“Soruyorum kim olduklarını insanız diyorlar”
Asaf Hâlet Çelebi
“Soruyorum kim olduklarını insanız diyorlar”
Asaf Hâlet Çelebi
Babamın gözyaşları yumruk olmuş galiba. Ev hopluyor, “Güm-güm-güm!…” Serçelerim de korkuyorlar! Uçup gittiler, kim bilir nereye. Anacığım bayat ekmeklerden verir sabah. Balkon penceremize konup kırıntıları didiklemeye başlayınca, benimle de konuşuyorlar gibi geliyor. Kanatları havada sonra: “Serçelerim, nereye böyle? ”
Kim ister bir yumruk baba; annem ve ben küçük kanepenin ortasında sarılmış, titriyoruz yaprak gibi. “Güm-güm-güm!…” Öğretmenimiz babalarımızın işini sordu geçen gün. “Benim babam baloncu,” dedim, kendimden emin. Şaşırdım böyle dememe! “Kırmızı, mavi, yeşil… Renk renk bir sürü uçan balon,” diye devam ettim bir de. Arkamdan fısır fısır, “Sürüyle balon ha,” dedi sınıftakiler, duyuyordum! Ne demiştim peki onlara?! Diyemedim balonum olmaz; akşamları kapımız güm güm, diyemedim ki!… Sustum tabii, okul bitene kadar ağzımı bıçak açmadı. Evde de susarım. Kukumav kuşu derler bana, ne demekse?!… Yemek soğuktu dün akşam, soğuk yemeği de severim ben. Üçüncü kaşığa geçmiştim ki, babam iki kenarından vurmaya başladı masaya. Anneme dönüp, “Kaç kez söyleyeceğim, bezelyeler soğuk yine!” Her şey birbirine girdi sonra. Masayı tek hamlede çevirdi yumruk baba. Tabaklar şangırdadı da, annem “Durr bey,” diye bağırmaya başladı. Kaçtım kapının arkasına hemen. Arada bakıyordum ama. Yere saçılmıştı taneler; tek tek sayıyordum bezelyeleri. 28 bezelye tanesi, donuk salça parçaları üstünde. Çocuklar didikleyemez, çocuklar kuş değil. Kapadım gözümü sımsıkı. Serçeler avucuma kondu kısacık.“Tak-tak-tak!” Açıldı gözlerim gürültüye, yumruk babanın elinde çekiç. Anama baktım, gözü mosmor; masayı gösterip, iki yana açtı kollarını. “Kırıldı bacakları,” dedi. Canı acıyan annemdi oysa, masanın canı mı var?! Koştum yanına anamın. Öptüm, öptüm gözlerini.
“Güm-güm-güm!…” Beş parasız kalmışız diye, gümletiyormuş evimizi. Dinledim, anam yine şırıl şırıl, babam da ceplerini gösteriyordu. Serçelerim demek isterdim babama, korkutup kaçırıyorsun. Bakmaz yüzüme! Cebinden çıkarttığı parayı sayıp durur; beş olmuşsa yüzü güler. O zaman demet yapar koklar paraları. Anlayamam, buruşmuş kâğıt parçalarını çiçek gibi kokladığında. Bir sevinç yine de, “Güzel kızım,” der ya. Başımı okşayınca hele, serçeler gelmiş gibi olur. Uçan balon getirir mi bir gün bana da? Dua ediyorum gündüzleri: “Güzel Allahım, çok balon satsın babam. Erken gelsin, sussun yumruklar!”
Anamın gözyaşını karanlıkta bile görüyorum. Geçende izlediğimiz filmdeki melek anne gibi bakıyor yüzüme. Senin annen bir melek yavrum, demişti filmdeki adam. Hep mi ağlar anneler, böyle mi melek olunur? Çok saçma, melek anne falan istemiyorum ben, hep gülsün istiyorum annem. Sarılıyorum küçük omuzlarından tutup, “Serçeler gelecek ya sabaha,” diyorum. ‘Tabii ya gelecek’ der gibi, siliyor eteğinin ucuyla gözyaşını.
Yumruklar kesildi. “Başçavuşun eşeği mi osuruyor lan burada. Açın şu kapıyı,” diye bağırıyor babam. Öksürük sesi kapıda: “Takır-takır, takır-takır!” Kıpırtısız kalıyoruz kısacık. O bildik sıra sonra!… Anneme bakıyorum, ışık vuruyor gözlerine, –nerden, nasıl bilemediğim!– melek annem oluyor bir kez daha. Kekelemeye başlıyor ardından: “Tüh-tüh! Has-ta o-la-cak bu a-dam!”
İnce parmaklarıyla beni yana itip, “Dur hele,” diyor. Öksürük yetiyor anama, ayaklarını sürüye sürüye her defasında. Korkmasam, şu kanepede titremesem anam gibi. Var gücümle kapıya koşsam, serçelerim de yardıma yetişir mi? ‘Şıp-şıp-şıp’ savaşsam yumruk babayla sonra. Renk renk balonları kaptığım gibi salsam gökyüzüne! En kırmızısı, bir tek o kalır. El sallarken arkalarından, çok mutlu olun serçelerim, derim. Hepsi sizin olsun, ben baloncunun kızıyım.