Nesne, İmge, Dil: Cemal Süreya ve Kavafis’te Sessizliğin Poetiği
Şiir Üzerine

Nesne, İmge, Dil: Cemal Süreya ve Kavafis’te Sessizliğin Poetiği

Koray Feyiz

Giriş: Karşılıklı Okumanın Olanakları

Karşılıklı okumalar, iki şiirin – farklı dil, kültür, tarihsel arka plan ve estetik bağlamlara ait olmalarına rağmen – birbirini aydınlatacak yanlarını ortaya çıkarma imkânını sunar. Bu tür okumada amaç, bir şiirin “özgünlüğünü” bozmak değil; aksine, başka bir şiirdeki tema, form, imgeler veya dilsel tercihler üzerinden, her bir şiirin derinliklerini daha görünür kılmaktır.

 

Cemal Süreya’nın “Üstü Kalsın” şiiri – ölüm, Tanrı, hayat ve “üstü kalma” hissi etrafında – kısa, yoğun ve neredeyse aforizmik bir yapıya sahiptir. Kavafis’in “Sesler” şiiri ise, kayboluş, bellek, yankı ve ölümle iletişim imgeleri aracılığıyla ruhî bir mekânda titreşen, nispeten daha geniş, zamansal ve yankı katmanları barındıran bir söylem üretir. Bu iki şiiri, nesne – imge – dil üçgeninde birlikte okumak, hem Türkçe şiirden bir modernist / geç-modernist örnekle hem de Helenistik-modern Yunan şiirinden bir temsilciyle düşünsel bir köprü kurmak demektir.

 

Aşağıda önce her şiirin kendi iç dünyasında bu üç ekseni kısaca çözümleyip, ardından karşılaştırmalı okumaya geçeceğim.

 

 “Üstü Kalsın”’da Nesne, İmge, Dil

Nesne  – “Ölüm”, “Tanrım”, “Hayat”, “Üstü Kalsın”

 

Cemal Süreya’nın “Üstü Kalsın” şiirindeki temel “nesne”ler – ölüm, Tanrı, hayat – soyut kavramlardır; şiir, bu soyut kavramlara kısa ama yoğun göndermelerle yaklaşır. Nesnelerin şiirde işlevi, onları somutlaştırmaktan ziyade bir bakıma “imgeleştirilmiş soyutluklar” hâline getirmektir.

 

Ölüm: Şiirin açılışı, doğrudan “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte” ile başlar. Ölüm burada, bir varoluş eylemi (ölüyorum) olarak sunulur; bir “nesne” değil, eylemsel bir varoluş hâlidir. Ama hemen arkasındaki “Her ölüm erken ölümdür” dizesiyle ölüm, zamanın ilişkisi içine yerleştirilir – ölümün “erken” olması, ölümün kendi içinde paradoksal bir yük kazanmasını sağlar.

 

Tanrı: Şiirde Tanrı, hitap edilen ilahi varlıktır. “Tanrım” diye doğrudan seslenilen bir muhataptır. Burada Tanrı, soyut bir nesne değil, ima edilen bir karşısallık; özne dışı bir öteki olarak işlev görür. Şairin ölüm bildirimi bu muhataba yöneliktir: “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte.” Böylece Tanrı, bir çağrısal sahne öğesi olarak sahneye girer.

 

Hayat: “… Aldığın şu hayat / Fena değildir..” dizelerinde “hayat” nesnesi Tanrı tarafından “alınmış” bir nesne gibi düşünülür – Tanrı’nın verdiği, sahip olunan ve kimi açılardan ödenmiş bir şey olarak. “Aldığın” sözcüğü burada hem sahiplik hem de bağışlama / teslim alma duygusunu çağrıştırır.

 

“Üstü Kalsın”: Son dizede geçen bu ifade hem bir kapanış hem bir taviz ifadesidir; şiir boyunca kurulan yükümlülükler dünyasında “üstü kalma” bir tür uzlaşma veya feragat işlevi görür. Şair, Tanrı’dan “alacağı” olabileceğini ima eder, ama bu alacağın “üstü kalsın” diyerek iadesi ya da terk edilmesi anlamına gelir. Burada “üstü” de bir nesne gibi devredilebilir bir “fazla” iması taşır.

