Leyla’nın Üç Günü
Öykü

Leyla’nın Üç Günü

Kader Menteş Bolat

Leyla, yalnızlığını değerli bir taş misali boynunda taşıyordu. Halinden öylesine memnundu ki etraftan gelen seslere kulaklarını tıkamıştı. Kadın dediğin yalnız kalmamalıymış. Tutunacak bir dalı, sığınacak limanı olmalıymış.  Düşüncelerinden sıyrılmak ister gibi otobüs camının buğusunu eliyle sildi. Ne kadar zamandır uyuyordu acaba? Yanındaki yeşil eşarplı, sıska kadın o uyurken inmiş olmalıydı. Bu kadar derin uyuyamazdı gençken. Son yıllardaysa uyku düzeni bozulmuştu. Uyumak değil de sızmak…

 

Parmaklarını yüzünde gezdirdi, sert çizgilerinin açtığı yollarda kaybolmamak için kendini zorladı.  Yolculuk sona erip de otobüsten indiğinde onu bekleyenleri düşününce göğsü sıkıştı. Sol tarafını ovaladı yavaşça. Akbaba gibi üşüşmüşlerdir şimdi yıllardır uğramadıkları eve. Evin içindeki hallerini hayal edince midesi bulandı. Hayat prosedürlerden mi ibaretti? Tatsız, sevimsiz, iç sıkan prosedürler… Üç gün, üç koca gün katlanmak zorundaydı onlara. Halanın son arzusu bu olmasaydı onlarla bir araya gelir miydi hiç?

 

Birinci Gün

 

Terminal hıncahınç doluydu. Ter kokularıyla yemek kokuları birbirine karışmıştı. Tiksinerek baktı etrafa. Bir an önce bu insan yığınından uzaklaşmak istedi. Yıllardır görmediği akrabayı bu hengamede tanımak mümkün olacak mıydı? Bu düşünceyle etrafına bakarken yüksek sesle isminin tekrarlandığını işitti. Leyla, Leyla Soylu! Kendisine soyadıyla hitap ettiğine göre biraz uzak bir akraba olmalıydı karşılamaya gelen.

 

“Buyurun benim. Siz de halamın torunu musunuz yoksa?”

“En küçükleri, Harun.”

“Benim kim olduğumu biliyorsun zaten.”

“Bilmez miyim, sizi öyle çok anlatırlardı ki biz çocukken.”

“Neyimi anlattılar bu kadar?”

“Dillere destan asaletinizi desem…”

 

Harun ciddi miydi onunla dalga mı geçiyordu anlam veremedi. Çekingen bir gülümsemeyle karşılık verdi. İçi içini yemeye başladı öte yandan. Harun biraz müstehzi miydi, karar veremedi. Gençken çok okurdu, özellikle tiyatro metinlerine bayılırdı. Okulun amatör tiyatro topluluğundaydı. Shakespeare’e de çok hayrandı. Bazı oyunlarının tiratlarını ezbere bilir, karakterleri şevkle canlandırırdı. Bununla mı dalga geçiyorlar bu sevimsiz akrabalar hâlâ acaba? Bir defasında Nefise hala evlerinde kalırken, uyandığında odasında Hamlet’e çalışırken görmüştü onu. Sonrasında dilinden kurtulamamıştı. Saraylara yaraşan kızım, soylu kızım benim! diye. Soyadlarıyla bağdaştırıp kahkahalara boğulmuştu. Sonraları tiyatrocu olma hayali de suya düşünce… İlk eşinin ünlü bir tiyatrocu olması da cabası.

 

Harun’u biraz sıkıştırsa mı?  Yanlış anlaşılmayı göze alamadı.

 

Büyük hala herkesçe muzipliği ve kontrolcülüğüyle tanınırdı. Ondan uzaklaşmasının bir sebebi de bu değil miydi? Sınırları ihlal etme konusunda üstüne yoktu. Halasını günlüğünü karıştırırken bulduğu günü anımsadı.

 

Arabaya doğru tek tük kısa cümleler kurarak yürüdüler. Yol boyunca ikisi de çok sessizdi. Leyla uzun zamandır görmediği küçük kentteki değişikliklere bakakaldı. Yollar genişlemiş, neredeyse her sokağa çocuk parkları yapılmıştı. Devasa alışveriş merkezini görünce gözleri yuvalarından fırlayacaktı sanki.

 

“Gözlerime inanamıyorum, ne kadar çok değişmiş böyle.”

“Şaşıracağınızı tahmin etmiştik. Beklenenden hızlı büyüdü. Tanık olmasak inanması zor bu değişime.”

“İstenirse oluyormuş demek ki…Peki insanlar değişebildi mi? Asıl önemlisi o?”

“Gözlerinle göreceksin birazdan. Sen karar ver.”

