“Yağın Karlar Siz de Yağın <br> Benim Gibi Darmadağın”
Yazılar

“Yağın Karlar Siz de Yağın
Benim Gibi Darmadağın”

İbrahim Berksoy

“Sizler de bir buluttunuz

Gökyüzünü unuttunuz

Yağın karlar siz de yağın

Benim gibi darmadağın”

 

O kendine özgü sesiyle, duruşuyla Edip Akbayram’ın söylediği “Darmadağın” şarkısından bu dizeler. Yıl 1988. “Dün ve Bugün” albümünden. Söz ve müzik, ODTÜ’den arkadaşım Murat Kalaycıoğlu’nun. O albümdeki “Kibar Gelin”in söz ve müziği de sevgili Murat’ın…

 

29 Aralık 1950’de Gaziantep’te başlayıp 2 Mart 2025’te İstanbul’da Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin yoğun bakım odasında sona eren 75 yıllık bir ömürden sonra Edip Akbayram da gönül telimizi titreterek aramızdan ayrılıp gitti sonsuzluk âlemine. Allah rahmet eylesin. Ahengi bol olsun. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

 

Ondan bize kalan çok şey var. Şarkıları, sesi, tavrı, duruşu ve ille de her şeye rağmen yüzünden hiç eksik etmediği gülümseyişi…

 

Şarkılarıyla, aydın ve sanatçı kimliğiyle, “çağımıza yakışan vakur, sade” davranışıyla hepimize örnek oldu. Hiç kuşkusuz anılarımızda, bilincimizde yer eden birbirinden güzel şarkılarıyla hep aramızda olacak; söylediği türküler, dillerde bayrak olup dalgalanacak.

 

Edip Akbayram geçtiğimiz yıl 19 Aralık’ta Antalya’da film yönetmeni Serkan Koç’a bir röportaj vermişti. O röportaj Edip Akbayram’ın son röportajı oldu. O röportajda söylediklerini anımsamak, şarkılarıyla hepimizin gönül telini titretmiş bu değerli sanatçının “meram”ını biraz olsun anlamak için yararlı olabilir. Edip Akbayram’ın şu sözleri o röportajdan:

 

“Ben sıradan bir insan gibi yaşıyorum. Ben sanatçılığın üzerinde, toplumun melodik sesiyim. Sanatı toplum için yapıyor, yaşadığım toplumdaki kişilerin sorunlarını dile getiriyorum. Dünyanın en iyi şarkıcısı olun. Bir odanın içerisinde şarkı söylediğinizde bu bir yere gitmiyorsa buna sanat diyemezsiniz. Sanat paylaşmaktır, doğruluktur, güzelliktir, umuttur. Ben yıllardır bunu yapmaya çalışıyorum.”

 

“Emek en yüce değerdir. Emekçi eli öpülesi insandır. Sanatçı günlük hayattan beslenen insandır. Bazen bir sevgiyi paylaşır, öfkeyi dile getirir, bir nefreti şarkılarınızla anlatırsınız. Yaşadığımız toplumla yaşıyoruz. Yıllardır yaşadığım toplumda okuduğum şarkılarla işçilerin, emeklilerin, üniversite öğrencilerinin, atanamayan öğretmenlerin sesi olmaya gayret ettim. Etmeye devam edeceğim.”

 

Değerli şairlerimizin unutulmaz dizeleri; kimi kendisinin kimi sanatçı dostlarının bestelerinde, onun benzersiz sesiyle bütünleşip şarkı oldu, halkın dilinde yeni anlamlar kazandı. Nâzım Hikmet’ten “Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar”, “Gidenlerin Türküsü”;  Sabahattin Ali’den “Aldırma Gönül”, “Göklerde Kartal Gibiydim”, “Leylim Ley”;  Vedat Türkali’den “Bekle Bizi İstanbul”; Can Yücel’den “Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim”, “Aşk Olsun Sana Çocuk”, Ahmet Arif’ten “Haberin Var mı”, “Ay Karanlık (Maviye Çalar Gözlerin), Diyarbekir Gibi (Adiloş Bebenin Ninnisi)”, “Onur da Ağlar” vb. daha pek çok şiir onun sesiyle bayrak olup dillerde dalgalandı. Her 1 Mayıs’ta işçiler, emekçiler, kadınlar, öğrenciler hep bir ağızdan onun sesinden yankılanan 1 Mayıs Marşı’na eşlik ettiler.

