Taşlaşmış Persona: Körleşme’nin Gösterdikleri
Kitap İncelemeleri

Taşlaşmış Persona: Körleşme’nin Gösterdikleri

İlay Bilgili

“İnsanı, bilinmeyenin dokunuşundan daha çok korkutan hiçbir şey yoktur.”

Kitle ve İktidar, Elias Canetti

Henüz yirmili yaşlarının başında kendini tamamen edebiyata veren Canetti, sekiz cilt olmasını planladığı bir roman dizisiyle yola çıksa da işler başka bir yönde ilerler ve ortaya ortalama bir yıl içerisinde yazdığı Körleşme (Die Blendung)[1] isimli ilk ve tek romanı çıkar.

 

I. ve II. Dünya Savaşı arasında yazılan ve bugün dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biri sayılan Körleşme özellikle Almanya’da sert adımlarla gelmekte olan faşizmin aydınlanma, birey, toplum, yalnızlaşma, yabancılaşma karşısında dışarıdaki gerçek dünya üzerinden izlerini titizlikle süren bir bilinç dökümüdür. 1930-31 yıllarında Weimer Almanya’sının sonlarına doğu yazılan ve ilk kez Viyana’da basılan kitap Nazi Almanya’sı öncesinin etkilerini taşımakla birlikte gelecek karanlık günlerin habercisi niteliğinde demek yanlış olmaz.

 

Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümü “Dünyasız Bir Kafa”, Canetti’nin okuru, kitabın ana karakteri Profesör Kien’le tanıştırmasıyla açılır. Kien, çok önemli bir sinologtur ve evinde yirmi binden fazla kitaptan oluşan kütüphanesiyle yaşamaktan oldukça memnundur. Adeta bölümün adında olduğu gibi kafasının içinde yarattığı ve sadece kendine ait bir dünyada yaşamaktadır. Kafasının dışındaki gerçek dünyayla hiç ilgisi olmayan Kien, bu kadar kitap okumasına rağmen yaşam pratikleri hakkında neredeyse hiç fikri olmayan biridir. Öyle ki kitabın hemen başında kendisine çok benzeyen ve kitaplara meraklı bir çocukla sohbet eden profesör, çocuğun kitaplara ilgisinden çok hoşlansa da, çocuk daha sonra onu ziyaret etmek istediğinde bunu kabul etmez. Kimsenin, kendisine ve kafasının içindeki dünyaya müdahale etmesine izin vermez.

 

Kitaplarla olmayı insanlarla olmaya tercih eden, dünyanın en özel ve büyük kütüphanelerinden birine sahip olan Profesör Kien kitapta dünya gerçekliğinden uzak, kendini beğenmiş, üstten bakan bir karakter olarak resmedilir. Elbette ki dış dünyaya yabancı olan bu aydın/entelektüel karakter kandırılmaya da oldukça müsaittir. Ne ki dünya kötü ve acımasız bir yerdir. Kitapta zaman ya da mekân belirtilmese de Canetti’nin Körleşme’yi yazdığı süreç ele alındığında karakterlerin dönemin insanının psikolojisini yansıttığı rahatlıkla söylenebilir.

 

Davet edildiği konferanslara gitmeyip, konuşmalarını yazı olarak yollayan Kien, sosyal hayattaki neredeyse ilk gerçek tecrübesinde kitaplarının ve kütüphanesinin altında sembolik olarak ezilir ve bu çöküş daha büyük felaketlerle devam eder. Kien, metin boyunca içinde bulunduğu durumdan kurtulmak, durumu kabullenmek ya da aşabilmek için sık sık kitaplarına, bildiklerine başvurur. Bu süreçlerde Kien’in iç sesi uzun pasajlar halinde akar. Konfüçyanizm, Budizm ya da Batı’dan birçok yazar ve filozofun teorileri, fikirleriyle dünyayı anlamaya çalışır. Kien, kendi güvenli alanının zihninde yaratmıştır ve dış dünyaya olan yabancılığı onu her adımda hata yapmaya iten bir canavar gibi beklemektedir.