 

Cümlenin arkasından Leyla’da huzursuz kıpırdanmalar başladı. Bacakları ve kolları kaşınıyor, kaşıdıkça kıpkırmızı lekeler oluşuyordu.  Avukata telefonda çok dil dökmüştü akrabalarıyla bir araya gelmemek için. Nafile! Vasiyet açıklanırken burada olmanız şart, yanıtına toslamıştı.

 

Evin geniş bahçesi eskiye nazaran daha bakımlıydı. Sesler duvarları aşıp bahçeye taşıyordu. Harun önde, o arkada kapının açılmasıyla birçok meraklı göz üzerinde gezindi. Bunca yıldan sonra akrabalarıyla karşılaştığında ilk hissettiği, rahatsızlık duygusu oldu. Hiç şaşırmadı.

 

Akşam yemeğindeki tek konu Leyla’nın eski kocasının zenginliğiydi. Oysa onları bu evde bir araya getiren büyük halanın vefatıydı. Sıkıntıdan, soruların çokluğundan kaşıntıları arttı. Bunalmış halde yatağa uzandı. Beyaz sabun kokuyordu çarşaflar.

 

İkinci Gün

 

Sabahın ilk ışıklarıyla uyandığında ağzındaki çamur tadıyla midesi bulandı. Telaşla lavaboya koştu. İçindekileri çıkarınca rahatladı. Yatağa boylu boyunca uzandı. Alt kata inmek içinden gelmiyordu. Kahvaltı sofrasında da soruların ardı arkası kesilmeyecekti. Avukatı arayıp işi hızlandırmak geçti zihninden. Yurt dışından gelecek kuzenini hatırlayınca suratı asıldı. İnsanın kendini ait hissedemediği yerde zorunlu olarak kalması kadar kötü bir şey yoktu. Bütün günü yatakta geçirmeyi düşündü. Midesi strese ancak bir gün dayanabilmişti. Basamaklardan gelen tıkırtıları duyunca midesini tutarak yastığa gömüldü. Odanın kapısı usulca açıldı. Gelen, en meraklı kuzendi.

 

“Leyla iyi misin? Sararmışsın.”

“Sorma, midem fena. Bugün yataktan çıkmam mümkün görünmüyor.”

“İstersen hastaneye gidelim.”

“Yok, dinlenirsem geçer.”

Bugünü kurtarmıştı en azından. Yemek vaktine kadar kimse ona dokunmazdı artık.

 

Akşam yemeğinde sofrada buluştuklarında herkes Leyla’nın etrafında pervaneydi. Bu kadar ilgiden çabuk sıkıldı Leyla. Kendine ait küçük dünyasına çekilmek için sabırsızlanıyordu. Çevresindeki bazı aile fertleri gibi ilgi manyağı değildi. Biraz zaman geçince kendini iyi hissetmediğini söyleyerek odasına çıktı.

 

Üçüncü Gün

 

Bu sabah yatağından kalkarken keyifliydi Leyla. Avukat öğle saatlerinde vasiyeti açıklayacağını bildirmişti. Alt kattan gelen coşkulu seslerden aşağıda heyecanlı bir bekleyiş olduğunu anladı. Aynadaki yansımasına hınzırca gülümsedi. Ne bekliyorlardı ki pinti halasından? Onlara kötü bir sürpriz yaptığından neredeyse emindi. Üstündeki tarçın rengi ipek elbiseyi çekiştirdi. Birkaç yıl öncesine kadar üzerine tam otururdu.  Fazlalıklarına baktı, sarkan yerlerine. Yüzü gölgelendi. Takı kutusundan çok sevdiği incilerini aldı. İncilerin gerdanındaki görüntüsünü beğendi. Allığını da sürünce hazırdı. Basamaklardan asaletine yaraşır biçimde ağır adımlarla indi. Gözler yine üzerindeydi.

 

Salondakileri mesafeli bir gülümsemeyle selamladı. Halasının yağlı boya resminin karşısındaki tekli kadife koltuğa oturdu. Büyük hala gözlerini dikmiş içinden geçenleri okur gibi ona bakıyordu. Ürperdi.

 

Kapı zilinin sesiyle kendine geldi Leyla. Odadaki hareketlenmeden avukatın geldiğini anladı. Herkesi masanın etrafında meraklarını dizginlemeye çalışırken buldu. Az sonra vasiyet açıklanacak, Leyla da sorumluluğunu yerine getirmenin rahatlığıyla akrabalarından ebediyen uzaklaşacaktı. Avukat, konuşmaya başlayınca hepsi dikkat kesildi. Zarfı açıp içindekileri okumaya başladığında herkesin yüzü allak bullak oldu. Eli ayağı birbirine dolanan kuzenlerin bakışları Leyla’ya çevrildi.

 

Leyla şaşkındı ama bozuntuya vermedi. Bu koca evin yeni sahibesi olarak avukatın önüne koyduğu evrakları kendinden emin imzalamaya başladı.