“Ölüm bazen ceza, bazen bir armağan, çoğu zamanda bir lütuftur.”
Seneca
“Ölüm bazen ceza, bazen bir armağan, çoğu zamanda bir lütuftur.”
Seneca
Yarım Kalmasın öykü kitabı, h2o Kitap tarafından Mart 2024’te basılarak raflarda yerini aldı. “Can’lara” ithaf edilen kitap Fernando Pessoa’ya ait bir epigrafla başlıyor.
“Sayısız insan yaşar içimizde,
hissetsem de düşünsem de bilemem.
kim düşünür içimde kim hisseder,
Düşünceler ya da hisler için
yalnızca sahneyi ben.
Ruhsa, birden fazla var bende.
Ben’se benden daha fazlası.”
Fernando Pessoa
Hatice Günday Şahman, 1969 Ankara’da doğumlu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümü mezunu. Kırmızı Etek isimli ilk öykü kitabı Ayizi Yayınları’ndan 2017’de çıktı. Basılı ve internet ortamında yayın yapan Lacivert, KE Dergi, Veveya Kitap, Öykü Gazetesi, Edebiyat Haber, Edebiyatist, Hece Öykü, Bulut Yazar Dergisi, Deliler Teknesi, Oggito, gibi edebiyat dergilerinde öyküleri, söyleşileri ve denemeleri yayımlandı. Edebiyat seçkilerinde öyküleri yer aldı. 5. Sarıyer Edebiyat Günleri Öykü Yarışması’nda “Ahtapot” adlı öyküsü ile Kaos GL Derneği 17. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda “Düğüm” adlı öyküsü birinciliğe değer görüldü.
Yazarın ikinci öykü kitabı olan Yarım Kalmasın, gündelik yaşamın içindeki insanlık hallerini, yaşam mücadelesi içindeki insanı, kadını, akıcı bir üslupla anlatırken okura muhakeme yaptırıyor.
On iki öyküden oluşan kitabın ilk öyküsü “Yarım Kalmasın Hiçbir Öykü” kitabın sonu hakkında okura ipucu veriyor. Ben anlatıcıyla başlayan öyküde mekân olarak bir pasajdaki terzi dükkanını betimleyen yazar, bu mesleğin güçlükleri altında zorlu yaşam mücadelesi veren bir kadının kitap okuyarak hayata tutunuşunu anlatıyor. Kitabın kapağında da, bu ilk öykünün kahramanı Mediha’nın sayfalar arasında resmedildiğini görüyoruz. Terzilik mesleği hakkında da okura fikir veren öykü, terzilikteki ince işçilikle, dükkân komşusu sahafın ona verdiği Gelincik adlı kadının öykülerini derleyip bir araya getirmeye çalışır. Mediha bir elbiseyi diker gibi titizlikle, öykülerin parçalarını bir araya getirip teyeller ve diker. Onun yalnızlığına cansuyu haline gelen öyküleri düzenleme işi bittiğinde, Sahaf Muhattar, onları yayınevine götürür fakat bastıramaz, Oğuz Atay’ın “Demiryolu Hikayecileri” ne incelikli bir selam gönderen öyküde terzi Mediha’nın umudunu kaybetmeyişi, öyküleri yeniden yazıp, nar çiçeği rengi fularıyla istasyonlarda dağıtmaya karar vermesi, kadın karakterin gücünü, yaşama asılışını ortaya koyuyor. Mitolojik bir öge olan nar çiçeği, bereketin ve yaşamın sembolüdür.
