İçsel dünyama yapacağım bu yolculukta seninleyim ya, başka bir şeye ihtiyacım yok. Yaşamın dayanılması zor ağırlığı çökmüştü üzerime. Sarsıntılardan kurtulmaya, kendime yaşattığım ıstıraptan arınmaya, yarım yaşanmış aşklarımın defterini kapatmaya geldim. O sayfaları kapatmadan yeni sayfalar açamıyorum çünkü.
Düş yorgunluklarımı kendi tarihimin çöplüğüne gömmeye geldim. Bunu yapabilmek için hüzünlerimle yüzleşmeye hazırım. Bu yüzleşme, bugüne kadar bencilce yaşayan bana çok güç gelecek çünkü hep övünürdüm, her türlü zorlukla baş ediyorum diye. Şimdi iyi anladım ki bazen sadece durmak ve düşünmek ya da her şeyin en kolayına kaçmanın yolunu bulmak gerekiyormuş.
Ne garip ki; ikimiz de kimsesiz adalar büyütmüşüz içimizde, kimseciklerin giremediği, kendimize bile itiraf edemediğimiz duyguların yaşandığı bir ada! İçinde kalabalıklar olsa da ikimiz için kimsesiz bu ada! Bunun için buradayım ve içimi açtım sana, kucakla beni! Buna çok ihtiyacım var çünkü geçmişim, ölü duygularla dolu bir mezarlık. Elimi tutmazsan, her an hortlayıp hayatımı cehenneme çevirebilirler. Yaşamak istiyorum, yalnızca bu mu? Değil tabii. Sevilmemiş bir insanın bütün hırsıyla, aşkın yoğun özlemiyle sevilmek belki de.
Gülümsüyorsun bana! Beni anlamaya başladın. Şimdi her zamankinden umutluyum. Bana “hişt hişt” diye seslenen sesini duyuyorum. Tıpkı senin geçmişte burada, bu adada, nerden geldiğini bilmeden duyduğun o ses gibi. Bu bile yeter bana.
Şimdi seninle birlikte, senin en sevdiğin deniz de seslenmeye başladı bana! Hişt hişt gelsene, söyleyeceklerim var, diyor. Bekle, diyorum denize. Dilimde senin “sevişme vakti” dizelerin varken, hemen gidemem ki!
Evinin farklı odalarında geziniyorum. Öykülerini yazdığın kalemine dokununca, inceden bir yel esiyor ruhuma. Esinti, hikâyelerindeki yosun kokusunu duyumsatıyor bana. Başım dönüyor ama keyifleniyorum. Hatta duygu dünyam değişmeye başladı bile. “Dünya değişiyor dostlarım.” diyordun ya. Sana burada bir katkı yapmak istiyorum. Evet, dünya değişiyor ama değişmekle kalmıyor, yaşlanıyor da!
Benim yaşadığım şimdiki dünya farklı. Senin gördüğün, pencerelerinden mimozaların sarktığı evler kayboldu, yerine beton yığınları doldu! Çiçeğini, böceğini, martılarını, çayırların buğusunu anlattığın dünya yok artık diye geçirdim içimden. Yaşasaydın nasıl anlatırdın kim bilir? Mutlaka bir yolunu bulurdun; belki geçen bir vapurun sesinden ya da bir çocuğun gülüşünden ilham alır, o küçücük kalbinde yaşattığın büyük insanlığınla, ne güzel betimlerdin gördüklerini. O tılsımlı sözcüklerinle yeniden anlatırdın kiraz mevsimini, sevişme vaktini. Fırtınaları ayağına, meltemleri saçına yollardın. Ay ışığını martının sırtından alır, adanın üzerini aydınlatırdın. Hele yalnızlığını nasıl sakladığını bir başka güzel anlatırdın; çünkü yalnızlık en güzel sana yakışıyordu. Seni okudukça, sana neden “yalnız adam” dediklerini o kadar iyi anladım ki! Senin tercihindi ve bilerek isteyerek seçtin kendi yalnızlığını. Ayrıca yalnızlık sana yakıştığı kadar, seni mutlu da ediyordu. İstediğin zaman, istediğin gibi yalnızlığınla geziyordun ada sokaklarını. Sansürsüz, özgürce yazıyordun öykülerini ve dizelerini. Kimse karışamıyordu sana. Kendi sınıfından insanların yaşam tarzlarını beğenmediğin için küçük insanlara duyduğun yakınlıktı aynı zamanda yalnızlığın. Gün geldi; küçük bedeninin büyük hayallerine sığmadı bu koca dünya! Bu kez de hayali kişiler, düşten şehirler kurarak anlattın yalnızlığını. Biliyor musun, pek çok konuda ortaklaşıyoruz seninle. Senin kadar duyarlıyım. Senin gibi tahammülde zorlanıyorum çevremdeki haksızlıklara. O anda tek sığınağım kâğıtla kalem oluyor sen gibi. Bir farkımız; senin anlatmakla bitiremeyeceğin çocukluk cennetin, benimse hiç anlatamayacağım ve unutmak istediğim çocukluk cehennemim var!
Ahşap merdivenler, birinci kat; yatak odan, kitap odan, derken adayı içine doldurduğun ikinci kat. Sonra mektupların sarıp sarmaladığı, her bir yanı mektup kokan odan! Ayrı ayrı kayboldum odalarında! Son durağım çatı katın. Evinin çatı katından seyre dalarken adayı, aynı zamanda hayallere de daldım. Yalnızlığımın dünyasını doldurdun ya, bilsen ne kadar mutlu oldum. Bir insanı sevmekle başlıyorsa her şey, artık senin ruhunun derinliklerini keşfetmiş olmanın çok şeyiyle başlıyorum yeni düşlerime.
Başımı yukarıya kaldırıyorum; içimdeki cana sıkı sıkıya sarılarak, eksiklerimi tamamlamış olmanın bahtiyarlığıyla bakıyorum adanın gökyüzüne. O anda gökyüzünde süzülen bir kuşa selam yolluyorum.