 

Kien’in kendini kapattığı bu kutsal saray, evin işi, temizliği ya da yemek gibi sebeplerle dışsal bir yardıma ihtiyaç duymaktadır. Bu işleri yapması için yanına bir hizmetçi alır, hizmetçi Therese sekiz yıl boyunca Kien’in yanında çalışır. Therese, oldukça kurnaz bir kadındır, kendi geleceğini de düşünmesi gerektiği için Kien’i dikkatle gözlemleyip, onun kitaplara ne kadar önem verdiğini anlayınca Kien’i etkilemek için kitaplar hakkında konuşur, onları özellikle Kien’in yanında eldivenlerle tutar, siler, temizler. Profesörün çok zengin olduğunun da farkında olan Therese Kien’i etkilemek için çabalar ve en sonunda emeklerinin karşılığını alır. Kien, tüm saf duygularıyla Therese’yle evlenir. Therese, artık evin hizmetçisi değil hanımıdır. Evin hanımı olan Therese, ince bir titizlikle yavaş yavaş evi ele geçirir. Odalar, koridorlar, özel alanlar ve hatta en sonunda kitaplar derken Kien kendi evinde bir sığıntı olmaya başlar. Kutsal ev ve kütüphane artık işgal altındadır. Canetti, sanki yaklaşan karanlık Almanya’nın bir kopyasını resmetmiştir.

 

Kitaptaki hemen hemen tüm karakterler bencil, yalnız, öfkeli ve diğer insanlara karşı kör derecesinde duyarsız insanlardır. Her karakterin hikâyesi, amacı ve bencilliği kendi içinde tutarlı ve mantıklıdır da. Hayatlarına sadece kendi pencerelerinden bakan bu insanlar kendi haklılıklarını da doğurmaktadır. Son dönemin önemli filmlerinden biri olan Zone Of Interest, Canetti’nin yaklaşmakta olan savaşın ve faşizmin ne denli karanlık olabileceğini anlatmaya çalıştığı Körleşme’nin attığı pası gören ve karşılayan bir film. II. Dünya Savaşı Almanya’sının en büyük Yahudi Toplama kamplarından birisi olan Auschwitz Toplama Kampı’nın müdürü Rudolf Höss, neredeyse mükemmele yakın ailesiyle kampın hemen yanındaki müstakil evlerinde yaşamaktadır. Kendilerine inşa ettikleri cennet köşesi evlerindeki huzurlu yaşamı anlatan The Zone Of Interest (İlgi Alanı) filminde az ilerideki toplama kampından gelen çığlıklara, ölümlere, dumanlara, işkenceye karşı kendi görev ve hayat tanımlarının getirdiği haklılık ve sorumlulukla kör kalan komutan Höss ve ailesini izleriz. Filmin bir kurgu olmaması da Canetti’nin öngördüğü dünyayı doğrulamaktadır.

 

İlk bölümün “Taşlaşma” isimli alt başlığında artık sadece evini değil neredeyse kendi kimliğini de Therese’den yediği dayakla ya da duyduğu hakaretlerle yitiren Kien, yeni ve bilmediği bu dünyada yalpalarken daha önce kendi kendine Therese’yi evin içinde görmemek için oynadığı bilinçli körlük oyununu tersine çevirir. Canetti, duyular ve zaman, Tanrı, gerçeklik ve baş etme gibi konuları oldukça titizlikle inceleyen bir yazar kuşkusuz.

 

“Kim mutlu olabiliyordu ki şimdiki zamanda? Evet, duyularımız bulunmasaydı eğer, o zaman şimdiki zamana da dayanılabilirdi.” [2]

 

Kendince Therese’nin fiziksel şiddetinden kaçmanın yolunu bulur Kien. En uzun bölüm olan ilk bölüm Kien’in taşlaşması ile sona erer. Kien, taşın sertliğinin kadının planlarını alt üst edeceğini düşünür ve günlerce hareketsiz, sabit kalır.

