Davut Sulari’nin Deyişinde Alevi-Bektaşi Hakikatinin İzleri
Gustav Janouch’un Kafka ile Söyleşiler adlı kitabında yer alan şu satırlar, sanatçının kaderini açıklayan çarpıcı bir gözlemdir:
“Siz şairi ayakları yere basarken başı bulutların içinde gözden kaybolan olağanüstü bir insan gibi tanımlıyorsunuz… Sanatçı bir dev değildir, varlığının yazgısına kapatılmış az ya da çok renkli bir kuştur sadece” (Janouch, 1994:17).
Bu tanım, Anadolu halk ozanlarının yazgısını olduğu kadar, Davut Sulari’nin sanatını da anlatır. Şairin “varlığının kafesine kapatılmış kuş” olarak görülmesi, onun iç âlemindeki yalnızlığın, dert ve ezginin sembolüdür. Sulari de kendi ifadesiyle “mana âleminde bade içmiş bir âşık”tır; derdini sözle, sazla dile getiren, halkın içinden bir “eren kuşu”dur.
Asıl adı Davut Ağbaba olan Sulari, 1925 yılında Erzincan’ın eski adıyla Mans yeni adıyla Çayırlı ilçesine doğmuştur. Kaltukzâdeler adlı bir aileye mensup olan Davut Sulari’nin babasının adı Veli, annesininkiise Cezayir’dir. Büyük dedesi Pir Mehmet’ten saz çalmayı öğrenmiş, genç yaşta köy odalarında, cemlerde, muhabbet meclislerinde türkü ve deyişler söylemeye başlamıştır. 1948 yılında Ankara Radyosu’nda “mahalli sanatçı” olarak kabul edildikten sonra 1949’da İstanbul’a Radyosu’nda Yurttan Sesler Korosu’nda mahalli sanatçılar arasında yer almış; Halil Bedi Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun, Muzaffer Sarısözen ve Nida Tüfekçi gibi isimlerle tanışarak müzik bilgisi ve görgüsünü zenginleştirmiştir.
1960’lardan itibaren Konya Âşıklar Bayramı’na katılmış, birçok ödül alan Sulari, Leyla adını verdiği atıyla Anadolu’yu, Balkanları, Ortadoğu’yu gezmiş; Avrupa’da konserler vermiştir. 1980’de Erzincan’dan atıyla yola çıkıp üç ayda İstanbul’a varmış; yolculuğu bir tür “modern devriye”ye dönüşmüştür. 18 Ocak 1985 yılında Erzurum’daki Âşıklar Kahvesi’nde atışma sırasında rahatsızlanarak Hakka yürümüştür.
Yarım asırdan fazla süren sanat hayatında, “Kemali, Serhat Âşık, Sümmani, Selami, Sulari” mahlaslarını kullanmış; sonunda “Sulari”de karar kılmıştır. Kendisini etkileyen ustalar arasında Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Sümmani, Erzurumlu Emrah, Âşık Şenlik başta gelen isimlerdendir.
Türkçe dışında Kürtçe-Zazaca deyişler de söyleyen Davut Sulari’yi kuşağından diğer Alevi-Bektaşi şairlerden ayıran bir özelliği de Nakşi şeyhlerinden Abdulkadir Geylani’yle bağlantı kurması ve ona deyiş söylemesidir.
Ozan hakkında, başlıca temel çalışma, onu hem müzikal hem de edebi yönleriyle inceleyen etnomüzikolog Melih Duygulu’nun kapsamlı ÂŞIK DAVUT SULARİ- ÜÇ TELLİ TURNA (2022) adlı yapıttır.
Sulari’nin yaşamı ve eserleri, Alevi-Bektaşi geleneğinin yirminci yüzyıldaki en canlı uzantılarından biridir. Onun “Efendiler bağı beş gül ağacı” adlı deyişi, hem halkbilimsel hem tasavvufi hem de İslam öncesi inanç motiflerinin senkretik bileşimini gözler önüne serer.
Alevi-Bektaşi inanç dünyası, yalnızca İslamî temellerle değil, Şamanizm, Budizm, Zerdüştlük, Maniheizm gibi kadim kültürlerle de iç içe geçmiş karma bir inanç yapısına sahiptir. Bu yazı, Davut Sulari’nin deyişini bu senkretik zeminde incelemeyi ve bu yolla bir anlama uğraşına girişmeyi amaçlamaktadır. Yeri geldiğinde günlük sohbetlerde, yeri geldiğinde muhabbet meclislerinde okunun, yahut birer türkü formunda seslendirilen bu bakımdan da müzikal yapıları daha baskın bu deyişleri, kendi sınırlı bilgi dağarcığımla anlamaya, yorumlamaya çalışacağım. Eksikliklerim, alanın uzmanlarınca tamamlansın istiyorum. Çünkü geleneğin sembol ve titreşimlerini taşıyan bir deyişin, bir türkünün yahut bir şiirin arkasında yatan anlam dünyasının bizleri daha zengin düşünsel birikimle tanıştıracağını düşünüyorum.
