Doğrusu hangi ömür uzundur ki?
Şöyle de sorulabilir:
İnsana en uzun gelen şey nedir?
İhtiyarlık değil midir:
Çocukluk, delikanlılık demeden
Ömrümüz oldukça
Haber bile vermeden
Yakamıza yapışan
CİCERO
Doğrusu hangi ömür uzundur ki?
Şöyle de sorulabilir:
İnsana en uzun gelen şey nedir?
İhtiyarlık değil midir:
Çocukluk, delikanlılık demeden
Ömrümüz oldukça
Haber bile vermeden
Yakamıza yapışan
CİCERO
İki kilo balık aldı, hamsi. Tam tamına iki kilo. Temizletti de. Buğulama yapacak torununa, akşam yemeğinde. Torunu pek sever. Çok mutfakla arası yoktur, hoş denedi birkaç kez de yapamadı güzel. Elinin lezzeti yok, pek maharetsiz. Bol soğan, kırmızı biber, sarımsak, pembe, iri, çok sulu bahçe domatesi. Hepsi kendi emeğinden. Defne yapraklarıyla taze naneyi de örttü mü balıkların üstüne yeme de yanında yat. Yanına yetmişlikten azı da açılmaz şimdi. Ayıp olur, pek yazık olur buğulamaya. Gücenir de diri bırakır kılçıklarını hamsiler. Ama doktor yasakladı rakıyı. Hoş balığı da yasakladı ya. Sanki yüz yaşına kadar yaşayacak. Geçen ay doksan ikiyi gördü, daha ne? Yeter.
Balıkları gördü mü torunu çok sevinecek. Ah be dedem sen hala bizi mi düşünüyorsun, Allah seni başımızdan eksik etmesin diyecek, iyi ki geldin derken sarılıp ellerinden öpecek. Oğlana yüzlük bile ayarladı. Hem de geçen ayki yaşlı maaşından arttırıp. Nerde harcasın o kadar parayı. Sıpa atsın kumbarasına işte, ya da alsın şekerini çikolatasını balonunu. Karışırsa torunu dedesi verdi yahu karışma paşama der. Bu yaştan sonra ona karşı gelecek değiller ya.
Bir elinde bastonu, bir elinde iki kilo hamsiyle yavaş yavaş yürüdü Hüseyin. Aralık soğuğunda üstüne bastığı ayakkabılar bile üşüdü. Otogardan alacaktı torunu ama uzamış işi. Dolmuşa biniver dede pazarın karşısında bekle oğlanı okuldan alıp geleceğim dedi. Bu yaşta maskaralık geliyor bunlar ona. Koskoca doksan iki yaşındaki adam iki saatlik yoldan gelip o dolmuş senin bu dolmuş benim gezsin hiç olur mu?. Çok düşkün bir hali varmış gibi de milletin inip binerken elinden kolundan tutmaya çalışması gel amca otur demesi de cabası. Hey gidi gençlik hey diyor Hüseyin. Manyasın dere boylarına sırtında ağ dolu çuvallarla az mı yürüdü? Kilometrelerce hem de. Akşam attığı ağları gün ağarmadan giderdi toplamaya. Ahbabı Yekta kalalım Hüseyin derdi. Sabah gelmesi zor olur. Dinlemezdi ki. Evde uyanacak illa. Üç tane torun var, bekler. Hayırsız babaları nerde kim bilir? Hangi sürtüğün koynunda sıcacık uyur bilinmez. Sabahsı toplayıp gelecek ağları, serecek arka bahçeye. Torun tombalak ayıklayacaklar. Yengeci bir tarafa balığı bir tarafa. Kımıl kımılken atacak suya hepsini. Ağlar temizleninceye kadar oynayacak çocuklar balıklarla. Dede hepsini sen mi tuttun diye hayret edecekler. Ben tuttum diyecek sizin için. Tek tek gelip öpecekler yanaklarından. Akşamdan kalma rakının sarma tütünle birleştiği nefesiyle cevap verecek öpücüklerine. Sonrada mis gibi buğulama yapacak. Çocuklar yedikçe o doyacak.
Geçen aradı en küçük torunu. ‘’Dedecim çok yoğun çalıyorum gelemiyorum görmeye seni iyisin inşallah? ‘’Ben gideyim diye düşündü Hüseyin. Hepsini o büyüttü ya gidecek elbet. Kocasından da yeni boşandı torunu. Beş yaşında çocukla nasıl gelsin? Ekmek parası bir yandan çocuğun dertleri bir yandan. Anladı. ‘’Dedecim gel de bir buğulama yap bize.’’ Dediğini.
Aralık soğuğunda pazarın karşısında uzunca bir süre bekledi Hüseyin. Sarı yaldızlı bastonu hem ayakta durmaktan hem de ayazdan titredikçe titredi. Bir vakit sonra arabasıyla yanaştı torunu. Dişsiz ağzı aralanırken elindeki balık torbasını sallayarak yürüdü arabaya. Bekledi, torunu insin de sıcacık bi öpücük kondursun yanağına, arabaya oturtsun da bağlasın kemerini diye. Arabanın camı aralandı bağıra bağıra konuştu torunu. “Park yeri yok dede bekleme hızlıca biniver.’’ Ön kapıyı açtı ama oğlan oturuyor, süklüm püklüm geçti arka tarafa. Kuru bir hoş geldin dedi torunu. Müziğin sesi kısılmadı, eve kadar laf lafı da açmadı.
Oğlan araba durmadan atladı aşağıya. Torunu elinde poşetlerle oğlanın arkasından koştururken Hüseyin bastonunu zar zor doğrultarak indi arabadan. Bir taraftan ev anahtarı aramaca, bir taraftan araba anahtarını çantaya sıkıştırmaca, sonunda paldır küldür girebildiler eve. Torunu yüzüne bakmadan konuştu Hüseyin’in. ‘’ Dağınıklığın kusuruna bakma dede, salona buyur.’’ Hüseyin evvela bastonu nereye koyacağını şaşırdı, sonrada balıkları. İkisini de ayak ucuna bırakıverdi. Sonra da odanın tamamını kaplamışlar gibi ikisini birbirine yaklaştırdı.
Torunu diğer odada uzunca bir süre telefonda konuştu, oğlanda tableti kaptığı gibi tekli koltuğa yerleşti. Birkaç kere saçlarını sevecek oldu Hüseyin, oğlan kafasını geri çekti. O da laf atmaya çekindi. Bir vakit sonra cebindeki yüzlük aklına geldi. Harçlık bekliyor çocuk tabi ondan yanaşmıyor diye düşündü. Çocuk tabi çocukluğunu yapacak. Yüzlüğü çıkarıp yanaştı oğlanın yanına. Bütün sevecenliğiyle konuştu. ‘’Osman bak dede ne verecek sana. ‘’Osman gözünün ucuyla şöyle bir baktığı yüzlüğe, gözü tablette dilinin ucuyla yanıtladı. ‘’ Küçük para bu, mavisinden değil kırmızından isterim ben. ‘’
Sustu Hüseyin. Koltuğun bir ucuna kıvrılıp ölüverdi. Yüzlüğün tarihi geçerken, bastonunun yaldızlı sarısı söndü, balıklar da fena koktular.