Tiago. “Onlar dağdan vadiye inip göç yolunu izleyecekler, telefonları çekmeye başlayınca Aysu bana ulaşmak için ekip liderini arar.”
“Bu sürpriz fena olmuş, kavga etmeyi göze aldın demek.”
Kavganın da ötesi var, diyecekken sustu. “Allahtan senin telefonun yok onda, kavgayı o zaman görürdün.”
Cinsel tatminsizlikten söz edemezdi. Doktoru, terapileri, sıkıcı plaza hayatını bilinçdışına itti.
“Sence fırtına, kuşları bizden yana mı sürecek?”
“Öyle olacağını varsayıyorum.”
Andy küçük metal bardaklarda konyak getirdi. “İçiniz ısınsın,” dedi uzatırken. Bardak sası kokuyordu. Temiz olmadığını bildiği halde büyükçe bir yudum aldı içkiden.
“El Sausal’da Altın yakalı makavları kucağımıza sürmüştü fırtına.”
Dağın arkasında şimşek çaktı. Bulutların geçişi hızlanmıştı. “Özlemişim,” dedi Sonat.
“Bu kadar süre ara vermen şaşırtıcı,”
“Andy biraz daha konyak ver.”
Sigarayı ne zaman içtiğini bilemedi. Sonuna gelmişti. Yere atıp postalının topuğuyla ezdi. Bazı şeyler yarım kalmıyor, tam aksine hiç ara vermemişsin gibi kaldığı yerden devam ediyor. Şimşek çaktı tekrar. Andy fotoğraf makinesini uzattı.
“Bu kadar gevezelik yeter,” dedi. “Herkes iş başına.”
Sonat merceği yerleştirdi. İyi olacağına olan inancı sarsılmıştı. Lia’yı soramadığına pişman oldu. Neyden çekiniyordu sanki? Evli olmasını mı sorun edeceklerdi. Sanmıyordu.
Dağın yamacında hareketlilik başladı. Rüzgâr ağaçların dallarını pervasızca sağa sola salladı. Andy kayalıkların yakınına kurdu tripotu. Şimşek çaktığı anda çığlık atıp deklanşöre basıyordu. Onun bu eğlenceli hali ötekilerin canlanmasını sağladı. Çoban huzursuzca Sonat’a sokuldu. “Atlara bakmanız gerek,” dedi.
“Gök gürültüsünden olmalı.”
Fotoğraf makinesini boynuna geçirip atların bağlı olduğu yere doğru yöneldi. Fırtınanın fotoğraflarını çeken ekip onun aşağı yöneldiğini fark etmedi. Atlar şaha kalkıp birbirlerinin üstüne doğru atlayıp kişniyorlardı. Yılan görmüş gibilerdi. Sırf çobanın içi rahat olsun diye feneri dağın yamacına tuttu. Bir şey yoktu. Ağaçlıktan birkaç karga havalandı. Bunları ilginç bulmayalı uzun zaman olmuştu. Sıradanlardı onun için. Oralı olmadı. Feneri keçi yoluna çevirdi. Kayalıkların griliğinde gezdirdi. O an bir şey oldu. Zümrüt yeşili gibi bir şey parladı. Aynı yere döndü. “Aman Allah’ım,” dedi. “Görüyor musun?”
Mustafa atların yanından uzaklaşmadan baktı. “Ben demiştim.”
Feneri çobana uzattı. Fotoğraf makinesini açtı. “Kar leoparı, hem de bu mevsimde.”
“Hayalet gibi,” dedi Mustafa.
Dili damağına yapışmıştı. Leopar kımıldamadı. Uzaktan onları izliyordu. Fırtına dağı aşıp vadiye doğru yayılırken arkadaki karmaşa arttı. “Atları sakinleştirmek gerek,” dedi Mustafa. Kasketini çıkarıp başını kaşıdı. Fener sarsılınca leopar yattığı yerden doğruldu. Öteki ekibin geldiği güzergâhtaydı leopar.
“Gelenleri fark etmiş olmalı.”
“Bir şey yapar mı?”
“Sanmam,” dedi çoban, “atlarda gözü.”
Portekiz ekibi fırtınanın heyecanına kapıldığından Sonat’ı unutmuştu. Fotoğraf makinesiyle leoparı art arta çekmeye başladı. Işığın açısı çiğ tonlar oluşturduğundan çobandan feneri kapatmasını istedi. Gece ayarına getirdi, merceği değiştirirken Tiago geldini duydu. “Şenliği kaçırıyorsun.” Bulutlar peş peşe sertçe çarpıştı. İstemsizce başlarını eğdiler.
