Usta Bir Dil İşçisi: Adnan Gerger’le Söyleşi
Söyleşi

Usta Bir Dil İşçisi: Adnan Gerger’le Söyleşi

Kader Menteş Bolat

Son romanı Tavhane Çocukları ile büyük ilgi gören Adnan Gerger ile yazın deneyimini paylaşmak istedik. Sözcük seçimleri ve dili kullanmadaki ustalığıyla kendini okutan metinlerin usta anlatıcısı sevgili Gerger!

 

Gazeteci kimliğinizi biliyoruz. Haber dilinden edebi dili geçişte ne gibi zorluklar yaşadınız? Malumunuz biri nesnelin anlatımı, diğeri öznelin.

 

Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki gazetecilik ile edebiyat arasında ilişki nesnel ve öznel anlatımdan da öte çok daha boyutlu ve çok daha farklı bir ilişki. Bu ilişki, herkesin arayıp da bulamadığı hatta diğer mesleklere sahipken edebiyatla uğraşmak isteyenlerin arayıp da bulamayacağı ilişki de diyebiliriz. Gazetecilik, yazarlık için olağanüstü bir zenginlik. Zenginlik de bu her gazetecinin ille edebiyatçı olur anlamına da gelmiyor. Nasıl her Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni edebiyatçı olamıyorsa ya da bir başka meslekle uğraşan kişi edebiyatçı olmuyorsa her gazetecinin de edebiyatçı olması mümkün değil!  Ne iş yaparsanız yapın yaptığınız işte olduğu gibi edebiyatı ciddiyetle ele alacaksınız ve ciddi edebiyatçı olmak bilinçli bir tavırdır, disiplinli olmaktan geçer. Günümüzde edebiyatçı ve gazeteci olmak çok hafife alınsa da öyle olmadığını söylememe gerek yok. Burada niteliğin altını kırmızı kalemle çizmem gerekiyor. Çünkü günümüzde ne yazık ki edebiyatta olduğu gibi gazetecilikte de nitelikli olma sorunu büyük bir sorun. Evet, yanıtıma dönersem sıkı bir okur olmanın başat gerekliliği koşulsuz şartını süren edebiyat bir birikim, donanım işi.  Eğer edebiyata ilginiz varsa gazetecilik tüm bu olanakları sonuna kadar size sunuyor. İster istemez iyi bir okur olmayı, araştırma yapmayı, bir konunun öncesinin tüm yöntemlerini ve alışkanlığıgazetecilik daha profesyonelce kazandırıyor. Sonra gazetecilik yabancı ülkeleri görmeyi,yabancı insanları tanımayı, toplumdaki her kesimden insanlarla ilişki kurmayı da sağlıyor. İnsana dokunmayı öğretiyor. Bolca insan hikâyeleriyle haşır neşir oluyorsunuz. Yazma deneyimlerini geliştiriyor, çeşitlendiriyorsunuz. Hatta birçok yazara da ilham kaynağı oluyorsunuz. Özellikle üçüncü sayfa haberleri denilen haberlerden esinlenerek metinler üretmeye çalışan yazarların olduğunu biliyoruz. Yani gazeteciliğin sadece gazeteci olup da edebiyatçı olanlara değil edebiyatçı olmak isteyenlere de bir yararı var.

 

Şimdi dil konusuna gelirsek. Aslında diğer meslek kimliğine sahip olup da yazar olmak isteyenlerin ya da yazar olanların yaşadığı dil sorunuyla mesleği gazeteci olup da yazar olanların yaşadığı dil sorunu arasında hiç fark yok. Nitelikli bir yazar, hangi mesleği yaparsa yapsın kendi özgün edebiyatını ve kendi dilini kurmak zorundadır, her şeyden önce. Eğer siz kendinize ait bir dil yaratamıyorsanız edebiyatçı olmak için daha çok yolunuz var demektir.Dahası dille birlikte kurmacayı, metinler arası ilişkiyi, kelimelerin kullanımını, ona yeni anlamlar kazandırıp kazandırmadığı ve yazdığınız her neyse onun disiplinini bilemiyorsanız istediğiniz kadar yazın, edebiyatçı sayılmazsınız.  Evet, haber yazmak nesnel bir anlatımı gerektiriyor ama bilmeyenler için söylüyorum; şunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor, herhaberin bir hikâyesi var. Birisi, haberi okuduğu ya da dinlediği kısmını bilebilir, haberi yazan gazeteci ise o haberin arkasındaki yaşanmışlığı.

 

Ses ve Sus ile 2018’de Dil Derneği Onur Ödülü aldınız.  Bu kitaptaki dil işçiliğiniz, dikkat çekici. Şiirsel, lezzetli… Bu lezzete ulaşmak için nasıl bir çalışma yaptınız?

