Hayat, Zeki Demirkubuz’un yedi yıl aradan sonra çektiği son filmi. Babasının zoruyla nişanlanan Hicran’ın çareyi kaçmakta bulması ve sonrasında yaşananları konu edinen “Hayat” mağdur bir kadının hikâyesinden çok ötede konumlanmış. “Birkaç hayat çıkarır yaşamasından” diyor ya şair, sanırım “Hayat” da içinden birçok yaşamın çıkarılabileceği bir film olmuş. Mekân, zaman, kişiler ve olaylar sabitmiş gibi görünse de çok katmanlı yapısıyla sayısız okuma yapılabilecek malzemeye zemin yaratan sekanslara sahip. Hicran, Boyabat’ta yaşayan çiftçi bir ailenin kızıdır. Babasının zoruyla nişanlandığı yaşıtı Rıza ile evlenmemek için sosyal medyadan tanıştığı birinin yanına İstanbul’a gider. Geride bıraktığı anne ve özellikle babası utanç içinde kalmıştır. Rıza, babasının ölümüne dayanamayıp intihar eden annesinin ardından dedesinin yanında büyür. Hicran’ın kaçışını içine sindiremez ve onu aramak için İstanbul’a gider. Hicran’ı bulur yanındaki adamı vurur. Film buraya kadar Rıza üzerine kurulmuş. Dedesi ve Rıza’nın arasındaki bağ, dedesinin onu şefkat, merhamet ve sevgi dolu atmosferde büyütmüş olması Rıza’nın karakteri üzerinde oldukça etkili kurgulanmış. Dedesinin Rıza’ya annesinin intiharını anlatma biçimi Demirkubuz sinemasının karakteristik özelliklerinden biri olarak düşünülebilir. Kimi izleyiciye intihar güzellemesi olarak gelebilecek bu bakış açısı, yönetmen kadrajında sevginin yüceltilme biçimi olarak algılanmalıdır. Dedenin, gelininin intiharını anlayıp önünde saygı ile eğildiği “Herkes gırtlağına kadar kendi ile doluyken böyle bir şeyi kim nasıl anlayacak?” sözlerinden de anlaşılabilir. İnsanın en temel ihtiyaçlarından sevilmek kavramına kendi yorumuyla değinmeye çalışan Demirkubuz hakkında “Masumiyet” ve “Kader” filmlerinin tekrarına düştü eleştirilerine katılmıyorum. Onun aşk ve sevgiye bakış açısındaki istikrarın filmlerinde de tematik bir anlayışa dönüştüğü varsayılabilir. Hayat’taki Rıza ve Hicran’ın söz konusu filmlerin Bekir’i ve Uğur’u ile organik bir bağ kurması yönetmenin kısır bakış açısı ile ilgili değil oturmuş bir temaya sahip olması ile ilintili olabilir. Hatta filmin bir sahnesinde Hicran ve annesi televizyonda “Kader” filmi üzerinden birbirleri ile konuşturulur. Bu da Demirkubuz’un kendine yolladığı bir selamdır.
Film, taşra- kent uyumsuzluğu üzerine kurulu bir filmden çok uzakta bir yerde. Toplumsal meseleleri tek bir mekâna indirgemeden ele alıyor. “Burası Türkiye burda herkes inanmak istediğine inanır.” repliği filmin ibreyi taşradan daha çok ülkeye çevirdiğini gösterir. Baskıcı, dayakçı, sözünden çıkan kızını öldüresiye döven bir baba figürü yaşadığımız coğrafyaya hiç de yabancı değil. Kısa yoldan para kazanmaya çalışan, İstanbul’da üniversite okuyorum diye babasını türlü numaralarla kandıran biri ve kendi çıkarları için buna göz yuman baba karakteri de toplumsal gerçeklerimizden biri. Sosyal medyadan tanışılıp evden kaçmalar ve “kötü yola düşmeler” hemen hemen her gün bazı televizyon programlarının da ana konusu halinde. Bütün bunlar filmi taşra sıkıntısı olmaktan daha çok ülke sıkıntısı olarak yansıtıyor. Toplumumuzun kadınlara ve erkeklere bakışı, aileye değil kültüre doğduğumuz gerçeği, namus kavramının durumu vb. konular klişeleşmiş konular gibi görünse de ülkemizin içinde bulunduğu durum hakkında realiteye yakın konumlanmıştır. Birçok sahnede televizyon izleyen karakter vardır. Televizyon, kırılma noktalarının geçişi gibi görülebilir. Anne kızın televizyona bakarak izledikleri üzerine sohbet etmeleri birbirlerinin yüzüne dahi bakmadan konuşmaları televizyonu bir aracı konumuna sokar. Daha sonra ise boş televizyon ekranına sık sık rastlanır. Yönetmen boş ekran üzerine karakterlerin yansımalarını özellikle vurgular. Bu durum dikkatli bir izleyicinin gözünden kaçmayacaktır. Tam da bu noktada sanatsal yaratılarda imgeyi üstüne basa basa sunmak ya da iletiyi izleyicinin gözüne sokarcasına vermek ne kadar doğru olur tartışılır.
