Kültür ve Hikayeler Arasında: Nurdan ve Orhan Tekeoğlu’nun Belgesel Yolculuğu
Sinema

Kültür ve Hikayeler Arasında: Nurdan ve Orhan Tekeoğlu’nun Belgesel Yolculuğu

Nilgün Kalkan

Yıllarca iş ve medya dünyasında üst düzey görevler üstlenen Nurdan Tekeoğlu ve Orhan Tekeoğlu, sinema ve belgesel tutkunlarının da yakından bildiği isimler. Çiftin 2010’da Karadeniz kadınını anlatan İfakat belgeseli ile başlayan yapımcı – yönetmen işbirliği ortaya öyle bir sinerji çıkardı ki, o tarihten bu yana hiç durmadan ses getiren işler üretmeye devam ediyorlar. On beş yıllık sürede kazandıkları ulusal ve uluslararası ödüllerin bolluğu emeklerinin boşa gitmediğinin açık birer göstergesi.

 

Söyleşimizin başında, iş dünyası ve gazetecilik mesleğindeki profesyonel deneyimlerinin sanatsal üreticiliğe evrilme sürecini Nurdan Tekeoğlu tüm açıklığı ile aktardı:

 

“Sinemayı her zaman sevmişimdir. 2001-2011 yılları arasında Türkiye Temsilcisi olarak görev yaptığım Metro AG’de sosyal sorumluluk projesi üzerinde çalışırken, neden bir kısa film yarışması düzenlemeyelim diye düşündüm. Bu fikri TÜRSAK (Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı) ile paylaştım ve Türkiye’nin kurumsal anlamda ilk kısa film yarışmasını organize ettik. Yarışmanın birincisi ve ikincisi olarak seçilen filmleri New York Film Akademisi’ne gönderiyorduk. Öğrencilerin burada daha fazla bilgi edinmeleri için, New York’a gitmeden bir yıl önce İngilizce eğitim kursuna katılmalarını sağlıyorduk. Jüri toplantılarına katıldıkça, sinema bir virüs gibi kanıma girdi.

 

Ayrıca, iki kez Antalya Film Festivali’nin ana sponsorluğunu üstlendik ve Sinema Tarih Buluşmaları’nın değişmez sponsoru olduk.

 

Bu süreçte, Orhan’ın da doğduğu Trabzon’un Çaykara İlçesi’ne bağlı ve yaz aylarında sürekli ziyaret etmeyi ihmal etmediği dağ köyü Zelaka’da sırtlarında ağır sepetlerle saatlerce çalışan ve en tehlikeli yollardan evlerine gidip gelen kadınlara “Sizin belgeselinizi yapacağım” diye söz verdiği hikayesi bizi daha da yakınlaştırdı. İkisimizin hayalleri ve arzuları, sinemada buluşmamıza vesile oldu.”

 

Biz de bu yolculuğun dönüm noktalarını derinlemesine konuşalım dedik ve Karnavaldergi okurları adına her ikisine de sorularımızı yönelttik.

 

 

 

Belgesel ve filmlerinde genellikle Karadeniz insanını ele alıyorsunuz? Bunun özel bir nedeni var mı?

O.T: O bölgede doğmuşum. Tanıdığım bir bölge. Bölge insanını yakından tanıyorum ve hayat hikayelerini dinlemeyi çok seviyorum. Sıra dışı yaşam biçimleri ve  hareket tarzları çok ilgimi çekiyor.

 

Diğer bölge insanlarından daha sıra dışı yaşamları var. Bu da bana ilham veriyor. Projelerinizi hangi aşamalardan geçerek oluşturuyorsunuz? Hem fikir aşamasında hem de hayata geçirirken hangi kanallardan besleniyorsunuz?

O.T: Hemen hemen tüm mecralardan besleniyorum. Gerek kendim dinlediğim hikayeler, gerek insanlar arasında konuşulan hikayeler, gerekse basında çıkan haberler benim ilk etkilendiğim yerler oluyor. Öncelikle hikayeyi araştırıyorum. Gerçekten yaşanmış mı. Hikayenin kahramanı ile ya da olayla ilgili bilgi topluyorum. Belgeselin ruhuna uygun, etik değerlere bağlı bir çalışmayla  bilgi, belge , fotoğraf  ve doküman toplamaya çalışıyorum.