 

Edebiyat emek, titizlik ve sabır ister. Alın teri dökmeden, çalışmadan, okumadan yazamazsınız. Şiirin dili farklıdır, öykünün dili farklıdır, romanın dili farklıdır. Bu şiarı belleğimize kazıyarak metinleri üretmemiz gerektiğine inanıyorum. Ben ayrıca yazdığım romanlarda anlattığım içeriye göre de dilin kullanımına çok dikkat ediyorum. Ona göre sözcükler bulmak zorunda olduğumu hissediyorum. Bakın burayı çok önemsiyorum ve bir daha söylüyorum. Anlattığım içeriğe göre sözcükler bulmaya cümleler kullanmaya çalışıyorum. Böylelikle anlatıma daha derinlik vermek ve o anlatımın gücünü arttırmak istiyorum. Ses ve Sus’ta anlattığım mesellerdi. Meseller, felsefî ve mitolojik imgeleribarındırır. Sizin şiirsel dediğiniz şey, aslında bu ögeleri gizlice kullanımımdan kaynaklanıyor. Benim için çok zordu. Diğer romanlarımda olduğu gibi üzerinde çok titiz bir çalışma yaptım. Sözcükleri, pirinç çuvalında taş ayıklar gibi seçtim.

 

Son kitabınız Tavhane Çocuklarındaçocuklarla ilgili dram çok etkileyici. Belek köyünde bir katliamla başlayan Ankara’da sona eren. Bu çocukların dramı biter midiye sorsam…

 

Sorabilirsiniz elbette. Çocukların dramı bitmez. Nedenleri de girift ve sarmal… Çözülmesi de mümkün olmuyor. Çocukların dramı, her şeyden önce toplumların özgürlük sorunudur ve toplumların insani değerleriyle ekonomik, politik kurtuluşu mümkün olduğunda çocukların kurtuluşundan bahsedilebilir. Geniş çerçeveden baktığımızda bu dünyanın sorunuSosyoekonomik, sosyokültürel, sosyoekolojik sistem vs. sorunu ele almak gerekiyor. Göçlerde, Afrika’daki açlıkta, kıtlık ve savaşların getirdiği yıkımlarda en çok etkilenen çocuklardır. Daha sonra ailelerde ve onların yaşadığı yerlerdeki bireysel ilişkilerin getirdiği sorunlardan da yine en çok etkilenen çocuklardır. Yoksulluk kadar onları bekleyen diğer bir tehdit şiddet, taciz, ensest ilişkiler, iş hayatında emeklerinin sömürüsü bu sorun yumağının bir başka boyutunu oluşturuyor.

 

Bu zor koşullarda var olmaya çalışan edebiyat dergiciliği, dergiler hakkında söylemek istedikleriniz var mı?

 

Basılı edebiyat dergiciliğini, kâğıt fiyatları ve bu hayat pahalılığından yani satın almagücünün her geçen gün eridiği bir ortamda olduğumuzu ve ekonomik koşulların her geçen gün daha da kötüye gideceği gerçeğini bilerek konuşmak gerekiyor. İnsanların değil bir dergiyi bir kitabı, bir ekmeği almak için kırk kez düşündüğü bir ortamda dergileri tartışmak anlamsız geliyor. Tartışmak yerine onları koşulsuz desteklenmeli. Edebiyatseverler, yazıp çizenler yani üç beş kişinin donkişotvari bir şekilde dergi çıkarmaya çalışması bence ayakta alkışlanacak bir durum.

Kâğıt fiyatlarının yüksek oluşu dijital platformlara geçişin hızlanmasını sağladı. Dijital yayıncılık hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum.

 

Bu soruya yanıtı, bir önceki soruya verdiğim yanıtın devamı olarak da sayabilirsiniz. Dijital dergi yayıncılığı hayat pahalılığı karşısında aslında iyi bir mevzi. Ancak bu mevzinin alt yapısı çürük olursa kişisel arzu ve isteklere göre inşa edilmişse hiçbir anlamı yok. Dergiler, tamamen edebiyata hizmet amacıyla oluşturulursa amacına ulaşabilir. Ben, iyi niyetle çıkartıldığına inandığım tüm dijital dergileri de gücüm oranında katkı sunmaya da çalışıyorum.

 

Bu arada Karnaval Dergi’ye emek veren tüm arkadaşları kutluyorum. Bu cesaretinizin ve uğraşınızın uzun soluklu olmasını diliyorum. Çok dikkatli inceledim, birçok yazıyı okudum da. Beğendim. Bu niteliği devam etsin, okuru çok olsun.