“Asıl şenlik burada,” dedi Sonat. Çektiği fotoğrafı açtı. Adam parmağını yakınlaştır tuşuna bastı. “Ciddi olamazsın, kar leoparı mı?” Ardından fotoğraf makinesini aldı. “Vay canına, heeey millet,” diye bağırdı. “Sen ne şanslı adamsın.”
Şanslı mı? Hiç sanmıyorum. Etrafındaki koşuşturma arttı. Mustafa öteki ekibi bekliyordu. Ana kamptan telsizle gelip gelmediklerini soruyorlardı. Kayalardan birini kendine siper alıp yere uzandı Sonat. Leoparı rahatlıkla görebiliyordu. Gün doğumuna sayılı dakikalar kalmış olması sevindiriciydi. Birkaç alaycı kuş geçti tepesinden. Leopar kuşlara pençesini atıp geri çekildi. Tiago da yanına uzandı.
“Lia evlendi,” dedi, “belki bilmek istersin.”
Aklından bir sürü erkek silüeti geçti. “Ekipten biri miydi?” diye sordu. Tiago’ya bakmamaya çalıştı, ama başını evet anlamında salladığını fark etti. Makineyi sağ gözüne sabitleyip ötekini kıstı. Kızı terk eden o değildi. “Kuzey’le evlendiler,” dedi. Sonat az kalsın makineyi düşürüyordu. Durdu. En yakın arkadaşıyla mı? Onları çadırdan çıkarken gördüğü anı anımsadı. Her şey peş peşe birbirine bağlandı.
Fırtına dağı aşmış son sürat vadiye iniyordu. Rüzgâr yerdeki tozu toprağı havaya kaldırıp üstlerinden süpürdü. İki adam da başlarını öne eğip yüzlerini saklamak zorunda kaldı. Toz kaçmıştı Sonat’ın gözüne. Gözünü ovuştururken “Hiç anlamadım beraberken,” dedi. Aslında hep şüphelendiğini söyleyemedi.
Tiago doğruldu, “Bu anlaşılacak bir şey değil ki,” Sonat leopara baktı. Kayanın üstüne çıkmış dimdik fırtınaya bakıyordu. Kuşlar vadiden bulundukları yere doğru uçmaya başlamıştı. Kukumav geçti birkaç tane.
“Çeksene,” dedi Tiago.
Aklı Lia’daydı. Her ilişkide onu hayal ediyordu. Karısını değil, onu arzuluyordu. Canının sıkılması normal değil miydi?
“Bak birkaç tane daha geliyor.”
Sonat makineyi ortaladı. Kuşlar leopara doğru uçtular. “Balaban bunlar,” dedi. Tiago dürbünle baktı. “Soyları tükenmek üzere, çek çabuk!”
Leopar balabanlara doğru zıpladı. Kuşu tam kaparken çekti Sonat. Hayvanın dişlerinin arasında kuşun bir kanadı sarktı. Nutku tutulmuştu. Kuşun tüyleri havada savruldu. Deklanşöre art arda bastı. Saniyeler içinde leopar yerine döndü.
“İkinci ekip geldi,” diye haber verdi Mustafa. Tiago az önceki heyecanını üstünden atamamıştı. “Yakaladın mı?” diye sordu. “Hem de nasıl,” dedi. Çektiği fotoğraflara baktı. Tiago gelenleri karşılamak için yerinden kalktı. Sonat karnının üstünde çok yattığı için kemeri batmıştı. Zorla doğruldu. “İyi iş çıkarttın,” diyerek yeni gelenlere doğru yürüdü. Uzun boylu adamı gördü önce. Arkasından da eşeğin sırtından inen kadını. Kadın tanıdık geldi. Yolu yarılamamıştı ki durup Sonat’a baktı.
“Şimdi yandık,” dedi.
Sonat gelenlere baktı. Üzerindeki toprağı temizlemeyi düşünüp vazgeçti. Dürbünle leopara bakmak istedi. Leopar yerinde değildi. Fırtına tam üzerlerine doğru gelirken atların toynak sesini duymadığını fark etti. Sakinleşmişler miydi? Biri iki adım attı. Kadın tereddüt etmedi.
“Bana bunu yapacağını biliyordum,” dedi.