 

“Bir noktaya vardığında Kien taşlaştı.” [3]

 

Bu çılgınca geçen huzursuz günlerin ardından Therese, Kien’i, defol git evimden diyerek dışarı atar. Kendi kafasının içinde yarattığı dünyadan fırlatılan Kien artık evsizdir ve sokaktadır. Anne karnında geçirilen dünyayla ilk tanışma felaketi bitmiş, Kien sanki dünyanın ortasına fırlatılarak metaforik olarak doğmuştur.

 

Körleşme’nin ikinci bölümü olan “Kafasız Bir Dünya” bölümünde artık evsiz kalan Kien, bu kez küçük bir barda tanıştığı cüce Fischerle tarafından kandırılır. Öyle ki Kien bilmediği dünyadan o kadar çok korkuyordur ki bu korku durumu onu kandırılmak için biçilmiş kaftan haline getirmiştir. Fischerle, Kien’in zihnindeki kitapları düzenlemek için profesörün yanında çalışmaya başlar. Kitabın bu bölümünde atmosfer iki savaş arasındaki karanlığı ve bu karanlığın insanlarda yarattığı psikolojiyi anlatmak için kurgulanmış loş, az ışık alan odalar, havasız bar gibi mekânlarla süslenmiştir. Üç bölüm arasında belki en kasvetli bölüm olarak ele alınabilecek “Kafasız Bir Dünya”, bireyin toplum içinde var olmaya çalışırken yaşadığı ötekileşme ve zavallılık halini, Fischerle, onun fahişe cüce karısı ya da etraflarındaki diğer karakterlerde gezinerek anlatır. I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle ayrılan Almanya, yokluk ve karmaşayı iliklerine kadar yaşarken yaklaşmakta olan II. Dünya Savaşı’nın yaydığı boğulma hissi tüm metne yayılmıştır.

 

Körleşme’de karakterlerin hemen hepsi hastalıklı derecede kendileri için yaşayan, dışarıdakini görmeyen ya da görmezden gelen, kendi çıkarları uğrunda her türlü çirkinliği yapmaya meyilli kişilerdir. Özellikle, ilk bölümde Therese üzerinden başlayan ve son bölüm olan “Kafadaki Dünya”da genel çizgilerle altı çizilen bir hesaplaşmaya dönüşen kadın imajına bakarak eserdeki neredeyse tüm erkek karakterlerin kadın düşmanı olduğunu söyleyebiliriz. Susan Sontag, Körleşme hakkında yazdığı bir yazıda kitaptaki kadın imajı için şöyle diyor:

 

“Auto-da-Fé (Körleşme), bir deliyi konu alan bir kitap kisvesi altında, yani abartılı bir şekilde, dünyevi olmayan, kolayca aldatılan entelektüeller hakkında tanıdık klişeler sunuyor ve kadınlara karşı son derece yaratıcı bir nefretle hareket ediyor.”[4]

 

Kitabın son bölümü olan “Kafadaki Dünya” da ise Profesör Kien artık delilikle boğuşmaktayken yardımına hâlihazırda ruh doktoru olan erkek kardeşi George koşar. George ile Kien arasındaki diyaloglardan oluşan pasajlar kitabın ilk iki bölümünde özellikle Therese’yle yaşananları odağına alarak bir anlam arayışına dönüşen uzun cümlelerle doludur. Birbirinin zıttı olan iki erkek kardeşin hesaplaşmalarında aslında mükemmel diye bir şey olmadığının izlerini süreriz. Öyle ki ancak ikisinin karakterleri tek bir insanda vücut bulsa belki o vakit bir tamamlanma hissi olabilecek bir düşünceden bahsedilir. Birey, toplum; iç, dış; Doğu, Batı ya da iki erkek kardeşin zıtlıklarından doğan bir tamamlanma genel olarak metnin derdini anlatmak için kullanılan denge unsurlarıdır. Yaşam pratiklerinde Kien’den kat kat becerikli olan George, kardeşini Therese’den ve cahil, kötü ve zalim kapıcı Benedikt Pfaff’tan tereyağından kıl çeker gibi kurtarıp profesörü yeniden evine kavuşturur. Ne ki Kien artık o derece hastalanmıştır ki kütüphanesinin ortasına geçip tüm kitapları ateşe verir. Yaptığından da oldukça memnundur.

