Eksik Paragraf: Halil İbrahim Özbay’dan Geçmiş Devam Ediyor
Söyleşi

Eksik Paragraf: Halil İbrahim Özbay’dan Geçmiş Devam Ediyor

İlay Bilgili

Yazarların metinleriyle, kitaplarıyla ilişkisini merak ettiğim Eksik Paragraf’ın bu haftaki konuğu sevgili Halil İbrahim Özbay.

 

Özbay’ı Metinlerarası Kitap etiketiyle okurla buluşan ilk öykü kitabı Geçmiş Deavm Ediyor ile ağırlıyorum.

 

Keyifli okumalar.

 

1.Kitabınızı yazarken sizi en çok zorlayan öykü hangisiydi ve neden?

Duvarlara Çarpa Çarpa adlı öykümdeki kadın karakterin, önce içine doğup büyüdüğü aileyi, annesini, babasını, sonra da bir adamla evlenerek kendi kurduğu aileyi, evliliğini, aşkı sorguladığı öyküyü yazarken zorlandığımı hatırlıyorum; çünkü bütün bu olgulara kadın gözüyle bakmam gerekti. Bir kadının iç dünyasına inerek kadın olmanın inceliklerini, zorluklarını anlamaya ve bunları yazmaya çalışmak, bir yazar, bir insan olarak hayata bakış açımın genişlemesi adına elbette bir olanak; ama aynı zamanda o öyküde, okuduğu o satırlarda bir kadını duymak isteyen okura karşı da sorumluluk gerektiren deneyim oldu benim için.

 

2.Öykülerinizde sessizliğin, anlatılmayanın ya da boşlukların yeri nedir? Okura bıraktığınız kısım için neler söylemek istersiniz?

Bunun dengesini çok iyi ayarlamak zorundasınız yazarken. Sonuçta bir şeyleri susmaktan çok bir şeyleri anlatmak üzere kalemi elinize alıp yazıyorsunuz. Zaten herkesin fazlasıyla sustuğu bir dünyada insanlar, ne söylediğinize daha çok kulak kesiliyor sanırım. Elbette edebiyat söz konusu olduğunda bunun dozunu da iyi ayarlamak, geveze, çalçene durumuna düşmemeniz gerekiyor. Yeri gelince susup en azından okura o ana kadar söylediklerinizi sindirme, özümseme es’i vermek gerekiyor. Bu açıdan bakınca bir öyküde boşluğun, ben bazı şeyleri anlatmayacağım, sen anla’dan çok daha fazla bir işlevi olduğunu düşünüyorum ben. O boşluk öyle bir ayarlanmalı ki okurun yürürken düşüp tökezleyeceği görünmezlikte değil, rahat ilerleyebileceği derinlikte olmalı.

3.Kitabınızın bir yazar olarak size öğrettiği en önemli şey nedir?

Yazma tutkusunun ân’a değil hayata yayılmasıyla ancak, insanın önünde çok daha derin, çok daha geniş zamanlar, sonsuz pencereler açıldığını öğretti en başta. Ve yazmaya ancak ömrünün önemli bir bölümünü, harcadığın en anlamlı emeği vermen karşılığında, sana bambaşka bir yaşama deneyimi sunduğunu.

 

4.Yazma ritüeliniz metninizi ne şekilde etkiliyor?

Müzik dinleyerek yazdığım öykülerde, cümlelerimdeki ritmin, kulağımdaki melodilerden etkilendiğini fark ettiğimde bana çok ilginç gelmişti. Ayrıca dinlediğim melodinin ruhumda yarattığı olumlu ya da olumsuz atmosferin, o an yazmakta olduğum kahramanların karakterlerini, hatta konuşmalarını bile şekillendirdiğini çok kere deneyimledim. Diyelim kalabalık ve gürültülü bir yerde, örneğin bir kafede, bir parkta, bir otobüste yazıyorsam cümlelerimin de telaşlı, gürültülü, kalabalık olduğunu fark ettim çoğu zaman. Bu yüzden yazma ritüelimi mümkün olduğu kadar kısıyor, en az indirmeye çalışıyorum: Sessizlik ve yalnızlık.

 

5.Bir öykü karakterinizle bir gün geçirme şansınız olsaydı, bu hangi karakter olurdu ve o gün neler yapmak isterdiniz?