 

Toplumcu bir damardan ilerliyorsunuz. Zengin bir damar bu edebiyatımızda. Yenilerde üzerinde çalıştığınız bir roman var bildiğim kadarıyla. Yeni çalışmanızı bizimlepaylaşabilir misiniz?

 

İçinde bulunduğumuz yaşam formatında, edebiyatta toplumcu damar söylemi beni kaygılandırıyor. Bu biraz geçmişte verdikleri toplumsal mücadeleleriyle ve ürettikleriyle hem ulusal hem de uluslararası edebiyatta ürettiklerini klasiklerin arasına sokmayı başaran toplumcu yazarlara, şairlere haksızlık, hem de günümüzün kültürel düşüncelerini yok saymak gibi geliyor bana. Hemen vurgulamak istiyorum: Sanatta toplumcu damar denilince entelektüel kesimde bile ideolojik anlamda üretilen metinler ve o estetik normların görmezden gelindiğine dair oluşan yanlış bir kanı var. Toplumcu damar, salt ideolojik terminolojiyle üretilen şey değildi, bunun sanatı oluşturan ilkelerin içerisinde eritilmesidir. İnsanı da tek boyutuyla değil toplumsal çelişkileriyle ve çatışmalarıyla ele alırken tam tersine ruhsal ve fiziksel durumlarını da göz önünde bulundurur ve düzenle ilişkilendirir, sorgulatır. Bireyintemel hak ve özgürlüklerini hiçe sayıp da tüm kutsal değerlerini kullanılarak daha kolay sömürüldüğü bu yeni küresel sömürü düzeninde, bireyin sorununun toplumsal sorunu olduğuna ayna olması toplumcu damarın ötesinde bir anlamı var, artık. Dünyada insanın kişiliğinin de sanatın da küresel kültürel endüstri içerisinde iyice metalaştığı ve yeni çağ (newage), post modernizm gibi yeni kavramların bize dayatılması karşısında sanatçıların elbette geleneksel kalıpları yıkarak yerleşik olmasına karşı çıkması gerekiyor. Vasatlığı, niteliksizliğive gerçek olarak bize sunulan yalanları kabullenme anlamında dayatıldığını dile getirmek isteyenler üretme edimine teknik olarak da çok dikkat etmeli. Kendini güzel şeylere sorumlu hisseden yazar, bu tuzaklara düşmemeli, dün nasıl yerleşik olana itiraz etmişse bugün de yine kalıpları yıkmalı ve kendisine dayatılana itirazını sürdürmeli. Dilini yeniden yaratması, birey ile yaşadığı toplumun içselliğini psikolojik sosyolojik yapısını alegorik yöntemlerle ele almasını da bilmeli ve okuru da o metnin içine dâhil etmeli. Günümüzde bir takım kültürel endüstri tarafından desteklenen ve çok satan yazarların içine dâhil edildiği kategorik üretimlere değil sanatın mükemmel etik değerlerini ön plana çıkartarak çerçevesiz düşünmeye ve üretmeye ihtiyacı var.

 

Evet, yazdığım romana gelirsek… Dört yıldan bu yana üzerinde çalıştığım ve son iki yıldır yazdığım bir romanım var. Ana teması, “Birey mi toplumu dönüştürür, toplum mu bireyi dönüştürür,” şeklinde. Günümüzde bireyin ve toplumun hiçleştirilmesi, desek daha doğru. Önce de dediğim gibi anlattığım içerikle ilgili yeni bir dil kurmanın ve kullanmanın heyecanı içerisindeyim. İçeriğiyle ve anlatımıyla heyecanlı ve iddialı bir roman olduğunu söyleyebilirim. Çok emek verdim, çok yorgunum. Bitmesini ben de çok istiyorum.

 

Doğduğunuz coğrafyanın yazınınıza etkisi hakkında neler söylemek istersiniz?

 

İnsanın doğduğu coğrafya ve yaşadığı ülke elbette yaşam biçimini şekillendiriyor ve etkiliyor.  Yazınımı da…

 

Son olarak bugünkü edebiyat ortamı ile ilgili düşüncelerinizi almak isterim.

 

Of...Of… Hiç girmeyeyim bu konuya. Çok yaralıyım. İntihal tartışmalarından mı; editör, yayınevi, edebiyat etkinliklerinin “Kız bizim oğlan bizim” tiyatrosuna dönüşmesi sorunundan mı bahsedelim. Deveye sormuşlar, “Neden boynun eğri?” Demiş ki, “ Türkiye’de yaşıyorum.” Ortam berbat…

 

Karnaval Dergi adına teşekkür ederim.