Sonsuz Aşk
Öykü

Sonsuz Aşk

Halit Gökmen

Bu yıl biraz geç kaldığımı kabul ediyorum. Aslında biraz da yaşlandığımı kabul etmem gerek sanırım. Dört haftadır yollardayım. Eskiden bu denli yorulmazdım. Artık daha sık mola veriyor ve daha uzun kalıyorum molalarda. Çok değil geçen yıl bu zamanlar birkaç gün öncesinde sıcak yuvama, Ivica’ma kavuşmuştum.

 

Ivica’yı sekiz aydır görmüyorum. Onun özlemi olmasaydı bu yolları hiç çekemezdim. Ahh! Ivica’m, biricik aşkım. Bensiz ne yapıyorsun? Sen de beni özledin mi? Ne bir ses, ne bir haber; dile kolay, tam sekiz ay. Sekiz yıl, on sekiz yıl görmesem yine de eksilmeyecek bir sevgiyle bağlıyım ona. O yalnız güzel bir sevgili, becerikli bir eş değil ki. O mükemmel bir anne aynı zamanda. Son ikizler yuvamızdan uçarken ne yalan söyleyeyim benim çok katkım olmadı. O, tüm şefkatiyle kanat gerdi yavrularımıza. Çok geniş yüreklidir, bıkmadan yorulmadan onlara rehberlik etti. Yol gösterdi. Ben tahammülsüzüm, çabuk kızıyorum, bana kalsa bu yıl anneleriyle birlikte beni bekliyor olurlardı.

 

Pretorya kırsalından çıkıp Harare, Malavi, Nairobi, Cibuti, Mekke, Tiberya, Akyatan, İznik, Struma kıyıları, İşkodra derken nihayet yolculuğumun sonuna yaklaştım. Güzel gözlü biricik sevgilim Ivica’yı görmeme pek bir şey kalmadı. Kalbim yerinden çıkacak kadar heyecanlıyım. Ne tuhaf, yıllardır aşkının ateşi hiç ama hiç azalmadı. Hâlâ ilk gördüğüm andaki kadar nefesimi kesiyor. Onun yanında kendimi o kadar genç ve dinç hissediyorum ki anlatamam. Onca yıl olmuş güler yüzlümü tanıyalı. Yıllar ne çabuk geçiyor. Tanıştığımız ilk gün sevdim onu. O da beni. Dubravice’deki iyi yürekli Bay Slaven’in çatısında amma laklak ettiydik.

 

Eskiden nisan ayının başında havalar böyle serin olmazdı. Bugün hava kapalı… Zaman zaman gök gürlüyor. Şimşekler çakıyor. Bir haftadır yağan yağmurların etkisiyle tarlalarda küçük göletler oluşmuş. Köylerde insanlar endişeli. Küresel ısınma en çok küçük toprak sahiplerini etkiliyor. Birçoğu tarlasını bu yıl ekmemiş. Bağların bahçelerin birçoğu bakımsızlıktan yürekler acısı. “Ne yiyecek bu insanlar” diye düşünüyorum. Gülesim geliyor. Bana nesiyse.

 

Uzun zamandır aç susuz yollardayım. Serin hava da ürpertiyor haliyle. Düşüncelerden sıyrılıp açlığıma odaklandım. Dubravice’ye kadar sabretmem olanaksız. Karnımı doyurmak üzere en yakın bağa girdim. Etrafta kimsecikler yok. Bağın içinde yiyecek bir şeyler bulamazsam düşüp bayılacağım. Bağın ortasında yağmurla oluşan gölette vıraklayıp kafa ütüleyen birkaç besili kurbağayla açlığımı giderdim. Ohh be! Dünya varmış. Açlıktan gözlerim kararmaya, dengemi kaybetmeye başlamıştım.

 

Bulutlar aralandı, güneş biraz yüzünü göstermeye başladı. Biraz güneşin ısıtması biraz da karnımın doymasıyla kendime geldim. Ivica’mın özlemiyle de kendimi Bay Slaven’in traktörü kadar güçlü duyumsadım. Dubravice’nin en bakımlı, en güçlü, en gösterişli traktörü Bay Slaven’indir. Aniden yola koyuldum. Artık Slaven’in çiftliğine kadar beni kimse durduramaz.

 

Yola, daha doğrusu menzile öyle odaklanmıştım ki ne kadar yol aldım anımsamıyorum. Birden uzaktan Dubravice’nin kırmızı kiremitli çatıları ufukta göründü. Slaven’in çiftliği Doğu’da benim yolumun üzerinde ve şehrin epeyce dışındaydı. Çiftliğe doğru yaklaştım. Biraz sonra çiftliktekiler seçilmeye başladı. Bağırmamak için kendimi zor tuttum. Güzel sevgilim, Ivica’m orada, Slaven’in bahçesinde güneşleniyordu. Slaven de tarhlardaki güllerden mutfaktaki Bayan Sanja’ya reçel yapması için gül topluyordu. Bu mevsimde yağmurlardan sonra tarhlardaki güller her zaman doğru mutfağa gider ve Sanja’nın maharetli ellerinde nefis reçellere dönerdi.

 

Bir elinde budama makası bir elinde gül kovası olduğu halde yüzü doğuya dönük olduğu için beni ilk Slaven fark etti:

– Rudolf!

Slaven’in refleksiyle Ivica da yüzünü benden yana döndü.

 

* * *

 

Güneşin etkisini iyiden iyiye yitirmeye başladığı saatlerdi. Stjepan Slaven, çiftlikten yaya olarak çıkıp dereye inen patikaya saptı. Biraz gezinecek ve kekik toplayacaktı. Bir halk şarkısı mırıldanarak mazıların, pırnal meşelerinin arasından dere kıyısına inmeye başladı. Islak otlar çizmesinin altında ezilirken çıkan sesler kendisine eşlik ediyor ve arada ayağının kaymasına neden oluyordu. Temkini elden bırakmadan patikayı takip etti. Çevredeki çalılara takılan pantolonun sürtünme seslerine kuş sesleri karışıyordu.