 

Öteden beri yaşadığı coğrafyayla, o coğrafyanın birikimiyle, kültürüyle, sanatıyla derin bağlar kurabilmeyi başarmış bir sanatçıydı Edip Akbayram. Çok sevdiği Moda’da Gazete Kadıköy’den Gökçe Uygun’a verdiği bir röportajda bu konuda şunları söyler:

 

“Yaşadığımız coğrafya çeşitli kültürleri içinde barındıran büyük bir medeniyet. Dolayısıyla ben de bu ülkenin yetiştirmiş olduğu Pir Sultanları, Nâzımları, Karacaoğlanları,  Âşık Mahsuni Şerifleri yorumlamalıyım. Bu düşünceyle kendi müzikal çizgimi tayin ettim.” Söz konusu röportaja da başlık olan Edip Akbayram’ın şu cümlesi onun meramını özce, özlüce, ne kadar iyi anlatıyor: “Ezilenlerin melodik sesi olmaya çalışıyorum.”

 

60’lı yılların ortalarında Gaziantep’te lise yıllarında başlayan müzik hayatı 1968’de liseyi bitirip İstanbul’a geldiğinde de sürdü. 1971’de katıldığı Altın Mikrofon Yarışması’nda Âşık Veysel’den esinlenerek bestelediği “Kükredi Çimenler” adlı şarkısıyla aldığı birincilik ödülü ilerleyen yılların da habercisi gibiydi. 1974’te Dostlar Orkestrası’nı kurdu. Edip Akbayram’ın hayatında müzik artık vazgeçilmez bir yerdeydi. Söylediği şarkılarla o dönemde adına “Anadolu pop” denilen müziğin öncüleri arasında yer aldı. Halk ezgilerinin pop müzik tarzında “modernize” edilerek yorumlanması olarak tanımlayabileceğimiz bu müzik tarzı o dönemde özellikle gençler arasında ilgi görüyor, beğeniyle karşılanıyordu.  “İncecikten Bir Kar Yağar Gariplerin Üstüne”, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”, “Aldırma Gönül”, “Gidenlerin Türküsü” o yıllarda herkesin dilindeydi. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte başlayan karanlık dönem her kesim gibi sanatçılar için de “zor yıllar”ı beraberinde getirdi. Pek çok cumhuriyet aydını, şair, sanatçı, yazar, gazeteci gibi Edip Akbayram da “yasaklı”ydı. 1981-1988 arası dönemde bestelerinin TRT’de çalınması yasaktı. 90’lı yıllar bir yönden demokrasiye dönüş, bir yönden de kaos ve iç savaş yıllarıydı. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta aydınların, ozanların, semah dönen gencecik fidanların bir otelde yakılması Edip Akbayram’ın iç dünyasında onulmaz acılara yol açtı. “Türküler Yanmaz” o dönemin ürünüdür. Edip Akbayram, yılların birikimiyle oluşturduğu ve kararlılıkla sürdürdüğü sanatçı çizgisini, hiç bozmadan, kendisini sürekli yenileyerek, geliştirerek, 2000’li yıllardan günümüze, söylediği türkülerle, şarkılarla, söz ve müziğiyle sürdürmeyi başardı. Onun o benzersiz sesi, sanatçı tavrı, yüzünden hiç eksik etmediği gülümsemesi, iyimserliği hepimizin belleğine kazındı. 70’li yılların başından ölümüne dek 50 yılı aşkın bir süreyle hep sanatın, sanatçının, emeğin, emekçinin yanında oldu.

 

Yalnızca yurtiçinde değil yurtdışında da konserler verip “Edip Akbayram şarkıları” söyledi hayranlarına dünyanın dört bir yanında.

 

20 yılı aşkın bir süredir Avanos’ta yaşıyordu Edip Akbayram. Buraya gelmiş, burayı beğenmiş, buraya yerleşmişti. Yakın dostu Halil Ergün’e Avanos’ta verdiği bir röportajda insanın yaşadığı yere nasıl bakması gerektiğini, dahası yaşadığı yerle nasıl bütünleşmesi gerektiğini yüzündeki gülümsemeyle, içindeki o büyük sevecenlikle şöyle anlatmıştı:

 

“Ben burada mahalle kültürünü yaşıyorum. Bugün yukarı çıktığınızda bakın akşamüzeri, herkesin kapısı açıktır. Sokaktaki bütün çocuklar bizim çocuklarımızdır. Gelirler eve girerler hanım onlara tatlılar ikram eder. Bizim çocuklarımız karşı eve girer. Anadolu’nun görselliğini burada yaşıyoruz. Buranın insanı gerçekten daha kültürlü ve dostane insanlar oluşmuştur. Çamura hayat verenlerin yeri burası. “Burada her şey aşktır. Yaşamak, dostluk, insanlar aşk. Burada kötü bir şey yok.”

 

Edip Akbayram da ayrıldı aramızdan. İyice ıssızlaştı gönül dünyamız. Edip Akbayram’dan şu unutkan âlemde bize ne kaldı derseniz; ondan bize “kalan” sestir, ahenktir, tarzdır, usuldür, üsluptur, şarkılardır, türkülerdir, unutulmaz icralardır. Dahası, Cumhuriyet aydınına yakışır sanatçı tavrıdır, örnek duruşudur.

 

Ruhu şâd olsun, ahengi bol olsun…