Uluslararası Öykü Günleri Derneği tarafından Karnavaldergi paydaşlığında gerçekleştirilen I. İstanbul Öykü Günleri’nin üçüncü ve son günü, kentin ve edebiyat tarihinin en ikonik mekanlarından Pera Palas Oteli’nde, yazar Anıl Çetinel Örselli’nin sunumuyla gerçekleşti
14-16 Şubat tarihleri arasında, Metrohan’da başlayıp Pera Palace’ta devam eden İstanbul Öykü Günleri’nin son gününün Yolu Atölyeden Geçen Öyküler başlıklı ilk söyleşisi, Süreyya Köle yönlendiriciliğinde, konuşmacı olarak yazarlar Jale Sancak, Mehmet Cemil Curuk ve Murat Gülsoy’un katılımıyla gerçekleşti.
Atölyelerin tek tipleştirmediğini söyleyen yazar Jale Sancak, “Özgür bırakıyoruz. Tek tipleştirenler farklı. Öncelikle okumuyorlar ve dönemin hazır konuları var” dedi ve yazar adaylarının biraz kolaycılığa kaçarak, çabuk bir yere varmak istediğini ifade etti. Vasatlaşma ve sığlaşma varsa, bunun atölyelerle ilgisi olmadığını ekledi. “Atölyelerde yaptığımız şey aslında editörlük” diyen Sancak, “Atölyelerde ağırlıklı gördüğümüz, toplumsal duyarlılıkların daha geri planda durduğu. Ağırlıklı olarak bireysel hikayeler var” dedi.
Yazar Murat Gülsoy da, “Eskiden yazarların kendi açtıkları yolu dikte etmesi, herkesin Kemal Tahir’leşmesi vardı. Aksine atölyeler çeşitlilik getiriyor” şeklinde meseleye yaklaşımını ortaya koydu. “Günümüzde önemli bir yazar olma bağlamında bir yüceltme var. Bu modernleşmeyle bağlantılı. Madem ilahi olanla bir bağımız kalmadı, birileri olmalı ki bizi o sıradan olmayan dünyaya bağlasın” görüşünün önem kazandığını anlatan Gülsoy, bunun yazarı yüceltiyor gibi görünse de,müthiş bir yabancılaşma yarattığını ifade etti. Gülsoy, “Dilin düzgün olmasının sorumluluğu yazardadır. Editöre sorumluluğu atamayız” dedi.
Yaratıcı yazar olma sürecine başlamış bir yazar adayının iyi bir okuyucu olması gerektiğini söyleyen yazar Mehmet Cemil Curuk da, “Popüler konu ve temaları seçmeye çalışmak tek tipliği getirecektir. Editoryal süreçler de çok önemli. Günümüzde, işinin ehli, bir öykücüye bu danışmanlığı verecek kadar iyi editörler çok az” diye sözlerini sürdürdü. “Yıllarca dilbilgisi dersleri verdikten sonra vardığım sonuç, lisede dilbilgisi dersleri boşa gitmiş” diyen Curuk, ne kadar yetkin olursa olsun bir yazarın masasında yazım klavuzu olması gerektiğini vurguladı.
Söyleşinin yönlendiricisi ve Uluslararası Öykü Günleri Derneği Genel Sekreteri Süreyya Köle’nin, “Ülke yangın yeriyken biz yazarlar saçımızı mı tarıyoruz?” sorusu üzerine, yoğun eleştirilere rağmen, toplumda ne olup bitiyorsa atölyelere yansıdığını ifade eden Murat Gülsoy, edebiyatı bir sosyal sorumluluk projesi olarak yapmayı doğru bulmadığını söyledi. Mehmet Cemil Curuk da en bireysel konunun bile toplumsal bir alegoriye döndüğünü anlatarak, “Salt bireysel yazmak olanaksız. Derdiniz neyse onu yazın. Yazma eylemi bir hesaplaşmadır” dedi.
Çeviri ülkesiyiz!
Üçüncü ve son günün ikinci oturumunda, Gülnur Günay’ın yönlendiriciliğinde, Çevirinin İncelikleri başlıklı söyleşi gerçekleştirildi. Konuşmacı olarak Fuat Sevimay, İlknur Özdemir ve İrem Uzunhasanoğlu’nun katıldığı bu söyleşide, edebiyatın gizli kahramanları olarak tarif edilen çeviri ustalarına çevirinin incelikleri soruldu.
Katılımcıların tümünün ortak görüşü olarak öne çıkan iki temel unsur; çeviride Türkçe’ye hakimiyet ve çok kitap okumuş olmanın vazgeçilmez kriterler oluşu ile çevirmenliğin akıllı işi olmadığı şeklinde billurlaştı.
“Türkçe’yi çok iyi bilmedikçe çeviri iyi yapılamaz. Çevirmenin en büyük işi o” diyen yazar ve çevirmenİrem Uzunhasanoğlu, son bir buçuk senesininShakespeare ile geçtiğini ve o dönemden çıkamadığını anlattı. “Okumak başka şey çevirmek başka. Gerektiğinde, geleneksel bir metni modern bir dilde var etmeye çalışıyorsunuz” dedi. “Çevirmenin bir üslubu vardır” diyen Uzunhasanoğlu, iki önceki kuşağın çevirmenlerinin yerelleştirmeyi daha çoktercih ettiğini anlattı.
James Joyce çevirisiyle ödül alan Fuat Sevimay ise, 45 yaşında dünyanın en zor romanı olarak adlandırılan Finnegan’ı çevirmeye başlayınca tekrar gözünün bozulduğunu anlatarak, “Çok büyük bir emek. Türkçe’de at koşturamıyorsam ben çuvallarım. Türkçe’ye hakimiyet önemli” dedi. “Türkiye çok iyi bir çeviri ülkesi. Her dilden çok fazla metin çevriliyor” diyen Sevimay, ülkemizde yılda 10 bin metin çevrilirken ABD’de bu rakamın sadece bin 200olduğu bilgisini verdi.
Bir çevirmenin, bir yazarın kitaplarını çevirdiyse, gerisini de çevirmesinin doğru yol olduğunu ifade eden İlknur Özdemir de, “Roman çevirisi daha kolay. Öykü daha dar alanda. Öykü affetmez hatayı, roman affeder. Öykü dünyasına girmek daha zordur” dedi.“Ne çevirirseniz okurum diyen okurlar var” diyen Öztürk, çevirmenin biraz taltif edilmeye ihtiyacı olduğunu vurguladı. “Kitabı alıyor, onu kendi dilimizde yeniden yazıyorum. İğneyle kuyu kazmak. Akıllı işi değil” dedi.
Yapay zekanın Türkçe’ye pek hakim olmadığını vurgulayan konuşmacılardan İrem Uzunhasanoğlu, “Yapay zeka bize kusursuz bir dünya sunuyor. Sanat ise kusurun olduğu yerde var” derken, Fuat Sevimayda dernek isminin çevirisindeki doğru kullanım detayı için derneğe teşekkür etti.
İstanbul Öykü Günleri, katılımcı ve destekçilere plaket sunumuyla sona erdi. Kapanışta konuşan Uluslararası Öykü Günleri Derneği Başkanı Süreyya Köle, henüz bir ay önce Ankara’da kurulan derneğin, ülkenin çeşitli yerlerinde ve yurtdışında gerçekleştirmeyi planladığı projelerden bahsetti ve görev alanlar ile katılımcı ve destekçilere teşekkürlerini sundu.