 

Dolayısıyla şiirin nesne düzeyi, soyut unsurların görevsel dönüşümüyle çalışır: Ölüm, Tanrı, hayat ve “üstü” soyut kavramlar, ilişki ekonomilerinin, duygusal yüklerin nesneleri hâline gelir.

 

İmge

“Üstü Kalsın” çok kısa bir şiir olduğundan imge alanı da oldukça yoğun ama sınırlıdır. Şiir, özellikle zaman-duyarlılığı, ölümün erkenliği ve “üstü kalma” gibi felsefi-mekânsal duygular etrafında çarpıcı imgeler kurar:

 

Zaman-ölüm imgesi: “Her ölüm erken ölümdür” dizesi, ölümle zaman arasındaki çelişkisel ilişkiyi doğrudan bir imge hâline getirir. Burada “erken” sıfatı, ölümün zamanı aşan, zaman dışına çıkan niteliğini vurgular.

 

Borç / alacak imgesi: “Aldığın şu hayat” ifadesiyle hayat, Tanrı’ya ait bir “şey” konumunda görünür; bu bağlamda “üstü kalsın” ifadesiyle o “şeyin” üzerindeki hesaplaşma, borç-alacak ilişkisi imgesi doğurur.

 

Sessizlik / kapanma imgesi: Şiir sonunda “Üstü kalsın” denerek kapanış sağlanır – bu kapanış bir tür sessizlik ya da feragat imgesidir; şiir artık konuşmayacağım dercesine bir suskunluk çemberi çizer.

 

Bu imgesel dünyada dışavurum yoktur; iç çalkantılar imgeler aracılığıyla dışa vurulur. Diyalektik bir yapı izler: ölüm / zaman, hayat / borç, suskunluk / kapanış gibi karşıt ikililer birbirini sürekli tamamlar.

 

Dil / Söylem / Üslûp

Cemal Süreya’nın dil tercihi, kısa metinlerde yüksek yoğunluk yaratmayı hedefler. Bu şiirde dilin dikkat çeken özellikleri:

 

Kısa cümleler / kopuk dizeler: “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte.” biçiminde dizeler, akıcılığı sınırlı ama vurucu bir ritim kurar. Şiir yalın, sıkıştırılmış cümleler aracılığıyla ilerler.

 

Hitap / konuşma üslûbu: “tanrım” gibi doğrudan hitap biçimi, konuşma-dilin sahiciliğini getirir. Şiirin ilahi bir muhatabı vardır; şair, ölümünü Tanrı ile konuşarak beyan eder.

 

Günlük söylem ile şiirsel söylemin yakınsaması: “Bu da oldu işte”, “Aldığın şu hayat”, “Fena değildir” gibi ifadeler, konuşma dilinin samimiyetini şiirsel alana taşır. Ancak bu söylem, yoğun şiir diline gark olmuştur; sıradan ifadeler derin bir yük kazanır.

 

Parçalanmış ritim / satır başı vurguları: Dize başlarındaki küçük kopuşlar (“Ama, ayrıca, aldığın şu hayat”) dikkatli bir ritmik bölünmeyi getirir. Virgül kullanımıyla ritim manipüle edilir.

 

Paradoks, çelişki, tersinim: “Her ölüm erken ölümdür” gibi bir tersinim, şiirin söyleminde çelişkisel gerilim kurar. “Üstü kalsın” gibi ironik kapanış da şiirin söyleminde ters anlamlıdır (hem feragat hem direniş anlamı taşır).

Bu dilsel stratejiler, şiirin anlam yükünü yoğunlaştırır; okurun her bir dizeyi dikkatle açması gerekir.

 

 “Sesler” Şiirinde Nesne, İmge, Dil

Şimdi Kavafis’in “Sesler” şiirini – Alova çevirisiyle seçtiğim dizelere dayanarak – aynı üç eksende inceleyelim. (Orijinal Yunanca metni ve onun dilsel nüansları da önemlidir; ancak elimizdeki çeviriden hareket edeceğim.)

 

Nesne  – “sesler”, “ölüler”, “düşler”, “yankılar”, “müzik / ilk şiir”

Kavafis’in bu şiirinde nesne dünyası daha “çok sesli” ve katmanlıdır; nesneler hem somut hem soyut, hem metaforik hem bellek yoluyla var olurlar:

 

Sesler: Şiirin başlı başına nesnesi “sesler”dir; “Eşsiz, yürekten sevilen sesleri / ölülerin, bizim için / ölüler gibi yitip gidenlerin.” Burada sesler, birincil varlık sahasıdır. Şiir, bu sesleri yakalamak, duymak, korumak, onlarla yaşamak üzerine kuruludur.