“Düğüm” adlı öykü, Kaos GL Derneği 17. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda birinciliğe değer görülmüştür. Tanrı anlatıcıyla başlayan öyküde, zaman zaman olaylar öykünün ana karakteri Hayriye’nin gözünden ben anlatıcıyla anlatılıyor. Bir annenin çıkmazlarını içine attığı, bağıramadığı çığlığı olan bu öykü bilinç akışı tekniğiyle yazılmış. İç seslerin zenginleştirdiği metin, toplumun değer yargılarıyla kızı arasında kalan annenin nasıl çıkış noktasına uzandığını anlatan, sürpriz sonla biten bir öykü. Anadolu kırsalının konuşma dilini başarıyla veren, türkünün de anlam kattığı anlatıda, dil zenginliği ve bunu kullanma biçimi konuyla bütünleşik bir motif oluşturuyor. “Bir başına kaldı Hayriye. Düşüne düşüne, döğüşe döğüşe, kendi kendine, dolana dolaşa tenhalarda günleri günlere çarptı. Yüreğinin kapıları bir kapandı bir açıldı. Kara ağızların isli sesiyle Ceyda’nın rengârenk sesini çarpıştırdı. Dilinin dönmediğine, aklının ermediğine yüreği erdi.”(sf. 12)
“Kuş Balık Oldu” öyküsü ben anlatıcıyla başlıyor. Doğa, öznel bir tasvirle okura aktarılıyor. Anadolulu dil kullanımı öyküye lezzet katıyor. Yarım akıllı olarak anılan çocuk karakter Nazif’in, köyün diğer çocuklar tarafından ötekileştirilmesini, köksüzlüğünü, doğaya olan tutkusuna teyelliyor yazar. Çocuğun hayal gücü, öğretmeniyle oluşan bağ, güçlü bir anlatımla okura aktarılıyor. Mitolojiden beslenen öyküde derenin konuşması, büyülü gerçekçi anlatıma uygun. Metaforlar, doğadan seçilmiş unsurlar olarak anlatıda zengin bir biçimde yer alıyor. Metinlerarası bir anlatımla “Küçük Kara Balık” çocuğun gözünden öyküye dâhil oluyor. Nazif’in özgürlüğe olan özlemini, sınırlarından dışarı taşma hissini, kırlangıç metaforuyla ve “Küçük Kara Balık” öyküsüyle anlatıyor. Yazgı, öykünün önemli bir motifini oluşturuyor. Aile içi ensest, kadının çıkmazları, sustukları, çaresizliğe çarenin ölüm olarak görüldüğü, kırsalın insanın içini kanırtan görüntüsü okurun çözümlemesi gereken bir fotoğraf karesi gibi ortaya çıkıyor. Öyküde adı geçen Lethe Nehri, Yunan Mitolojisinde “unutkanlık” tanrıçası olarak biliniyor. O nehre girip suyunu içen ölülerin geçmiş yaşamlarını unuttuğuna inanılıyor. “Kadere razılık göstermek gerek. Bilirdim akıp gitmezdi acı, birinden diğerine geçerdi, kızdan anaya, anadan oğula.” (sf.16)
Ayla Kutlu’nun güçlü kadın karakterlerini anımsatan, Gülsüm Nene, Hayriye gibi kadın karakterler, yine onun destansı anlatımından izler taşıyor. “İki yana sallanarak uğunan Gülsüm Nene’nin deyişiyle, yiğit donuna bürünüp gelen Ak Oğul, alevden atlara binip masallara karıştı. Suyun yansımasına bakıp yazmak istesem, paramparça olur Ak Oğlan masalı. Ne gökten üç elma düşer, ne murada eren, ne kerevete çıkan…”
“Gök ve Kök” Bir düşün ruha yansıyan tasviriyle başlıyor. Ben anlatıcı dilinin kullanıldığı öykü, yurt dışına okumaya gidecek olan gencin yolculuğa hazırlanırken valizine koyduğu eşyaların onda bıraktığı izleri okura aktarıyor. Her okumak için evden ayrılışın, kendine çevresine yavaş yavaş yabancılaşma halini de anlatıyor. “Kapının önünde kesilen temkinli terlik tıkırtıları. Annem. Duygularını benim yaldızlı geleceğimin altına gömen annem. Umudun ışıltısını ayrılık acısına perde yapan annem.”(sf.23)
“Daha Ne Kadar” öyküsü, şiirsel bir anlatımla kişiyi tasviriyle başlıyor. Üniversiteyi okumak için evden ayrılan gencin, tatilde eve dönüşünde, saçını uzatmış, küpe takmış, dövme yaptırmış olması yani fiziksel dönüşümünün ailesinde yarattığı şaşkınlık ve öfke sebebiyle babası tarafından evden kovulmasını geri dönüşlerle anlatıyor. Kronolojik ilerleyen olaylarsa öykünün baş kişisi olan gencin, ölmek üzere olan annesinin çağrısıyla baba evine geri dönmesiyle ilerliyor. Cenazenin defnedilmesinden sonra hasta babasına bakması için çağrıldığını anlaması, içine düştüğü aile kapanından çıkamayışı ile yaşamı düğüm haline dönüşüyor. Hiç sevmediği babasının her gün ölmesini dileyerek ona bakıyor. Kardeşler arasındaki yaşlı anne babaya bakma tartışması, insanın sevimsiz