Ferit Edgü’nün gemisinin battığı yerdeydim- İbrahim Dizman
Bazı yazarlar vardır, anlattığıyla okuru tam kalbinden yakalar; etkiler, unutturmaz yazdıklarını. Bazen yazarla okuyanın öyle bir kesişmesi vardır ki yalnızca kalbinden de yakalamaz, yaşamının tam ortasına bir işaret koyar, öyle derin bir iz bırakır ki okur uzun yıllar o işareti takip eder, kalbindeki izi derinleştirir durur. Gustave Flaubert’in kulağa küpe bir sözü vardır: “Yazar her şeyden önce kendisi için yazmalıdır. İyi yazmanın biricik yolu budur.” Buna şunu da eklemek isterim; okur, yazarla kendini yalnızca duygu bağlamında özdeşleştirmez, yaşam ortaklığı bağlamında da özdeşleştirebilir ve o zaman “yazar benim için yazmış” der.
Ferit Edgü’nün O adlı romanı benim için öyleydi. Kendini yazmıştı ama onun aynasında ben kendimi görmüştüm. 1986 Dünya Barış Yılı’ydı. Kişisel tarihim için bu tam bir paradokstu: Tıpkı onun yıllar önce yaşadığı gibi Hakkâri’de, dağlarda, bir türlü geçmeyen bir zaman dilimi içindeydim. Ferit Edgü’ye kulak vermiştim, acaba zaman nasıl geçerdi:
“Ey okuyucu, eğer yaşantın boyu, bir gün olsun bir teknenin kaptanı olmadınsa -ya da böyle bir duyguya kapılmadın böyle bir düş görmedinse- teknen bir gün ya da bir gece, yolunu şaşırmış, bilmediğin sularda yol alırken, haritalarda görülmeyen kayalara çarpıp batmadıysa (…) bu kitapta yazılı olanları anlamakta güçlük çekebilirsin.”
Yazarın okurda iz bırakması tam da bu olsa gerek. Benim de teknem batmıştı, yerim haritalarda belirsizdi ve ben Ferit Edgü’yü anlıyordum: “Ben oradaydım, dilinden anlamadığım insanların arasında (…) Gökyüzüne yakın bir dağ başında. Önemli olan, önemli değil de, gerçek olan, tek gerçek olan buydu”
Edgü’nün bu romanı, içeriği dışında üslubuyla çok etkilemişti beni. Romancılığımıza yeni bir soluk getirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim o anlatış tarzıyla. Hakkâri’de Bir Mevsim adıyla ve Onat Kutlar’ın senaryolaştırmasıyla film de olmuştu roman. Sonradan, “bölgeye üstenci bir bakış” eleştirisi de almıştı ama kabul edelim ki tanımadığı bir dünyayı yazmıştı Edgü, içtenlikliydi. Sonraki yıllarda da bu kitabının bendeki etkisiyle okudum Ferit Edgü’yü. Şiirlerindeki ve öykülerindeki keder, Hakkâri’deki deneyiminden mi kaynaklanıyordu, hayata bakışı mı hüzünlüydü yargıda bulunmak zor; ancak bildiğim edebiyatımızda çok özel bir yerinin olduğu. Denemelerinin ufuk açıcılığı, şiirlerinin etkileyici imgeleri edebiyatta yerini berkitti sonraki yıllarda da. Ancak bunun için özel bir çabası da olmadı. Sessiz sedasız, çalışkan bir yazardı. Ders Notları’nda yazdıkları kendini de tanımlıyordu bir bakıma: “Geleceğe kalmak için yazmaya çalışmanın benim gözümde sınıfta kalmaktan bir ayrımı yoktur. Bunu söylerken büyük dehaların hemen hemen her zaman sınıfta arka sıralarda oturduklarını da bilmiyor değilim.”
Sınıfın arka sıralarında oturuyordu; şimdi o sıra boşaldı. Anısına saygıyla.