 

Ölüler / yitip gidenler: Seslerin taşıyıcısı olan “ölüler” ya da ‘bizim için öldüler gibi olanlar’ nesne düzeyinde bellekle, yoklukla, kayıpla ilişkilidir. Onlar seslerin kaynağıdır, ama nesne olmanın ötesinde imge katmanlarına açılırlar.

 

Düşler / düşünce: “Gün olur, düşlerimizde konuşurlar; / gün olur, düşüncemizde duyarız onları.” Düş ve düşünce, seslerin yankılandığı zihinsel alanlardır. Bu nesneler – zihinsel imgeler – şiirin dokusunda yer alır.

 

Yankılar: “Ve bir an için, yankılarıyla / başka yankılar döner ilk şiirinden yaşamlarımızın, / sürüp giden müzik gibi uzak gecede.” Yankılar, sesin çoğul yansımalarıdır; nesne düzeyinde hem sesin kendisidir hem de sesin zamansal genişlemesi, yankılanmasıdır.

 

Müzik / ilk şiir: “İlk şiirinden” ifadesiyle seslerin kaynağına, şiirsel kökene yöneliş söz konusudur. Müzik benzetmesiyle sesler, şiirle iç içe geçer; şiir bir ses nesnesi olur, ya da ses, şiirin içsel maddesine dönüşür.

 

Dolayısıyla “Sesler” şiirinde nesne düzeyi geniştir: seslerin kaynağı, yankısıyla çoğalan tezahürü, belleğin taşıyıcısı olan ölüler, düşler ve şiirsel başlangıç unsurları birbirine dokunur.

 

İmge

Kavafis’in şiiri, “ses” imgesi etrafında çok katmanlı bir imgesel evren kurar. Dikkate değer başlıca imgeler şunlardır:

 

Sesin fiziksel / ruhsal imgesi: Şiir boyunca “ses” sözcüğü, fiziksel bir fenomen gibi davranır: duyulur, konuşulur, yankılanır. Ancak aynı zamanda ruhsal bir varlığa dönüşür: ölümün ötesinden ses gelir, düşte konuşur, bellekte duyulur.

 

Yankı imgesi: Bu şiirin belki de en karakteristik imgesi “yankı”dır; sesin, yankı ile çoğalması, katmanlaşması, başka yankılarla buluşması. “Yankılarıyla / başka yankılar döner” dizesi, bir tınlaşım dünyası kurar. Yankı, zaman, mesafe, bellek ve ses arasındaki ağın görünür yüzüdür.

 

Müzik imgesi: “Yaşamlarımızın / sürüp giden müzik gibi uzak gecede” dizesi – yaşam, ses ve zaman arasındaki ilişkiyi müzik imgesiyle kurar. Müzik, sesin nadiren durduğu, sürekli akışta olduğu, zamana yayıldığı anlamlı bir imge hâline gelir.

 

Gecelik mekân / uzaklık imgesi: “Uzak gecede” ifadesiyle sesler mekânsal bir derinliğe ittirilir, sesin yankıları gecede dolaşır; gece, sessizlik, uzaklık atmosferi imgesi kazandırır. Gecelik boşluk, sesin boşlukta titreşen hâli gibi sunulur.

 

Konuşma imgesi: “Gün olur, düşlerimizde konuşurlar;” ifadesiyle ölüler, düş evreninde konuşan varlıklara dönüşür. Bu konuşma imgesi, sesin dirimsel halkalar kurduğunu gösterir. Ölüm, sessizlik değil bir konuşur hâl alır.

 

Bu imgeler, şiirin yankı katmanlarını, zaman-gece-bellek üçlüsünü iç içe geçirerek dinamik bir dünyaya dönüştürür.

 

Dil  / Söylem / Üslûp

Kavafis’in şiir dilinde bazı dikkat çekici özellikler vardır (çevirinin sınırları göz önünde tutularak):

 

Çoğul / toplu söylem: “Sesler”, “ölüler”, “yankılar” gibi çoğul sözcükler, şiire toplumsal-belleksel bir boyut katar. Bireysel ses değil, çoğul sesler, tarihi sesler, toplumsal yankılar olarak kurulur.

