Öykülerini yazdığı kaleme dokunduğumda içimde garip bir duygu fırtınası esti. Ruhuma eski bir İstanbul sabahının serinliği, martıların çığlığı ve insan sevgisi değdi. Sanki onun “Yazmasam deli olacaktım,” sözleri, bir ses gibi yankılandı içimde.
Bu duygu fırtınası, hikâyelerindeki yosun kokusunu duyumsatıyor. Başım hafifçe dönüyor ama bu, tuhaf bir keyif de veriyor aynı zamanda bana. Sanki içimde bir şeyler kıpırdanıyor, duygu dünyam yavaş yavaş değişiyor. “Dünya değişiyor dostlarım,” diyordun ya! İzninle, tam da burada sana bir katkıda bulunmak istiyorum.
Evet, dünya değişiyor ama yalnızca değişmekle kalmıyor, yaşlanıyor da! Tıpkı bizim gibi… Benim içinde yaşadığım dünya artık bambaşka. Senin gördüğün, pencerelerinden sarı mimozaların sarktığı o şirin evler çoktan kayboldu. Yerlerini, ruhsuz beton yığınları doldurdu. Bir zamanlar denizle selamlaşan ahşap konakların yerine, gökyüzünü unutan gri duvarlar dikildi. Çiçeğini, böceğini, martıların cıvıltısını, çayırların buğusunu anlattığın dünya artık yok. Kokular değişti, sesler sustu, renkler soldu.
Yaşasaydın, bu değişen dünyayı nasıl anlatırdın, kim bilir? Belki de en güzel sözcükleri bulamadan, yalnızca sessizce izlerdin… Ya da isyan edip yazmayı bırakırdın! Bence anlatmanın mutlaka bir yolunu bulurdun; belki de bir vapurun geçişinin çıkardığı o huzurlu sesi, ya da bir çocuğun gülüşündeki masumiyeti dinler, onlardan ilham alırdın. O küçücük kalbinde taşıdığın dev insanlıkla, her şeyi ne güzel betimlerdin. Gözlerinin gördüğü güzellikleri, tılsımlı sözcüklerinle dile getirirdin. Kiraz mevsimini, sevişme vaktini yeniden anlatırdın. Her bir anı yeniden doğurur, fırtınaları ayağımıza, meltemleri saçımıza yollardın. Ay ışığını, martının kanatlarından süzüp alır, adanın karanlıklarına hayat verirdin ama bir yanda da o ruhsuz, betonlaşan dünyayı görürdün, sokakları daraltan, insanları boğan binaları… O gri sokaklarda yürüyen, gözlerinde bir şeylerin kaybolduğu insanları anlatır, belki de o karanlıkta umudu arardın.
Hele yalnızlığını nasıl sakladığını, nasıl içine işlediğini bir başka güzel anlatırdın. Öyle ki, yalnızlık, en güzel sana yakışıyordu. Okudukça sana neden “yalnız adam” dediklerini daha iyi anladım; çünkü yalnızlık senin hem tercihin hem de kaçınılmaz gerçeğindi. Sen, kendi yalnızlığını bilerek ve isteyerek seçtin; o yalnızlık, hem üzerini saran bir örtü hem de içindeki özgürlüğü pekiştiren bir seçimdi. Yalnızlık sana yakıştığı kadar, seni mutlu da ediyordu çünkü kimse sana dokunamıyordu, kimse seni sorgulamıyordu! İstediğin zaman, istediğin gibi yalnızlığında kayboluyor, düşüncelerinin içinde özgürce geziniyordun. O yalnızlıkta, dünyadan uzak bir şekilde, kendini yazılarınla var ediyordun. Sansürsüz, özgürce öykülerini ve dizelerini yazarken, kimse sana karışamıyordu. Kimse o derin, sessiz iç yolculuğunu kesemiyordu. Kendi sınıfından insanların yaşam tarzlarını beğenmediğin, onları yavan bulduğun için, küçük insanlara duyduğun yakınlığı, sevgiyi anlattın. Belki de bu anlatış tarzın şekillendirdi yalnızlığını. Yalnızlığın; seni derinlemesine anlamayanlara, insan olmanın güzelliklerini de acılarını keşfetmeyenlere bir isyandı belki de!
Gün geldi, küçücük bedeninin büyük hayallerine sığmaz oldu bu koca dünya! O zaman, hayali kişilerle, düşten şehirlerle anlattın yalnızlığını; çünkü senin sınırsız hayal gücüne dar geliyordu bu dünya. Bilesin ki, pek çok konuda seninle ortak bir mücadeleyi paylaştığımı düşünüyorum. Çünkü çevremdeki haksızlıklara, zalimliklere, adaletsizliklere senin gibi katlanmakta zorlanıyorum. O anlarda, tıpkı senin gibi, yalnızca kâğıtla kaleme sığınıyorum. Onlar, içimdeki öfkeyi ve kırgınlıkları ifade etmenin, ruhumu özgürleştirmenin tek çıkar yolu oluyor.
Bir farkımız; senin anlatmakla bitiremediğin o masum çocukluk cennetin, her anında mutluluğu, huzuru bulduğun o dünyan var. Benimse asla anlatamayacağım, hatta unutmak için her şeyi yapacağım, içinde acı, korku ve yalnızlık olan çocukluk cehennemim var. Senin cennetin gibi masum, saf bir dünyayı tanımadım.
Yalnızlığımın karanlık dünyasını doldurdun ya, ne kadar mutlu olduğumu bilemezsin! O boşlukta seninle var olabilmek, içimdeki o derin sessizliği seninle paylaşabilmek, dilimin söz varlığındaki sözcüklerle anlatamayacağım bir duygu!
Bir insanı sevmekle başlıyorsa her şey, artık senin ruhunun derinliklerini keşfetmiş olmanın, mutluluğuyla başlıyorum yeni düşlerime. İçimdeki varlığın, kalbimde her şeyin yeniden şekillenmesini sağlıyor. Artık her hayalinin bir parçası olacağım; senin ruhunda kaybolduğumda, yeni buluşlar yaratacağım. Yani bundan sonra her öykümde, sende bulduğum dünyaların izleri olacak!
Başımı yukarıya kaldırıyorum; eksiklerimi tamamlamış olmanın o tanımsız bahtiyarlığıyla, içimdeki cana sıkı sıkıya sarılarak, gökyüzüne bakıyorum. Gariptir, her şeyin yerine oturduğu, ruhumun huzurla dolduğu duygusunu yaşıyorum. Gözlerimden süzülen sevinç gülümsemeleriyle ve yüreğimde filizlenen umut belirtileriyle içimdeki, “Artık asla yalnız değilsin, hep Sait Faik’lesin…” sesini dinliyorum.