Yazarken de yaşarken de elimi tokalaşmak için hep açık tutmaya çalışıyorum, “Benden sana zarar gelmez, silahsızım kardeşim.”
Söyleşi

Yazarken de yaşarken de elimi tokalaşmak için hep açık tutmaya çalışıyorum, “Benden sana zarar gelmez, silahsızım kardeşim.”

Kader Menteş

Kader Menteş Bolat: Sevgili M. Fırat, Akılsız Sokrates’in senin için önemiyle başlayalım mı? Bu kitabınla 2017 Türkan Saylan Sanat Ödülü ve Orhan Kemal Öykü Ödülü aldın. Bu kitabın senin için ayrı bir önemi olduğunu düşünüyorum, neler söylersin?

 

Mehmet Fırat Pürselim: Akılsız Sokrates benim açımdan tam bir yol kavşağı. Daha önce yazdığım Hayat Apartmanı ve Emanetimdeki Hayatlar’da daha doğrudan ve karanlık bir anlatı tarzını benimserken aynı şeylerin farklı şekilde de yazılabileceğine yönelik kendimi geliştirmeye ve değiştirmeye yönelik çabalarımın ortaya çıktığı kitap olarak görüyorum. Doğrudan ve karanlık anlatıya dayananların yanı sıra ironik, açık uçlu sonlar, bilinç akışı, diyalogların kullanımı gibi farklı tarzlarda öykülerin bir arada olması sebebiyle dönüşümün kitabı benim açımdan. Bir bakıma yazarlığımı ispat ettiğim kitap diyebilirim. Ancak Akılsız Sokrates’ten sonra kendimi yazar olarak tanımlayabildim. Öte yandan okurun geri dönüşlerine baktığımda da arada kalanların hikâyesini anlatan yapısıyla en sevilen kitabım.

 

Öykülerini okuduğumuzda toplumsal olayları ıskalamayan bir tavrın olduğunu net bir şekilde görüyoruz. Buradan yola çıkarak öyküyle nasıl bir ilişki kurduğunu anlatabilir misin?

 

Benim açımdan yazarın, yazdıklarının bir derdi olmalıdır. Derdi yoksa neden yazar ki insan? Şaka yapıyorum elbette, kimsenin yazmasına karışacak değilim. Ama benim yazarlığım toplumsal bakış açısına dayanıyor. Fakat toplumsal olay ve durumları anlatırken ideolojiyi değil insanı önceliyorum. İki insan arasındaki ilişkideki alaycı bir söz bile ideolojiktir, bir tarafa dert oluyorsa. Bu konuda Javier Cercas’ın çok güzel bir sözü var: “Edebiyat eğer faydalı olmak istemiyorsa çok faydalıdır. Eğer faydalı olmak istiyorsa propaganda ve pedagojiye dönüşür ve faydalı olmayı bırakır. Edebiyatın temel paradoksu budur.” Ben, sokaktaki insanın hallerini anlatıyorum sadece. Gülen, ağlayan, küfreden, işsiz kalan, âşık olan, piyangodan büyük ikramiye hayalleri kuran en çok anlatılması gerekenlerin hikâyelerini anlatıyorum. ‘Küçük insan’ denilenlerin evlerine ekmek götürme meselesi büyüklerin ülkeyi yönetmelerinden daha önemli bence. Çünkü burada duygu var diğer tarafta sadece teknik.

 

Karakterlerini inşa ederken nasıl bir tavır sergiliyorsun? Onlara karşı tarafsız kalabiliyor musun ya da yazarın karakterlerine karşı tavrı nasıl olmalı sence? Bu konudaki düşüncelerini almak isterim.

 

Metni yazmadan önce senelerce kafadan evirip çeviririm. Bu arada karakterde benimle birlikte yaşamaya başlar. Neyi sever, neden nefret eder, düşünürken tek kaşını kaldırır mı, sarhoşluğu pis midir yoksa ağzına tek yudum içki bile koymaz mı?.. Bazen güzel bir dost gibi onu severim bazen de yolumu değiştireceğim sevimsiz biri gibi nefret ederim. Ama ne olursa olsun onu olduğu gibi anlatmaya çalışırım. Onu çok seversem değil ancak olduğu gibi anlatabilirsem kalıcı olacağını bilirim. Bazen çok kızdığımız karakterlerdir izlediğimiz bir filmden ya da okuduğumuz bir kitaptan yıllar sonra hatırladıklarımız. Çünkü anlatıcı bize sadece bir kahraman gibi göstermemiştir, nefes alıp veren gerçek bir insanın hikâyesini paylaşmıştır.