 

Sizin uzun metrajlı bir filminiz de bulunuyor; Öyle Sevdim ki Seni. Ancak daha sonra tamamen belgesele yöneldiğini görüyoruz. Bu alandaki motivasyonunuzun kaynağı nedir? Ya da tersten sorarsak, uzun metrajlı filmden neden vazgeçtiniz?

O.T: Aslında ilk uzun metraj filmimizi de gerçek bir hikayeden yola çıkarak oluşturduk. Aslında tam bir belgesel.  Birkaç sinemacı arkadaşım uzun metraj yap önerileri ile uzun metraja çevirmiştik. Uzun metraj hiç aklımda yoktu. Ben gazetecilik yaparken de hep belgeselden çekmek istedim. Belgelemeyi, anlatmayı seviyorum.

 

Filmlerinizi çekerken karşılaştığınız finansal zorlukları nasıl aştınız, ülke ekonomisinin giderek daraldığı bir dönemde bundan sonrasını nasıl planlamayı düşünüyorsunuz?

N.T.T: Sinema sektöründe en büyük sorun finans. Tek kaynak Kültür Bakanlığı. Yüzlerce proje arasında seçilen projelere çıkan destekle zar zor film yapılabiliyor. İlk belgeselimizde Karadenizli iş adamlarından destek gördük. Daha sonraki belgesellerde Fongogo kitlesel fonlama ve Kültür Bakanlığı destekleri geldi. Son projemiz bir göç belgeseli. Buna da kitlesel fonlama ile destek bulduk ve  bir şirket ayrıca  destek verdi. İyi bir proje ile kitlesel fonlama yöntemine başvurmak, sanırım en tercih edilen yol olacak. Aslında bir tür imece yöntemi. İlk olarak 2015 yılında Sıra Dışı İnsanlar belgeselimiz için bir finans yöntemi olarak kitlesel fonlamayı denedim. Bir yapımcılık workshopunda Fongogo’nun kurucularından Ali Çebi ile tanışmıştım. Sunumunu izledim. İlk denemem başarıyla sonuçlanınca devam ettim. 7 projemin finansmanını bu yöntemle gerçekleştirdim.Tabii ki küçük ipuçları var. Şimdi bu ipuçlarını ulusal ve uluslararası festivallerde paylaşarak daha fazla yapımcının film üretmesi için cesaretlenmesini sağlamaya çalışıyorum.

Bugüne dek çektiğiniz belgesellerde karşılaştığınız en ilginç, en şaşırtıcı, en üzücü bulduğunuz durumlarla ilgili üç örnek verin desek neler söyleyebilirsiniz?

N.T.T: Belgesel çekimleri maceralarla doludur. İlk belgeselimiz olan İfakat belgeselin final çekimlerini dünyanın en teklikeli virajlar arasında gösterilen Derebaşı virajlarında yaptık. Ot yüklü kamyonun üzerine kadınlar. Her virajda korkudan titremiştik. Vargit Zamanı belgeselimizde de bir babanın oğluna karşı takındığı sert tutumun oğlunu uyuşturucu batağına sürüklediğini ve öldüğünü anlatırken biz de gözyaşımızı  tutamamıştık.

 

Rus bir yönetmenle de çalıştınız ve ünlü balet Rudolf Nureyev ile ilgili bir belgesel hazırladınız. İlginç bir hikayesi var bildiğim kadarıyla. Bu proje nasıl ortaya çıktı ve ülkemizde yeteri kadar ilgi gördü mü?