DAVUT SULARİ VE ALEVİ-BEKTAŞİ GELENEĞİ
Davut Sulari, Anadolu’nun sözlü kültür geleneğinde hem âşık hem dede kimliğini birleştiren ender sanatçılardandır. XIII. yüzyılda ortaya çıkan Seyyid Ebu’l-Veh Bagdadi tarafından kurulmuş olan ve Baba İlyas-ı Horasani’nin temsil ettiği Vefailik tarikatı içinde yeni bir bağdaştırımcı (senkretik) akım meydana geldi. Babai hareketi adıyla niteleyebileceğimiz bu akım, XIV. Yüzyılın başlarına kadar yarım yüzyıl boyunca gelişerek Rum Abdalları (Abdalan-ı Rum) denilen zümreyi meyana getirdi ( Ocak, 2000:26) . Bu dervişler, halk arasında dolaşarak hem dini hem kültürel bilginin taşıyıcısı olmuşlardır. Sulari, yirminci yüzyılda bu geleneği modern biçimde sürdürmüş, sazını bir “vaaz kürsüsü”, sözünü bir “cem meclisi” olarak değerlendirmiştir. Onun yaşam tarzı, eski dervişlerin dolaşan ruhunu çağrıştırır. Köy köy gezmesi, halkla sohbet etmesi, hikmetli sözlerle öğütler vermesi, gezgin âşık tipinin çağdaş örneklerindendir. Hayat hikâyesine bakıldığında Türkiye coğrafyasında Burdur, Sinop ve Kastamonu dışında bütün ülkeyi şehir şehir, köy köy dolaştığını bunlara on bir Avrupa ve sekiz Asya ülkesini de eklediğini görüyoruz. Bu yönüyle Sulari, halkın içinden çıkan ve halkı yeniden kendine anlatan bir “yol eri”dir.
DEYİŞİN SEMBOLİK YAPISI
Sulari’nin deyişi şöyle başlar:
Efendiler bağı beş gül ağacı
Çiğdem bahçesinde diktir erenler
Pirimin cemalin gören der hacı
Hal bilmez elinden çektik erenler
Bu kıta, doğa imgeleriyle örülüdür. “Gül”, “bahçe”, “çiğdem” motifleri Alevi-Bektaşi edebiyatında kutsal simgelerdir. Bu imgelerin kökeninde İslam öncesi doğa kültleri vardır: Türklerin Şamanist dönemlerinde ağaç, çiçek ve dağ gibi doğa unsurlarına kutsiyet atfedilmiştir. “Beş gül ağacı” ifadesi ise Alevilikteki Pençe-i Âl-i Abâ (Hz. Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin) sembolünü çağrıştırır. Burada gül, hem ilahi güzelliğin hem de zahiri dünyanın faniliğinin sembolüdür. “Pirimin cemalin gören der hacı” dizesinde geçen “hac” kavramı, klasik İslami ibadet anlamının ötesindedir. Bu “hac”, içsel yolculuktur; Tanrı’ya varmanın sembolik biçimidir.
Benzer bir betimlemeyi, ustası Pir Sultan Abdal’ın çok bilinen ve tapşırma dörtlüğü:
Pir Sultan’ım erlerle
Yüzü dolu nurlarla
Ak sakallı pirlerle
Çiğdemde dervişlik var.
Şeklinde tamamlanan deyişinde de görüyoruz. “Pir Sultan’ım erlerle / Yüzü dolu nurlarla” dizelerinde, hem kendi kimliğini hem de “er” kavramı aracılığıyla olgun, hak yolunda yürüyen insanları öne çıkarır. “Er” burada savaşçı değil, nefsini yenmiş, bilgeliğe ulaşmış kişi anlamındadır. “Yüzü dolu nurlarla” ifadesi, Alevi-Bektaşi öğretisinde “nura kavuşmak” yani Tanrısal bilgi ve sevgiyle aydınlanmak anlamına gelir. “Ak sakallı pirlerle / Çiğdemde dervişlik var” dizesinde ise hem yaşlı, bilge pirlerin rehberliğine hem de baharı, yenilenmeyi simgeleyen “çiğdem”e vurgu yapar. Çiğdem, Alevi sembolizminde doğanın uyanışı ve insanın içsel dirilişinin karşılığıdır. Bu nedenle “çiğdemde dervişlik var” sözü, her canlıda, her mevsimde Tanrısal sırların bulunduğunu, dervişliğin yalnızca tekkede değil, yaşamın her alanında aranması gerektiğini anlatır.