 

Akılsız Sokrates’te balık çeşitleri “Balık Atlası” adı altında öyküleşirken son öykü kitabın Sakarmeke’de kuşlar bizi sarıp sarmalıyor. Kitabına adını da verdiğin sakarmekelerin senin için anlamını sormak isterim.

 

Sakarmeke’deki neredeyse her öyküde kuşlar kanat çırpıyor. Ben bunca kuşlu öykü yazdığımı ancak dosya bütünlüğüne geldiğinde fark ettim. Kuşlar içime attığım dertlerimmiş ve ben bu kitapla onları gökyüzüne salmışım gibi hissettim. Sakarmeke, göçmeyi unutan bir tatlı su kuşu, bir süredir Kadıköy’de görüyordum ve martılarla aralarındaki hayatta kalma savaşı bana yerlilerle göçmenler arasındaki mücadeleyi hatırlatıyordu. Göçme, kalma, gidememe, aidiyet halleri dertlerimden biri ama sadece bu yüzden değil kitabın adının Sakarmeke olması. Sakar, gagasının üzerindeki beyaz akıtmadan geliyor ama ben onu bildik anlamda sakarlık, acemilik şeklinde anlamayı seviyorum. Havalanmayı beceremeyen, havalanmak için suda koşmaya çalışan, sonrasında da konma zamanı gelince bunda da acemice davranan bir garip kuşcağız. Tıpkı hikâyesini anlattığım insanlar gibi. Herkesin usta olmaya niyetlendiği günümüzde acemi kalanların, sakarların, oyunun içinde olmak istemeyenler yani insanların sakarmekeleri benim için daha kıymetli.

 

Son öykü kitabında dikkat çeken öykülerinden biri de Erektus Kalesi. O öykünü okurken Amazonlar gözümün önünde canlandı diyebilirim. Hem tarihsel süreci düşündüren hem de günümüz kadının var olma çabasına atıfta bulunan bu öykünü yazarken motivasyonun neydi? Bizimle paylaşır mısın?

 

Bu soruya cevap verdiğim 14 Nisan sabahına kadar 2024 yılında doksan sekiz kadın öldürülmüş ülkemizde, okurlar bu söyleşiyi okurken yüzü geçecek. 2023 yılında dört yüz yedi, 2022 yılında dört yüz dokuz, 2021 yılında dört yüz otuz iki, 2020’de dört yüz on dokuz… Onlar istatistik değil, geçmişten gelen anıları, geleceğe yönelik hayalleri olan kadınlar. Daha da kötüsü pek çoğu en yakını bildiklerince katledildiler. Bu ülkede kadına yönelik şiddet oldukça o Erektus Kalesi’nin yıkılması için mücadele edilmesi gerekiyor. Hegemonik erkekliğin son bulması, kadın ve erkeğin eşit paydada buluşması umudum ve temel motivasyonum bu öyküleri yazarken.

 

 

Mesleğin gereği birçok farklı insan ve vaka ile karşılaşıyorsundur. Bu çeşitliliğin yazarlığına ne gibi katkıları olduğunu düşünüyorsun?

Bilmeyenler için söyleyeyim çeyrek yüzyıldan daha uzun zamandır serbest avukatlık yapıyorum. İnsan hayatını devam ettirmek için bir işte çalışmak zorunda, böyle olunca tüm zorluklarına rağmen ben mesleğimden razıyım. Başlarda sadece yazmanın, başka bir işim olmadan yazarlığın tek meşguliyetim olmasının hayalini kurardım. Zamanla paramı kazandığım mesleğimin aslında yazarlığa zarar vermek bir yana katkı sağladığını fark ettim. İstediğin gibi yazma, bir kitap dosyasıyla senelerce uğraşabilme ve yayımlatmama özgürlüğünün yanı sıra en büyük katkılarından biri de farklı insan ve hayatları tanımak. Hepimiz benzerlerimizle çevrili bir dünya kurmuşken mesleğim gereği farklı hayatların içine giriyor ve bir dönem en büyük sırdaşı haline geliyorum. Tabii burada meslek etiği ve müvekkilimin kişilik haklarına saygı devreye giriyor. Onlar benim için hukuki yardımda bulunduğum insanlar asla edebiyat malzemelerim değil! Müvekkillerinizin size anlattıklarını öykü, roman ya da dizi konusu olarak göremezsiniz. Onları doğrudan anlatamazsınız, anlatmak istiyorsanız ancak tüm yaşadıklarınızın toplamından, tek tek kişilerden, olaylardan kopartarak mesleki hikâyeler olarak anlatabilirsiniz. Hepsi bir yana avukatlığın yazarlığıma en büyük katkısı bana empatiyi öğretmesidir. Avukatın, hâkim gibi yargılamaması, savcı gibi suçlamaması sadece anlamaya ve anlatmaya çalışması, davacı ya da davalı vekilliği gibi her iki tarafta da yer alması sayesinde farklı rollere bürünmesi, ötekini anlama ve anlatabilme konusunda bana büyük katkı sağlamıştır.