“O”, Ferid Edgü … – Metin Turan
Çok okuduğum, okudukça yeniden okumak gereksinimi duyduğum bir yazar o.
Karamsarlığın kol gezdiği 1950’li yıllarda, bunu derinden hissederek yazınsallaştıran pek az öykücüden biri o.
Geleneksel olandan kopuşun en önemli temsilcilerinden olmak yanında kopmayı zincire bağlayan da o.
Azap çekmiş bir coğrafyayı mevsimine dahil eden, ağzını açmadan konuşan da o.
Saati sorduğunuzda “başlanamayacak olanı” tekrarlamak yanıtını veren o.
O’nu yazana saygıyla.
Bir “Yıldız Gezgini”nin Ardından… – İbrahim Berksoy
Dünü, bugüne, bugünü geleceğe bağlayacak olan yazarlardır, sanatçılardır. 50’li, 60’lı yıllarda yazmaya başlamış değerli öykücülerimiz, romancılarımız, şairlerimiz, denemecilerimiz ve elbette ressamlarımız, kompozitörlerimiz, tiyatrocularımız her şeyden önce yenilikçiydi. Postmodernist değillerdi belki ama pekâlâ modernisttiler. Ürünlerinde; yaşadıkları dönemin çelişkilerini ortaya koymaktan çok geleceğin uygar, aydınlanmacı, ilerici toplumuna duydukları “özlem”i dile getirdiler ya da ben öyle algıladım…
Jack London’ın bir romanından ödünçle, şimdi çoğu birer “yıldız gezgini” oldular; sonsuz yalnızlıklarında birbirini aydınlatan birer parlak yıldız… Işıltılı bir “yıldız sağanağı” … Şimdi bizlerden belki hayli uzaktalar ama 50 yılı aşkın bir süredir geleceğe yazılmış yazılarıyla, eserleriyle, söz ve eylemleriyle, anılarıyla bir o kadar da yakınlar, aramızdalar…
50’li, 60’lı yıllarda yazmaya başlayan, ilk ürünlerini o yılların aydınlanmacı, incelikli edebiyat ortamında veren yazarlarımızdan, aydınlarımızdan hangisini burada ansam, biliyorum, eksik kalacak… Bugün artık çoğu yıldız yağmurunda birer parıltı, birer ışık… Biz de o ışıltılı yağmurun altında sırılsıklam ıslanmaya razı edebiyatseverler…
22 Temmuz 2024 sabahında aldığımız üzücü haber başta Ferit Edgü’yü yakından tanıyanları, sonra onun dost ve arkadaşlarını, sadık okurlarını fazlasıyla yaraladı, fazlasıyla üzdü…
O artık bir “yıldız gezgini” olarak, o yılların ufuk açıcı yıldız yağmurunda parlak bir yıldız olarak; geleceğe bıraktığı, anımsamalar ve anımsatmalarla dolu, incelikli ve yenilikçi eserleriyle hep aramızda olacak…
Onun değerli eserlerinden burada hangisini ansam anmadıklarıma haksızlık olur. En iyisi
biyografisinden hareketle geleceğin güzel dünyasına dair yazdıklarını yeni baştan okumak, yaptığı resimlere, çalıştığı desenlere alıcı gözüyle yeni baştan bakmak…
Son olarak, bu vesileyle, bir dileğimi burada dile getirmek isterim: Bizde titizlikle yazılmış, ayrıntılarla örülü ciddi biyografi kitapları pek yok. Son zamanlarda bu yönde kimi çabalar olsa da çoğunlukla tutarlı bir yönteme bağlı kalınmadığından ve temel bir disiplin içerisinde yazılmadığından bu tür biyografiler kronolojik anılar toplamından öteye geçemiyor ne yazık ki. Ferit Edgü için onun çabalarına yaraşır, dört başı mamur, yetkin bir biyografi beklemek biz okurlar için bir “hak”, onu tanıyan, eserlerini okuyan biyografi yazarları için bir görev”dir…
Şu unutkan âlemde 22 Temmuz 2024 sabahında yitirdiğimiz değerli edebiyatçımız, ressamımız, aydınımız Ferit Edgü’nün anısına en derin saygılarımla…
Güle güle Usta- Erkan Damar
Senden kırk dört yıl sonra gitmişiz asker öğretmen olarak gittiğin çaresizliğin başkentine. Asker doktoruz o zamanlar. Mezralar aynıymış…
Devlet erkânı değişmiş, çocuklar aynı.