KOZMİK YOLCULUK VE HAKİKAT ARAYIŞI
Aşığım diyen çok kayıt olmadan
Cem evine girsem zahit olmadan
Cebrail Âdeme şahit olmadan
Kubbe-yi Rahman’da tektik erenler
Bu kıta, insanın yaratılış öncesine yaptığı metafizik bir dönüşü anlatır. “Cebrail Âdeme şahit olmadan” ifadesi, “Elest bezmi”ne –yani insanın Tanrı’yla ilk sözleşmesine– gönderme yapar. Ahmet Yaşar Ocak, Alevi-Bektaşi inançlarının bir kısmının reenkarnasyon (tenasüh) ve hulul (enkarnasyon) inancıyla bağlantılı olduğunu, bunun kökeninin İran dinleriyle Budist öğretilere dayandığını belirtir (Ocak, 2000, s. 183-184). Burada “Kubbe-yi Rahman” ilahi evreni, “tek olmak” ise vahdet-i vücut anlayışını simgeler. Sulari’nin “tek”liği, varlığın Tanrı’da erimesidir. Böylece şiir, hem Şamanist “uçuş” ritüellerini hem de tasavvufî fenafillah düşüncesini birleştirir.
YOL AHLAKI VE BİLGELİK ZİNCİRİ
Davut Sulari de bir ere tabi
Mest-i elest etti aşkın şarabı
Çeşme-yi hikmetten doldurdum kabı
Kaynaya kaynaya aktık erenler
Bu kıta, Alevi-Bektaşi yolunun temel ahlaki ilkesini, yani mürşide teslimiyeti dile getirir. “Yol kurallarına göre bir mürşide bağlanıp aşkı öğrenen ve böyle eylemler yapan, ele, dile, bele bağlı olan, dünya malını bir pula bile satın almayan kişiler sonunda menzile ulaşırlar (Birdğan, 1995:225).“Bir ere tabi” olmak, itaat değil, irfan terbiyesidir. Bu yapı eski Türk topluluklarındaki “usta–çırak” geleneğinin ruhani bir dönüşümüdür. “Mest-i elest etti aşkın şarabı” dizesi, insanın ilahi aşkın sarhoşluğuyla kendinden geçmesini, “bade içme” motifinin şiirsel biçimidir. “Çeşme-yi hikmetten doldurdum kabı” imgesi, bilgi pınarından nasiplenmeyi; “kaynaya kaynaya aktık” ise hem arınmayı hem de birlikte olma halini anlatır. Su burada hem yaşam hem de bilgi unsurudur. Ocak’ın (2000, s. 237) tanımladığı “dört unsur inancı”nın (su, hava, toprak, ateş) Alevi kültündeki sürekliliği bu dizelerde somutlaşır.
SENKRETİK YAPI
Anadolu’daki Alevi-Bektaşi inançlarının temelinde senkretik (karma) bir inanç yapısı vardır; bu yapı İslam, eski Türk dini, Budizm, Maniheizm ve Zerdüştlük öğelerinin kaynaşmasından doğmuştur. Sulari’nin deyişi bu birleşimin şiirsel bir örneğidir:
- Şamanizm’den gelen doğa ve uçuş sembolleri (gül, çeşme, erenlik).
- Budizm’den yansıyan yeniden doğuş ve içsel arınma.
- Zerdüştlük’ten gelen ateşin temizleyici işlevi (“kaynaya kaynaya”).
- Maniheizm’in ışık-karanlık karşıtlığı (“hikmetin pınarı”–cehalet karanlığı).
- Ve İslam tasavvufunun “vahdet-i vücut” öğretisi.
Sulari’nin şiirinde bu unsurlar, birbiriyle çatışmadan, iç içe geçmiş bir bilgelik sistemi oluşturur. Bu durum, Anadolu halk sufizminin çoğul köklere sahip birlik duygusunun en önemli özelliğidir:
Bu açıklamalar bağlamında toparlarsak, Davut Sulari, “derdiyle konuşan bir kuş”tu. Gustav Janouch’un tanımladığı gibi, sanatçı dev değil, kendi varlığının kafesinde öten bir kuştur; ama bu kuşun sesi insanlığın ortak yankısına dönüşür. Sulari’nin sesi, Anadolu’nun kadim inançlarının, doğa kültlerinin ve tasavvufun birleşimidir.
“Efendiler bağı beş gül ağacı” adlı deyiş, yalnızca bir halk şiiri değil, Alevi-Bektaşi düşüncesinin sözlü teolojisidir. Onun “kaynaya kaynaya aktık erenler” dizesi, insanın Tanrı’ya dönüş yolculuğunu anlatır; hem suyun hem ateşin dilidir. Bu gelenek “yalnızca dini değil, kültürel bir süreklilik”tir. Davut Sulari, bu sürekliliğin XX. yüzyıldaki sesi, modern çağın “eren kuşu”dur.
Kaynakça
Bindoğan, N. (1995). Anadolu Aleviliği’nde Yol Ayrımı, İstanbul:Mozaik Yayınları.
Janouch, G. (1994). Kafka ile Söyleşiler, Çev.: Kamuran Şipal, İstanbul:Cem Yayınevi.
Ocak, A. Y. (2000). Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri. İstanbul: İletişim Yayınları.
Duygulu, M. (2022). Âşık Davut Sulari -Üç Telli Turna, İstanbul: Âşık Davut Sulari Derneği Yayınları.