N.T.T: Bizim ilk uluslararası ortak yapımımız. Rus yapımcı ve yönetmen Evgenia Tirdatova ile uzun zamandır tanışıyoruz. Dünyaca ünlü balet Rudolf Nureyev’den bahsetti. VİP Turizm’den annesi ve babası ile konferanslarda uzun yıllar çalıştığım İnci ve Fethi Pirinçcioğlu’nun kızı Yasemin Pirinçcioğlu’na   konuyu açtım. Nureyev’in hiç bilinmeyen Türkiye sevgisinden, Türkiye’ye yerleşmek istediğinden  bahsetti.  Türkiye’ye geldiği 80’li yıllarda onu gezdirdiğini ve geniş bir fotoğraf ve video arşivi olduğunu, ancak bu arşivin Amerika’da  olduğunu söyledi. kendisi tüm materyalı New York Kütüphanesi’nden getirtti. İstanbul’da zorluklarla izin aldığımız Topkapı Sarayı, Rüstem Paşa Camii, Kapalı Çarşı ve ayrıca Fethiye’ye yakın Gemiler Adası’nda ve İzmir  Dikili Bademli Köyü’nde çekimlerimiz oldu. Orhan Tekeoğlu Evgenia Tirdatova ile yönetmenliği üstlendi. Belgesel, festivallerde çok ilgi gördü. Beni en çok sevindiren bu belgeselin Rusya’da Windows to Europe in Vyborg Film Festivali’nde en iyi ortak yapım ödülü alması oldu.

 

 

Karadeniz insanının yaşamına dair çektiğiniz belgeseller ağırlıkta. Vargit Zamanı ve Fatma Kayacı’nın Bilinmeyen Hikayesi gibi.. Genelde trajik hikayeler. Sizin kişisel tarihiniz bu hikayelerden izler taşıyor mu, çocukluğunuzda büyüklerinizden dinlediğiniz ya da tanık olduğunuz benzer insan manzaraları var mı?

O.T: Çocukluğum dağlık, ormanlık bir yörede geçti. Arka yamacımızda Uzungöl. İlk bakışta güzel gibi duruyor. Fakirlik, yoksulluk dolu yıllar. Doğa güzel ama yaşam berbat. Hep çalışan kadınlar.  Yağmur ve kar sularının her yıl aşağıya kaydırdığı toprağı her defasında sırtında sepetlerle yukarıya taşıyan kadınlar.  Hayat şartları gerçekten çok zordu. Araba yolunun olmadığı yıllarda otunu, odununu sırtlarında taşıyan kadınlar.  Bu yollar 6 saate varan yollar. Dünyada cehennemi yaşayan kadınlar. Bu hayattan İfakat belgeseli çıktı. İfakat, tanıdığım bir kadındı.  Vargit Zamanı belgeselimizde , Almanya’da çalışan muhafazakar ve dindar bir adamın yıllar önce uyuşturucudan ölen oğluna karşı duyduğu vicdan azabını, her sonbaharda yayladan köye göçün habercisi olan vargit çiçeği üzerrinden anlattık. Fatma Kayacı’nın Bilinmeyen Hikayesi belgeselimizde de yıllarca dağ başında yaz kış tek başına yaşayan bir kadının  yaşamına kameramızı çevirdik. İnsanın içini titreten hikayeler.

 

Belgesellerimizde ağırlıkı olarak yaşlı, yalnız ve yoksul kadınların hikayelerini çalıştık.  Hayatın içinden hikayeler bunlar. Diğer yandan hayat devam ediyor. Belgesellerde çok fazla çalışılmayan zor bir alanı deneyelim dedik.  Sıra Dışı İnsanlar belgeselinde, Karadeniz insanının sıra dışı işler yaparken pratik zekasını da ele aldık. Çok beğeni topladı. Çok sayıda ülkede gösterildi.  Susy AB Sürdürülebilirlik ödülünü aldı ve BBC belgeselin ana kahramanı Metin Akıncı ile röportaj yaptı.

 

Mübadillerin yaşadığı zorlukları ve mücadeleyi anlatan Paramparça adlı ödüllü bir belgesel de çektiniz. Belgesellerin toplumsal belleği canlandırma, yenileme hatta yeniden inşa etme işlevleri olabiliyor. Siz ekip olarak hangisini daha çok önemsiyorsunuz?