 

Göçler, sürgünler, kimsesizlik, yalnızlığın farklı biçimleri işlediğin bazı konulardan. Son kitabındaki Kitle öykünde “Televizyondakilerin söz kesen ağız dalaşlarından uykunun barış dolu kucağına sığındım.” diyor kahramanın. ‘Barış’ sözcüğünün sana çağrıştırdıkları hakkında söylemek istediklerin nelerdir?

 

Önce ülkemizin ardından tüm insanlığın barış içinde yaşaması en büyük özlemim. Birileri ağlarken, bir yerlerde haksızlıklar varken, güçlü sadece güçlü olduğu için haklıyken bizlerin her şey güllük gülistanlıkmış gibi kaygısızca uyumamız mümkün değil! Herkesin birbirini sevmesi mümkün değil -zaten gerekli değil- ama saygı duymak zorundayız. Saygı temeli çerçevesinde dilimizden nefreti söküp kucaklaşamasak bile el sıkışmayı öğrenmeliyiz. İki insanın birbirine ellerini uzatarak tokalaşmasının kökeninde bilirsiniz, silahsız olduğunu göstermek yatar ve barış dilinin sembolüdür. Yazarken de yaşarken de elimi tokalaşmak için hep açık tutmaya çalışıyorum, “Benden sana zarar gelmez, silahsızım kardeşim.”

 

Çocuklar ve gençler için de kalem oynatıyorsun. Yetişkinlere yazmakla gençlere yazmak arasındaki farklar neler senin için? Düşüncelerini bizimle paylaşır mısın?

 

Kızım küçükken uykudan önce ona bir şeyler okurken bildik anlatıların bugünün çocuklarına hitap etmediğini anladım. Biz de birlikte hikâyeler uydurmaya başladık. Kızım büyüdükçe farklı yaş gruplarına uygun metinlerin azlığını fark ettim. Ekolojik bakış açısını ön plana alan, çocuk ve gençlere bir şeyler anlatmaya çalışırken anne babaların da kendilerini sorgulayıp çocuklarını anlamaya çalıştığı hikâyeler ve romanlar yazıyorum. Yetişkinlerde olduğu gibi çocuklar ve gençler için yazdıklarımda da toplumsal meselelere değinmeler var, duyarlılıklarına ufacık da olsa katkım olursa ne mutlu bana.

 

Yazarlık hayatımdaki en kıymetli okur anılarım çocuklarla ilgili olanlar. Fok ve yunus parklarının kapatılması çağrısında bulunan “Yavru Fok Nesu” kitabımla ilgili etkinlik için gittiğim okuldaki duvar panosunu denizin altı gibi balık, denizyıldızı, yosun, yengeç resimleriyle süslü buldum. Bu benim için zaten ziyadesiyle etkileyiciyken öğretmenlerinin çocukların topla gösteri yapan yunus ve fok resimlerini boyamak istemediğini söylemesi ve duvardaki tüm canlıların denizde özgürce yüzdüklerini görmek beni benden almıştı. Toplumlar değişir ve gelişir, çocuklarımız ve gençlerimiz bizden çok daha iyi bir dünyayı kuracaklar buna inanıyorum ben de elimden geldiğince yollarına ışık tutmaya çalışıyorum. Bu arada çocuklar ve gençler için yazdığım için bu edebiyatı da takip etmeye çalışıyorum ve iyi ki diyorum. Çünkü bu alanda yazmasaydım okumayacağım, pek çok iyi kitabı ıskalamamış oluyorum bu sayede. Zaten edebiyatın çocuğu, genci, yetişkini yoktur özünde sadece iyisi ve kötüsü vardır. İyi çocuk edebiyatı, iyi edebiyattır! Çocuklar ve gençler için yazarken, onlar gibi düşünmeye çalışarak, onlara bir şeyler öğretmekten ziyade onları anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum.

 

 

Karnaval Dergi adına teşekkür ederim.

Ben de dostluğunuz için teşekkür ederim.