Bir Yılbaşı Yemeği adlı öykümdeki Birsen Hanım’la yalnızca bir akşamı değil, bütün bir günü birlikte geçirmek isterdim. Özellikle o öykünün diğer kahramanları olan Cemil Hoca ve Burcu Hanım gibi tiplerden uzak, yalnızca Birsen Hanım’la ben. Onunla bütün gün edebiyatı, hayatı konuşmak; ve gün biterken karlı bir Kars akşamında onun çaldığı piyanodan yayılan melodileri, şarabımı yudumlarken, kar taneleri  penceremde uçuşurken dinlemek isterdim.  Ve sonra da o öyküde yarım kalanları, yaşanamayanları… Öyle işte.

 

6.Hangi öykünüz ipleri kendi eline aldı ve sizin planınızdan saparak bambaşka bir yere evrildi?

Geçmiş Devam Ediyor adlı kitabımdaki son öykü: İmza Günü. Yazarken çok daha farklı bir sona evrilecek şeyler kurgulamıştım ama bazı şeyler kontrolümden çıktı, en başta düşündüğüm menzilin çok daha aksi yönünde, bambaşka bir yolculuğa çıkardı karakterlerle beni.

 

7.Okurlarınızdan biri kitabınızı kapattıktan sonra yalnızca bir cümle ile sizi hatırlayacak olsa, o cümle ne olsun isterdiniz?

Yazar açısından çok sıkıntılı ve gerçekten zor bir soru; çünkü derdimizi tek cümleyle anlatamamışız ki ortaya bir kitaplık laf çıkmış. Ne desem eksik kalır, hangi cümleyi söylesem, söylemediklerimin boynu bükük. Tabi ki ille de bir cümle söylemem gerekiyorsa -bütün öyküleri kapsasın da düşüncesiyle- kitabımdaki şu cümle olmasını isterdim:

 

“Yazan insanların cümleleri uzadıkça ömürleri kısalır.”

 

8.Sizin için yazmak neyin eksikliğini gideriyor ya da hangi boşluğu dolduruyor?

Çok uzun sürmüş bir zamandan bu yana aydınlanmaya, sanata, özgürlüğe, bilimselliğe, adalete aç bir coğrafyada, insanların arasındayken bulamadıklarımın eksikliğini gideriyor sanırım. Eksik yaşadığının bile farkında olmayan ya da olup da bunu önemsemeyen, iyi niyetlilerin değil, kötü niyetlilerin arkasında duran, yüzünü aydınlığa değil karanlığa çevirenlerin sosyal, siyasal ve kültürel hayatımızda yarattığı boşluğu dolduruyor en azından yazmak. Kaybedilen -ve elbette kaydedilen- zamana böyle tahammül ediyorum.

 

9.Yazarken kendinize daha çok mu yaklaşıyorsunuz yoksa kendinizden uzaklaşıp bambaşka birine mi dönüşüyorsunuz?

Günlük hayhuyun içinde, kimi sorumluluk ve görevlerimizin de olduğu sosyal yaşantımızın içinde, o görev ve sorumlulukları yerine getirme endişe ve çabası, iyi bir vatandaş, iyi bir anne-baba, iyi bir eş, iyi bir sevgili, iyi bir evlat, devlet dairesinde çalışıyorsak iyi bir memur, fabrikada, atölyede iyi bir işçi olma telaşı, çoğu zaman içimizdeki çocuğu, içimizdeki biz’i ihmal etmemize yol açıyor. Yazmak denen derin kazıda daha çok içe dönmek, kendini yoklamak söz konusu olduğu için bu anlamda beni daha çok kendime yaklaştırıyor.

 

10.Hiç yazdığınız bir cümleyi okuyup, “Bunu gerçekten ben mi yazdım,” dediğiniz oldu mu? Kendinizden bir alıntı yapın ya da bir cümlenizin altını çizin desem o hangisi olurdu?

Ne iyi ki oldu. Aksi halde ömrümüzden ömür vererek, kendimizi hırpalayarak yazdığımız şeylerin kime ne faydası olur ki. Ya da böyle birkaç cümlemiz olmayacaksa neden yazıyoruz ki. Aklıma gelen ilk cümle şu oldu hemen:

 

“Yüzler değil, ikiyüzlülüklerdi çirkin olan.”