N.T.T: Toplumsal belleği canlandırma sanırım en doğrusu. Bir başka deyişle kollektif hafıza, geçmişe ait  bilginin ortak olmasına vurgu yapar ve   dolayısıyla  gruplar tarafından paylaşılır ve aktarılabilir olması önemli..  Türkiye ile Yunanistan arasında 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması’na ek olarak imzalanan bir protokol çerçevesinde, her iki ülke, kendi vatandaşlarını din temelli olarak zorunlu olarak yer değiştirilmeye tabi tutmuştur. Bu süreçte, göç ettirilen kişilere “mübadil” denir. Bu zorunlu göç sonucunda, yaklaşık 1.200.000 Ortodoks Rum, Anadolu’dan Yunanistan’a; 500.000 kadar Müslüman ise Yunanistan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Ben de 3.kuşak Selanik mübadiliyim. İnsanlar bir gecede evlerini,sokaklarını,komşularını,evcil hayvanlarını,mezarlarını,tarlalarını her şeylerini bırakıp,köklerinden koparılıp, Türkiye’de ve Yunanistan’da farklı yerlere yerleştirildiler. Benim dedem de 13 yaşında anneanne ve teyzesi ile İzmir Karaburun’a yerleştirilmiş. Anne ve babasını Balkan Harbi sırasında kaybetmiş. Sıfırdan ve sil baştan bir hayat ve önyargılar. Kolay değilmiş. Dedem vefat ettiğinde ben 12-13 yaşlarındaydım. O çok özlediği Selanik’i bir daha göremedi. Yasaktı. Bendeki köklerim ile ilgili ilk bilinçlenme bir Selanik muhaciri olan anneannemin vefatından sonra 2011 yılında Lozan Mübadilleri Vakfı’nın Selanik gezisi ile başladı. Annem ile katıldık ve bizlere birçok mübadil köylerini bir rehber eşliğinde gezdirdiler. O köylerde Türkiye’den göç etmiş mübadillerin torunları ile kucaklaştık. Bahçelerinden kirazlar yedik. Yollarda otobüslerde Rumeli Türkülerini dinledik. Annem ağladı ve ben de ağladım. Selanik köylerinde bile mübadele müzeleri açmışlar. Sandıklarını, oradan getirebildikleri eşyaları sergiliyorlardı. Küçücük köy evlerinde kurdukları müzelerde. 2015 yılında ben mübadele ile ilgili bir kısa film çekeceğim dedim ve dedemin hayatından esinlenerek İstanbul ve İzmir Karaburun’da  İKİ YAKA YARIM AŞK isimli kısa filmimi çektim. Başrollerinde duayen oyuncu Selda Alkor ile rahmetli Sezai Aydın vardı. Orhan Tekeoğlu de bana sahada yardım etti. Benim yönetmenlik yaptığım ilk kısa filmdi. 2017 yılında kısa filmim Türkiye ve yurt dışında birçok ülkede festivallerde gösterildi. Mübadele dernekleri ve vakıfları kanalıyla Türkiye’nin dört bir yanında gösterildi. Kısa filmimin Bodrum’da Bodrum Giritlileri Derneği Başkanı Zehra Denizaslanı tarafından davet edilmesi ve gösterim sonrası kendisinin Orhan ile hayat hikayesini dinlememiz ve PARAMPARÇA isimli belgeseli çekmeye karar vermemiz.hepsi bir şerit gibi gözümün önünden geçiyor.Zehra Denizaslanı 3.kuşak Girit mübadeli ve çok zorluklar yaşamış bir aileye mensup. Kendisinin ve tavsiye ettiği tanıkların ağzından mübadele kültürünü ve hayat hikayesini çektik. Orhan Tekeoğlu ile sahada birlikte çalıştığım ilk belgeseldi. Çok keyifli idi. Girit’te en önemli festivallere seçildi ve 19. Uluslararası Kıbrıs Film Festivali’nde en iyi belgesel ödülü aldı.Mübadele kültürünü gelecek nesillere aktarmak çok önemli.