Mostralık hayatlar ekranlarda, çataklar aynı.
Bu aynılığı yıllar sonra anladık. O ile karşılaşınca…
O bıraktığın gibi kalmış.
O zamanlar tanışsaydık harfler arasından, daha fazla canımız acırdı.
Varsın daha az yanmış olsun içimiz. Az yazmak, az anlatmak demek değilmiş, öğrettin…
Güle güle Usta.
Anlatmak düşer payımıza
Acıtmak için değil, aynılığı haykırmak için.
Ferit Edgü Hakkâri’de bir değil beş altı mevsimdi – Dadal Günçe
Yıllar o yıllar işte. Hayata buzlu bir camın arkasından bakmak zorunda olduğumuz yıllar. Renkli filmle çekilen fotoğrafların bile siyah beyaz çıktığı yıllar. Dışarıda kalanlar için en büyük avuntu arkadaş sohbetleri, hepsi eksik olsa da edebiyat, felsefe, sinema, müzik. Herkes aklındakini ve cebindekini iskambil kâğıdı gibi masaya atar ve tartışma başlar. Sevenler, sevmeyenler, eskiden çok sevip de artık sevmeyenler, “hiç okumadım, hiç duymadım” demeye utanıp da bilir gibi yapan utangaçlar. (Bu sonuncu gruba bazen çeşitli oyunlar edilirdi.) Sıra bana gelince masaya Ferit Edgü kartını atıyorum. Aslında Bilge Karasu diyecektim ama o söylendi ve nedense hızlı geçildi. Evet, Ferit Edgü diyorum ve bir sessizlik oluyor. “Hiç mi duymadınız yahu, O romanı…”
Yok, hayır. “Hakkâri’de Bir Mevsim peki” ” Aaa evet, izledik, çok beğendik.”
Ferit Edgü Hakkâri’de bir değil, belki beş altı mevsimdi. Hepsi sırasını bekledi, sonra geçti gitti. Bundan sonrası okurlara kaldı artık, almak, okumak, sevmek.
El Greco’nun Gözleri – Pınar Özdemir
Ferit Edgü’nün ölüm haberini duyduğumda onun tadı damağımda kalan öykülerini, romanlarını, söze nefes katan leziz dil işçiliğini, düş gücüyle örülü anlatımını ve tüm bunları okumaktan aldığım hazzı düşündüm.
Ecinniler Dergisinin “Beyaz Mürekkep: Ferit Edgü” dosya konulu Ocak-Nisan 2022 sayısında yapılan söyleşide “dil hassasiyeti” konusunda yöneltilen soruya kendisinin ve kuşağının dil konusunda gösterdiği duyarlılığa atıfla: “Yalnız bende değil, benim kuşağımın tüm yazarlarında bir dil duyarlılığı vardır. Bizler bir dil bilinciyle yetiştik. Kendimizi öyle yetiştirdik. Bizler için yazının baş ögesi Dil’di. Tüm yazarlık serüvenimiz boyunca bu inancı koruduk ve onun doğrultusunda yazdık. Yazdığımız ne olursa olsun; şiir, öykü, deneme, biliyorduk ki her şeyden önce bir dil yapıtıdır. Elimize kalemi aldığımızda başlayan bu inanç, tüm yazarlık yaşamımız boyunca bizlere eşlik etti. Yol gösterdi.” yanıtını vermiş.