 

Derenin daralan yerindeki taşlardan sekerek karşı kıyıya geçti. İlerde yabani kekik yığınları vardı. Yaklaştı. Birkaç yaprak yabani kekik toplamıştı ki az ilerde çalıların arasında hareket eden bir nesne gördü. Biraz çekinerek yaklaştı. Bir şey çalıların arasında çırpınıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bir taraftan da elindeki makası sıkıca kavrayarak dikkat kesildi. Beyaz renkli bir şey, belki bir kumaş parçası biraz kendini gösterir gibi oluyor, sonra kayboluyordu.

 

Yaklaştı. Bu irice bir kuş olmalıydı. Biraz daha yaklaşınca gerçekten de korkulacak bir şey olmadığı ortaya çıktı. Taflanların arasına vurulup düşmüş, uçamayan bir leylekten başkası değildi bu. Dubraviceli avcılar tarafından vurulmuş ama burada sıkışmış kalmış, avcılar tarafından bulunamamış olmalıydı. Sol kanadı kanlar içinde kalmış, pıhtılaşan kanın rengi koyulaşmıştı. Fakat çıkmaya çalıştıkça kanadında yeni yaralar açılıyordu.

 

Slaven sevgiyle yaklaşıp üstten birkaç taflan dalını da keserek incitmeden leyleği çıkardı. Kan kaybetmiş ve çırpındıkça yorulup, sonucunda bitkin düşmüştü. Adeta Slaven’in şefkatli ellerine teslim etti kendini. Başı yana düştü.

 

Slaven, leyleği hemen veteriner Bojan Petroviç’in muayenehanesine götürdü. Petroviç çok yetenekli bir veterinerdi; ancak kanat kemiği parçalandığı için iyileşse bile büyük olasılıkla uçamayacaktı. Uzun tedavilerden sonra toparlandı. Slaven, leyleğe Ivica adını verdi. Bütünüyle sağlığına kavuştu; ama uçamayacaktı. Slaven, eski ahır binasının kullanılmayan bacasına çalı çırpıdan bir yuva ve yuvaya Ivica’nın ulaşmasını sağlayacak bir tür merdiven sistemi inşa etti. Böylece Ivica doğasına uygun olarak çatıda yaşayacak ve beslenebilmesi için de bahçede eşelenebilecekti.

 

* * *

 

Dört yıl sonra bir göç mevsiminde mart ayı sonunda bir sabah Bay Slaven, Ivica’nın laklak sesine uyandı. İlk kez böyle bir şey oluyordu. Yatağından fırladığı gibi bahçeye çıktı. Gözlerine inanamadı. Bacaya dört yıl sonra bir erkek leylek konmuş, Ivica’yla flört ediyordu. O yıl iki yavru yaptılar. Yuvadan uçurdular. Eylülde erkek leylek geldiği Güney Afrika’ya doğru göç edecekti. Ivica uçma yetisini yitirdiğinden onunla gidemedi.

 

Tam bir yıl sonra yine bir sabah vakti laklak sesleriyle doldu çiftliğin bahçesi ve odaları. Ivica keyifle dans ediyordu. Slaven, gelen leyleğin aynısı olup olmadığından önceleri emin olamadı. Ne var ki bu leylek oydu. Hemen bir isim buldu: Rudolf. Ivica’nın mutluluğuna diyecek yoktu. Rudolf’un da…

 

Slaven’in bahçesi her ilkbaharda vuslat sevincine, her sonbaharda da hicran acısına tanık oldu. Stjepan Slaven’in hiç çocuğu yoktu ve her yıl ikişerden otuz iki torun sahibi oldu. Ancak eşi Marin son iki torunu göremeden hayata gözlerini yummuştu. Ivica yavrularını her ağustos sonunda özenle yuvadan uçurdu ve her eylül başında Rudolf’u uğurladı Güney’e, özlemine bir düğüm daha atarak. Rudolf da her yıl rutinini değiştirmeden ve aşkını terk etmeden yuva bellediği Slaven çiftliğine geri döndü.

 

* * *

 

Rudolf, ilk kez bu yıl sabah değil akşama doğru çiftliğe ulaşmıştı. İlk kez bacada değil, bahçede bulmuştu Ivica’sını. Bahçede bir dans başladı ki görülmeye değer.

 

Ivica sevinç içinde gagasını birbirine çarparak küçük sıralayışlarla ritmik bir dans tutturmuştu. Rudolf da aynı ritmi yakalamış, küçük sıçrayışlarla Ivica’nın etrafında dört dönüyordu. Lak! Lak! Lak! Lak! Lak! Lak! Sesler mutfakta gül reçeli yapmak üzere hazırlık yapan Bayan Sanja’nın kulağına kadar ulaşmıştı. Elindekileri bırakıp bahçeye o muhteşem dansı izlemeye çıktı.

 

Kapıda durdu. Bir süre bu doyulmaz dansı izledi. Sonra kendisi gibi dansı izleyen Slaven’e bakarak iç geçirdi. Slaven neden sonra yılların emektarı Bayan Sanja’nın bakışlarını üzerinde hissetti. Gözleri buluşunca Sanja tepeden tırnağa ürperdi. Yanakları kızardı. Slaven’in içinde bir süredir unuttuğu duygular uyandı, yüreğinde kelebekler uçuşmaya başladı.

 

 

Not: Hırvatistan’da gerçekleşen bir olaydan kurgulanmıştır.