 

Siyasi tarihimizden bir dönem belgeseli çekmek isteseniz bu hangi dönem olurdu?

O.T: 12 Eylül

 

Belgeselcilikte uzmanlık ne anlama geliyor? Başka bir deyişle başarılı doğa belgeselleri çeken biri aynı derecede iyi siyasi belgesel de çekebilir mi?

O.T: Dünya ve Türkiye belgesel tarihinde bunu başarabilmiş çok az belgeselci var.  Doğa belgesellerinde çok başarılı olanlar siyasi belgeselde başarılı olabilir mi . Bilmiyorum. 12 Eylül’ü çeksem ne kadar başarılı olabilirim, bilmiyorum. Bu biraz da, kendini en iyi ifade edebileceğin konuya bağlı.

 

Tüm projelerinizi eşiniz Nurdan Tümbek ile birlikte yürütüyorsunuz. Siz gazeteci kökenlisiniz, eşiniz ise iş dünyasından gelmekte. Zaman içinde farklı mesleki deneyimlerinizin sizi birleştirdiği ya da ayrıştırdığı noktalar oldu mu?

O.T: İki farklı bakış açısına sahibiz. Aslında bu bize bir anlamda zenginlik katıyor. Sonuçta en doğru yolda birleşiyor ve o yolda yürüyoruz.

 

Yapıtlarınız sayısız festivale davet edildi ve hem yurt içinde hem de yurtdışında ödüller aldı. Deneyimli bir belgeselci olarak bu alanda ürün vermek isteyen gençlere ne söylemek istersiniz? Başarılı bir belgeselin şifreleri nelerdir?

O.T: Bunun matematiksel bir tarifi yoktur. Ama sanırım her şey merakla başlar. Lokal bir hikayeden evrensel bir mesaj çıkartmak gerekir diye düşünüyorum. Dünyanın herhangi bir belgesel film festivalinde giderseniz belgesel yapımcılarının ve yönetmenlerinin çoğunun alçak gönüllü ve içten davrandığını hissedersiniz.  Belgesellerinde derinliği olan konuları anlattıkları halde alçakgönüllü ve doğal kalmayı başarabiliyorlar. Belgeselleriyle sizi büyülü yolculuklara çıkararak gizli kalmış beklenmedik dünyalara götürürler. Sanırım işin sırrı burada yatıyor.

 

N.T.T: Eğer belgeseli çekmeyi hayal ettiyseniz gidin çekin. Hayal etmek işin yarısı. Ayrıca kitlesel fonlama gibi finansal araçlar size hayallerinizi gerçekleştirmeyi sağlıyor. Bir tür imece. Çevreniz sizi destekliyor. İFAKAT belgeselimiz Zadar’da bir festivale seçilmişti ve üzenlenen bir tekne turunda diğer yapımcı ve yönetmenlerle bir araya gelmiştik. Yaşlı bir adam köşede oturuyordu. Kim diye sorduğumda Schindler’s List yapımcılarından olduğu söylendi. Hemen yanına gittim. İfakat’ın yeni bir yapımcı olarak zorlu yapım süreçlerinden geçmiştim. Kendisine film üretmenin zor olduğunu söylediğimde bana şöyle dedi:  “Film üretmek değil, hayal etmek zordur. ” dedi. Ben de gençlere bunu tekrarlıyorum sık sık. Aklınıza geleni hemen yapın diyorum.
Bir belgesel çekildikten sonra bu belgeselin konusuna uygun festivallere göndermeniz gerekmektedir. Dağ kültürü belgeseli ise dağ belgeselleri festivallerine, çevre ve sürdürülebilirlik ile ilgili belgeseller ise çevre belgesel film festivallerine, kadın konusu işlenmiş ise kadın film festivallerine, insan hakları ile ilgili ise insan hakları festivallerine göndereceksiniz. Bu tematik festivallerde dikkat çekmeniz çok daha kolay. Bizim yönetmenlerimiz başarılı olmayı sadece Berlin,Cannes ve Venedik festivallerine seçilmekten ibaret zannediyor. Bu yanlıştır. Belgesellerinizi konusuna göre tematik festivallere göndermelisiniz. Ben açıkcası yapımcı olarak bu stratejiyi izliyorum ve 15 yıldır davet edildiğimiz festivallere giderek kendi ağımı genişletiyorum. Şimdilerde festivallerden jüri üyeliği davetleri alıyorum ve keyifle filmleri seyrederek değerlendiriyorum.

