Metinlerarası Rizom Etkisi
Tehlikeli Metinler

Metinlerarası Rizom Etkisi

Bayram Sarı

Paul Auster’in, Yanılsamalar Kitabı metnindeki, Çevremdeki her şey aynı zamanda içimdeydi de, dünyayı görebilmek için içime bakmam yeterliydi,” ifadesiyle; Fernando Pessoa’nın, “Huzursuzluğun Kitabı”nda “Düş kurmakla geçti ömrüm. Hayatımın anlamı buydu, evet, yalnızca buydu. İç hayatımın dışındaki hiçbir şeye dönüp bakmadım. Hayatımdaki en büyük üzüntüler, gönlüme bakan pencereyi açıp oradaki bitip tükenmez kaynaşmayı seyrederek kendimi unutmamla eriyip gitti,” demesi arasında oluşabilecek bağlantıyı Deleveze ve Guattari, “Rizom” olarak adlandırmaktadır.

 

Toprak altında bulunan ve yukarı doğru filiz, aşağı doğru kök veren kalın yatay gövdeye “rizom” denir. Rizom, merkezi belirli bir kök etrafında bulunan, sürekli ve dikey olarak büyüyen hiyerarşik bir yapı olan ağacın tam tersidir. Deleuze’ün “özne” anlayışı, kadın ve erkek olarak ayrılan ikili cinsiyet karşıtlığına dayanmaz, aksine ona göre cinsiyetli öznelerin çoklu konumlanışları vardır. Bu konumlar arasındaki farklılıklar, oluş hatlarını rizom bağlantı ağı içerisinde çizerler. Rizom bir özneye ya da nesneye sabitlenebilen, buna karşın birliği ve bütünlüğü olmayan çokluklardır. Sabit bir düzeni olmamasına karşın, rizomun bir noktası, bir başka noktasıyla bağlantılıdır.

 

Rizomun müdahalesi yazma eyleminden ayrılamaz. Diğer her şey gibi yazma eylemi de bir ilişki biçimi olarak tanımlanabilir. Bu, yazdığınız metnin içeriğinden, türünden, üslubundan ve yazma biçiminizden bağımsız temel bir ilişkidir. Bu ilişkide yazı kâğıda ya da her nereye yazılıyorsa oraya izi düştüğünde başlar ve aslında bir daha da bitmez. Bu metinle yazar arasında olan bir ilişkidir ve amansızdır. Yazının izi düştükçe bu ilişki köklenir ve sonunda metin rizomik uzantılarla yazara müdahale etmeye başlar, çünkü çoğalmak ister. Son iz düştüğünde ortaya çıkan ikisinin de istediği şey değildir, yazar kendine ait olmayan ama garip bir şekilde öyle olan metnin ondan daha zeki olduğunu fark ettiğinde dehşete düşer.

 

Jean Paul Sartre, “Her bir kişi gibi, söylenmiş olmayı reddeden karanlık bir derinliğim var” derken; Ahmet Cemal, “Bu Zamanı Anlamak” metninde, zamanı gerçekten yaşayanları anlatırken sığlıkta kalanlarla, derinlere korkmadan gidenleri birbirinden ayırır ve Satre’ın aksine “söylenmiş olanı reddetmeyeni” dile getirir: “Çünkü kimileri zamanını gerçekten yaşar, kimileri de kendini yaşamı boyunca bir akışa bırakmayı, zamanı yaşamak sayar. Oysa bu ikincisi, içinde yaşanılan zamana teğet geçmekten, bir akarsuyun yalnızca yüzeyinde kalmaktan, kendi yaşamının sınır boylarından içeriye adım atmaktan başka bir şey değildir. Bilgi, nasıl salt veri ile eşanlamlı değilse, nasıl ancak zihnimizin işçiliğinden geçenleri bilgi niteliğiyle gerçek anlamda bilebiliyorsak, zamanı da onu dışarıdan izleyerek yaşayamayız.” Ahmet Cemal, “kaynaşmayı” pencereden seyretmenin sığlık ve zamanın kıyısında kalmak olduğunu mu söylemektedir? Zamanı akışa bırakanlar ile unutmayı bilgelik zannedenleri aynı tarafta görüyor olabilir mi? Mümkündür!

 

Rizomun müdahalesi, bitmez tükenmez kaynaşmanın seyredeni olarak yazarı ele geçirmesidir. Yazarın yarattığı her metin de yukarı doğru filizlenen kısımları olduğu gibi, aşağı doğru uzanan kökleri de muhakkak vardır ve toprak altındaki bu kalın, büyük yatay gövde, sürgün verdiği filiz sayesinde unutma eylemini olanaksız hale getirmektedir. Aşağı doğru kökler veren kalın yatay gövdeye arzuların odak noktası da denilebilir. Birliği ve bütünlüğü olmayan çokluklardır zaman ve metin.