 

“Sonunda alevler kendisine eriştiğinde, yüksek sesle kahkaha attı; tüm yaşamında böyle gülmemişti.” [5]

 

Kien, bu dünyadan gittiği ve kendisini oluşturduğuna inandığı kitapları da ardında bırakmadığı için nihayet ilk kez huzur bulmuştur.

 

Elias Canetti, henüz yirmi altı yaşındayken yazdığı ilk ve tek romanı Körleşme’de deliliğin sınırlarını sorgular. İlk romanların otobiyografik unsurlar taşıdığı sıkça söylenir. Bu Körleşme için de geçerli denilebilir. “Romanın yazılma nedenleri, daha doğrusu eserin dünyasına karışmış düşünceler arasında, kitleye ilişkin görüşler ve ‘kendini taşralı hissettiği’ Berlin’de karşılaştığı insanlar yer alır. Doppler tarafından da vurgulanan bu gerçeğe göre, entelektüel çevrelerin dizginlenemez bencilliği, onun burada büyük bir hayal kırıklığı yaşamasına yol açmıştır.” [6] Canetti, yaşadığı bu büyük hayal kırıklığını zamansız bir edebiyat eserine dönüştürmeyi başarmıştır.

 

İlk baskısı 1981 yılında Payel Yayınları tarafından yapılsa da Körleşme daha sonra Elias Canetti’nin kitaplarının yayın haklarını satın alan Sel Yayınları tarafından tekrar basıldı. Bu hacimli ve derin kitabı Türkçe’ye çeviren Ahmet Cemal, Sel Yayınları baskısına yazdığı önsözde, Oğuz Atay kendisine Canetti ve Körleşme’den bahsedene kadar ne yazardan ne de kitaptan haberi olduğunu anlatır. Oğuz Atay elinde orijinal adı Die Blendung olan romanın İngilizceye Auto Da Fe olarak çevrilmiş nüshasını Ahmet Cemal’e gösterir ve kitabı Türkçeye çevirmesini ister. “Emir büyük yerdendi,” diyor A. Cemal. Titizlikle yaptığı çeviri maalesef yoğun bir çalışma da gerektirmesi sebebiyle çok uzun zaman alır. Ne yazık ki o süreçte Oğuz Atay hayatını kaybeder ve Körleşme’nin son halini göremez. Ahmet Cemal çevirisini Oğuz Atay’a ve çeviri sırasında önemli desteklerde bulunan Avusturya Edebiyat Derneği Başkanı Dr. Wolfgang Kraus’a ithaf eder. Hayatı boyunca çeşitli türlerde sayısız eser veren Canetti, Körleşme’den sonra başka roman yazmaz.

 

Körleşme, yazıldığı dönemin bireyinden kök salan körlüğün topluma yayılmasını, tasarlanan birkaç karakter üzerinden ele alıyor gibi görünse de bugünün körlüğünü de dönemi kadar kapsıyor. Savaşlar, depremler, terör saldırıları, kadın cinayetleri gözümüzün önünde süredursun, elde dünyanın uğultulu sessizliğinden başka bir şey de yok. İnsanın ilkelliğine bakınca Körleşme’nin geleceğin metinlerinden biri olacağını da söylemek gayt mümkün.

 

 

[1] Elias Canetti, Körleşme, Çev. Ahmet Cemal. (İstanbul: Sel Yayınları,2021)

[2] A.g.e., 206

[3] A.g.e., 208

[4] https://timesflowstemmed.com/2011/09/03/.auto-da-e/. (Under The Sign of Saturn, Susan Sontag, Penguin UK )

[5] A.g.e., 565

[6] Fatih Tepebaşılı, Prof. Dr., Körleşme Romanı ve Bilim Adamı Sorunsalı: İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edb Derg. Sayı 17., 2005, s. 35-46