“Yazmak Eylemi” kitabıyla, sanat, edebiyat, felsefe, politika üzerine “Ders Notları”yla, Hakkâri’de Bir Mevsim romanıyla ve diğer eserleriyle hem kuşağının en önemli temsilcilerinden biri oldu hem de yazarlara ve yazmak isteyenlere yenilikçi üslubu, felsefi katmanlarla örülü, incelikli yazını, mecazı ve ironiyi etkileyici kullanımıyla yol gösterdi.
“Çığlık” kitabındaki öyküler benim en çok sevdiğim, dönüp yeniden okuduğum öykülerinden olmuştur. Çığlık’taki öyküleri Hakkâri’de Bir Mevsim başta olmak üzere kendi kitaplarına, etkilendiği yazarlara ve ressamlara göndermelerle doludur. “Kör ve Oğlu”ndaki zamanla körleşmiş kütüphane memurluğundan emekli baba Borges’ten başkası değildir. Edgü kör adamın oğlu aracılığıyla bu öyküde Borges’i konuşturur. Sahaf öyküsünde ‘Hakkâri’de Bir Mevsim’deki Süryani kitapçıyla Stockholm’de yaşayan Demir Özlü’yü buluşturur. Öyküde yazar olarak kendisi de vardır. Demir Özlü sahaf dükkanının vitrininde Borges’in Obras Completas’ını görür ve belki içeride işime yarayan bir şey bulurum deyip içeri girer, sonra “bir kitap her zaman başka bir kitabı çeker”. “Büyük Ustayı Ziyaret” ve onun devamı sayılabilecek “Aslan ve Ressam” resim eğitimi almış Ferit Edgü’nün sanat ve büyük ressamlar üzerine düşüncelerini açıkladığı gibi, “Büyük Ustayı Ziyaret” Cezanne ile hayali bir konuşmadır. Bu öykünün beni en çok etkileyen kısmı izlenimcilik ve yenilik konusunda El Greco üzerinden yaptığı kısacık tespit olmuştu. Yazılan her yazı, değeri zamanında anlaşılamayan ama tüm zamanların ötesine geçen sanatsal anlatım acaba küçük kusurlardan, söz gelimi Borges’in ışığı bambaşka görmesinden, El Greco’nun ya da Cezanne’ın görme bozukluğundan mı ileri gelmektedir? Resim eğitimi almış olması Ferit Edgü’nün yazarlık anlayışına sinmiştir kanımca.
Metinlerinde dokuduğu görünmez iplikler okur olarak beni her zaman heyecanlandırmış, Borges’in öykücülüğünde çatallanan yollar gibi keşif yolculuklarına çıkarmıştır. Ferit Edgü’yü okumak onun benzersiz üslubundan yola çıkıp yazı üzerinde düşünmeye iten ilham verici bir yolculuk olmuştur.
Ferit Edgü’yü büyük yazar yapan da yazdıklarının felsefi özü, yaşadıklarından yola çıkıp insanlığa yürüyüşüdür aslında. ‘Hakkari’de Bir Mevsim’de dediği gibi: “Dayanırsan, dayanmasını bilirsen, ama nasıl olsa dayanacaksın, insanoğlusun, kendin söyledin, insanoğlu, düşün bir, kimler nelere dayanmadı, dayanacaksın ve yeni bir kişilik yaratacaksın.”
Bu sözler insana kendisini, yaşamını, savrulmalarını, düşüp tekrar ayağa kalkmalarını da sorgulatıyor. Ferit Edgü’yle aynı dönemde yaşadığım, onu izleyip okuyabildiğim için şanslı sayıyorum kendimi: “Elbet sabah da olur, zamanı gelince, elbet, yalnız kentlerin, denizlerin, düzlüklerin üstünde doğacak değil ya güneş, elbet, burada da, olduğumuz yerde de, karların, buzlu kayaların üstünde, ağaçsız çıplak dağlarda da doğar güneş, tüm güzelliğiyle, tüm korkunçluğuyla.”
Pınar Özdemir