Zeki Demirkubuz, “Hayat” filminde bir kadın hikâyesini anlatıyormuş gibi görünse de bana göre birden çok erkek hikâyesine değinmiş. Hicran’ın nişanlısı, babası, sosyal medyadan tanıştığı genç ve onun ev arkadaşı, emekli öğretmen ve dede filmde özenle işlenmiş karakterler. Hicran olayların merkezinde görünmesine rağmen iç dünyası oldukça silik resmedilmiş. Tutkuları, istekleri, hayalleri ve hedefleri doğrultusunda tek kelime etmeyen inatla sessizlik çemberi içinde devinen bir kadın karakteri çıkıyor karşımıza. Seyirci bir ara annesini döven babaya karşı direnen bir Hicran’a tanık olsa da genelde sadece sevilme isteği olan ve yazgısına boyun eğen bir Hicran daha ağır basar. Kasabadaki arabulucuların girişimiyle kendisinden yaşça büyük emekli bir öğretmenle evlenir Hicran. Kültürlü ama kompleksli ve geveze bir adam olan Orhan da kıskançlıklarıyla bunaltır Hicran’ı. Genç karısıyla nasıl iletişim kuracağını bilemeyen güvensiz Orhan’a ait uzun soluklu konuşma filmin en önemli bölümlerinden biri. Orhan’la da yapamayan Hicran tekrar baba evine döner. O, hayatına giren erkeklerin dokunuşlarıyla çizilen bir hayatı yaşar. Başına gelen bu kadar olaya rağmen tek damla gözyaşı dökmeyen karakterimiz, onun için adam vuran Rıza’nın dönüşü ile yönetmenin Rıza karakterine çizdiği masumiyet ve vazgeçilmez bir sevme yetisi sayesinde ormanda yalnız kalıp upuzun bir ağlama sahnesi ile arınma yaşar.
Hayat’ta sinematografik sahneler çok fazla göze çarpmaz. Hicran’ın ormanda doğa ile bütünleşerek ağlama sahnesi oldukça başarılıdır. Zeki Demirkubuz sinemasında her zaman olduğu gibi replikler sinematografiden daha ön plandadır. Diğer filmlerine göre daha uzun olması geçişlerin de aceleye gelmesine zemin hazırlamış olabilir. Hikâyenin çok fazla geçişe ihtiyaç duyması da izleyiciyi yorabilir. Kurmacadaki çeşitlilik, izleyicinin nereye odaklanacağını kestirememe riskini doğuracağından odak problemleri yaratabilir.
Sanatçı topluma yön vermeli midir, toplumun sesi olmalı mıdır, soruları her zaman karşılaşılabilecek sorulardır. Zeki Demirkubuz’a yöneltilen eleştirilerin arasında maskülen bakış açısı ve cinsiyetçi tavır takınması da vardır. Bekleme Odası, İtiraf ve C Blok filmlerinde oldukça belirgin olan bu tavır, onun toplumsal iletiye mesafeli durduğunun da göstergesi olabilir. Hayat filminde de ötekileştirilen kadının direnişi falan değildir anlatılan. Öyle ki Hicran kendisini acımasızca döven babasını annesini sevdiğinden daha çok sever. İnsanın kaderi karşısındaki çaresizliği ve arayışıdır altı çizilen durum. Sevilmek arzusu ile yaşayan insan, yazgısında ne varsa onu görecektir. Hicran ve Rıza’nın su ve bardakla ilgili farklı zamanlarda gördükleri aynı rüya bu anlayışın metaforik bir yansımasıdır. Dolayısıyla Demirkubuz bu filminde mistik bir kaynaktan beslenmiştir de denebilir.