iç yüzünü, diyaloglarla ortaya çıkarıyor. Evdeki hatıralarda geçmişin izlerini arıyor. Ablası ve abisinin başlardaki yardımsever yüzlerinin, yavaş yavaş bencil yüzlere dönüşümüne tanıklık ediyor. Kaçıp gidebilecekken zihninde ve ruhunda labirente dönüşen evde, çıkmazlarıyla baş edemez hale gelişi, her gün ötekiliği, yalnızlığı, sevgisizliği hissedişi onu kendi girdabında boğuyor. Yatalak, konuşamayan babasının iç sesleri öyküde anlatımı zenginleştiriyor. “Babam önce keskin bıçaklarla ayırsa dışımla içimi, sonra satırla kesse kendisi gibi, ağabeyim gibi olmayan bedenimi, etlerimi dövse dövse istediği şekle girmem için, sonra beğenmediği yanlarımı kıyma makinesine soksa, kıvrım kıvrım çıksam, işe yaramaz parçalarımı atsa dükkânın önündeki itlere, derdim içimden. Şimdi düşünüyorum da, kim bilir belki babam da öyle demiştir içinden.” (sf.37)
“Şah Mat” öyküsünde çocuk yapmayan isteyen kadınla ve buna farklı gerekçelerle karşı çıkan erkeğin çatışmaları, çelişkileri, ilişkinin farklı dinamikleri erkeğin gözünden, ben diliyle anlatılıyor. Sevdiği kadının sperm bankasından çocuk sahibi olma olasılığı karşısında erkeğin panik hali, iç hesaplaşması, tıpkı Vedat Türkali’nin roman dilinde olduğu gibi, kendi kendisiyle konuşurmuş gibi olayları zihninde evirip çeviren, sorduğu sorulara yine kendisi cevap veren anlatıcı, geçmişi düşünüp geleceği zihninde sorgularken yanında uyuyan kadını “an”da izliyor. Ayrılmakla ayrılamamak arasında gidip gelen bir ruh halinin derinliklerini gösteriyor okura. “Herkes kendi doğrusunun peşinde. Kendi doğrularına sarınmak eşittir yalnızlık. Ben de yalnız özgürlüğüme, özgür yalnızlığıma dönüp, kimsenin oğlu, kimsenin kocası, kimsenin babası olmadan yalnız kendim olacağım.”(sf.45)
“Değişen Perdeler” üçüncü tekil anlatıcı diliyle anlatılıyor. Kızıyla kocası arasında hayatı sıkışmış bir kadının, kocası ölmüş olmasına rağmen onun manipülasyonundan hala kurtulamayışı, ruh halindeki gelgitleri anlatıyor. Çiçekli perdenin ardından dolunaya doğru bir yol açıyor öykü. “Yıllarca kocamın istediği gibi yaşadım şimdi de kızımın. Peki ya ben? (sf.54)
“Kabuğun Altı” yaşını almış yalnız bir kadının içinde kardelen açtıran aşka yelken açışı, aşkla yeniden tomurcuklanışını masalsı bir anlatımla okura aktarıyor. Diyaloglar ve şarkı güftelerinden dizeler, betimlemeler, Madam Bovary gibi kurmaca karakterlerin, mitolojik unsurların öyküye dâhil edilişi anlatıma zenginlik katıyor.
“Yürek Çentiği” öyküsü insan ruhunun tasviriyle başlıyor. Tanrı anlatıcı dilinden akıcı bir üslupla okura ulaşıyor.
“El İyisi”nde Tanrı anlatıcı gözünden anlatılan öyküye iç seslerin eşlik ettiğini görüyoruz. Gelenekler, maniler anlatıma zenginlik katıyor.
Kitabın son öyküsü “İlmek İlmek” ile döngü tamamlanıyor.
Aile içi travmalar, toplumun dışladığı bireyler, toplum baskısının yansıdığı ruhlar ve bedenler, çevreyle çocukları arasında çıkmazda kalan ebeveynler, ölümü çare olarak seçenler, yazgı, kırsaldaki kadının sorunları, gündelik hayatın içindeki insan, yazarın seçtiği meseleleri oluşturuyor. Metinlerarası ifadelerin yer aldığı öyküler, mitolojik unsurlardan beslenmiş. Masal, şiir ve efsanelere de yaslanan metinlerin yer yer şiirsel dili, farklı anlatım tekniklerinin kullanılmış olması, öyküleri olgun bir karaktere büründürüyor. Bireyin yalnızlığına, çelişkilerine, iç hesaplaşmalarına, sustuklarına, ilişkilerinde aşamadıklarına, düğüm olan yerlere ayna tutuyor.
Öykülerde kullanılan unutulmaya yüz tutan Anadolu Türkçesi, mitolojik motifler, şiirler, türküler, maniler, öykülere farklı bir edebi lezzet katıyor. Farklı sosyoekonomik ve sosyokültürel özelliklere sahip kadın temsiliyetine öncelik verdiğini söyleyebileceğimiz Hatice Günday Şahman, özgürlüğü çağrıştıran metaforlarla, karakterlerine yeni pencereler açıyor. Gülten Akın, okura öykülerde yoldaşlık ediyor.
“Bir hikâye bilir söylerim dost yıldızlara karşı ve sabaha doğru
Bu hikâyenin bir ucu sendedir
Kurtarmak isterim kurtarmak isterim
Bütün uçurumların ipi elindedir…”
Gülten Akın