Ödüllü Belgesel ve Filmlerin Dökümü (2009-2023)

 

İfakat-2010- belgesel-Yönetmen : Orhan Tekeoğlu, Yapımcı: Nurdan Tekeoğlu

 

Ödüller:
TRT Belgesel Yarışması Özel Jüri Ödülü

Öyle Sevdim ki Seni -uzun metraj film 2013- Yönetmen Orhan Tekeoğlu, Yapımcı: Nurdan Tekeoğlu

 

Ödüller:
Moskova Film Festivali Seçkisi ve Portobello ve Kanada Film Festivali en iyi yabancı film ödülleri

Sıra Dışı İnsanlar Belgeseli- belgesel-2015- Yönetmen: Orhan Tekeoğlu, Yapımcılar: Nurdan Tekeoğlu , Neil Mc Cartney, Evgenia Tirdatova

 

Ödüller:
Terra Di Tutti Film Festivali -Susy AB Sürdürülebilirlik Ödülü,Çevre Filmleri Festivali 1. Ödülü ve BBC ana kahraman Metin Akıncı ile röportaj yaptı.

 

Rudolf Nureyev: Düşlerinin Adası- belgesel-Yönetmen: Orhan Tekeoğlu, Evgenia Tirdatova Yapımcılar: Nurdan Tekeoğlu, Evgenia Tirdatova ve Yasemin Pirinçcioğlu

 

Ödüller:
2016 Windows to Europe in Vyborg Film Festivali en iyi ortak yapımcı ödülü, St. Petersburg A Message to Men Film Festivali seçkisi

 

İki Yaka Yarım Aşk- 2017- Yönetmen: Nurdan Tekeoğlu ve Yapımcı: Nurdan Tekeoğlu

 

Ödüller:
Antalya Film Festivali seçkisi ve Antakya Film Festivali özel jüri ödülü

 

Vargit Zamanı- 2019- Yönetmen: Orhan Tekeoğlu, Yapımcı: Nurdan Tekeoğlu

 

Ödüller:
İstanbul Film Festivali finalisti ve Yunanistan Beyond Borders Uluslararası Belgesel Film Festivali Honourable Mention Ödülü

7 Kibele-2020- Yönetmen: Orhan Tekeoğlu, Yapımcılar: Nurdan Tekeoğlu, Aziz Akgül, Tisva Vakfı

 

Ödüller:
Slovakya Etnografi Film Festivali Bronz Ödülü ve Altın Koza Film Festivali seçkisi

 

Fatma Kayacı’nın Bilinmeyen Hikayesi-2021- Yönetmen: Orhan Tekeoğlu, Yapımcı: Nurdan Tekeoğlu

Ödüller:TRT Belgesel Yarışması Kültür Bakanlığı Ödülü ve Uluslararası İpekyolu Film Festivali 4 dalda ödül, Green Montenegro Karadağ Film Festivali Özel Jüri Ödülü, Mediawave Macaristan en iyi yaşam konusu ödülü

Paramparça-2023- Yönetmenler: Orhan Tekeoğlu ve Nurdan Tekeoğlu, Yapımcı: Nurdan Tekeoğlu ve Spiridoula Gouskou, Story Studios.

 

Ödüller:

Girit Hanya ve Ierapetra Film Festivalleri finalisti ve 19. Kıbrıs Uluslararası Film Festivali en iyi belgesel ödülü

Şu anda Cevat Şakir’in Bodrum’a ekolojik katkısı ve Uzungöl -Van arası iç göçü anlatan belgesel çalışmalarımız devam etmektedir.