 

Zaman katmanlılığı: Şiir, geçmiş (ölüler), düş ve düşünce (şimdi) ve yankılar (gelecek / şimdi sonrası) katmanlarını birleştirir. Dilde “gün olur”, “bir an için”, “sürüp giden” gibi ifadeler, zamanın akışını ve katmanlılığını hissettirir.

 

Konuşma-dil kesişimi: Ölüler düşlerde “konuşurlar”, düşüncede “duyarız” desek de bu konuşma ve duyum dilsel bir temsildir. Dil, sesi hem simgeler hem taşır.

 

Ölçülü / dengeli yapı: Her dize akıcı ve ölçülü kurulmuştur; şiirin ritmi yankı-müzik algısını destekler. Uzun cümleler, virgüller, enjambmanlarla yapılmış geçişler vardır: “Ve bir an için, yankılarıyla / başka yankılar döner ilk şiirinden yaşamlarımızın, / sürüp giden müzik gibi uzak gecede.” Bu dilsel akış, şiirin yankı mantığına uygundur.

 

Metafor ve benzetme: Müzik benzetmesi (“müzik gibi”) gibi doğrudan benzetmeler, dili şiirsel kılar; yankı, konuşma ve benzeri imgeler de metafor içeriklidir.

Kavafis’in şiir dili, “ses / yankı / bellek / zaman” eksenleri arasında bir ağ kurar; dil, sesin kendisi olur.

 

Karşılıklı Okuma: Nesne, İmge, Dil Üzerinden Karşılaştırmalar ve Etkileşimler

Aşağıda, her iki şiirin nesne-imge-dil üçgeni açısından birbirini nasıl aydınlattığına dair bir karşılıklı okumaya geçiyorum. Bu okuma, her iki şiirin “ses”, “ölüm”, “zaman”, “suskunluk / konuşma”, “feragat / bağışlama” gibi tematik merkezleri etrafında şekillenecektir.

 

1.Ölüm, Zaman ve Sessizlik / Yankı İlişkisi

“Üstü Kalsın” şiirinde ölüm doğrudan sunulur: ölüm eylemi hem fiil hem isim olarak dile getirilir (“Ölüyorum tanrım”). Ölümün “erken” olması, zamanla ölüm arasında paradoksal bir gerilim kurar. Ölüm, henüz olması gereken zamanda değil, erken gelişen bir “kesinti” gibi sunulur. Bu kesinti, bir sessizlik, bir boşluk yaratır.

 

“Sesler” şiirinde ise ölüm sessizliğe çekilmek yerine “ses” katmanları aracılığıyla konuşur. Ölünün sesi, düşte, düşüncede, yankıda sürer. Ölüm sessizlik değil, varoluş sonrası bir seslilik alanı kurar. Yankılar, sesin ölüm-değil, dirimsel yankısıdır.

 

Bu noktada karşılıklı okumada dikkat çeken bir zıtlık vardır: Süreya şiirinde ölüm, kapanış ve suskunluk çağrıştırırken; Kavafis şiirinde ölüm, yankı ve devamlı sesliliğe açılır. Yani bir şiirde ölüm erken kapanmadır; ötekinde ölüm, sesin çok katmanlı devamıdır.

 

Zaman açısından da bu farklılık belirgindir: Süreya’da ölüm zamanın sınırıdır; Kavafis’te ölüm zaman dışının ses katmanları aracılığıyla zamanla ilişkilenir. Kavafis’in “bir an için” vurgusu ve “sürüp giden müzik” benzetmesi zamanın sürekliliğine işaret eder.

 

Bu karşılıklı okuma, şiirsel gelenekte farklı ölüm söylemlerinin nasıl inşa edildiğini gösterir: ölüm sessizlik miydi yoksa sesi çoğaltan bir tınlaşım mıydı? Süreya’da “üstü kalsın” denerek ölüm sonrası bir feragat / kapanma önerilirken, Kavafis’te ölüm sonrası bir seslilik devreye girer.

 

2.Ses, Hitap ve Suskunluk – Konuşma İmgesi

Süreya şiirinde doğrudan bir hitap vardır: şair, Tanrı’ya “Ölüyorum tanrım” diyerek seslenir. Yani ses, Tanrı’ya yöneliktir; konuşma tek yönlüdür; şairin ölümüne dair bir beyan vardır. Ama şiir sonunda “Üstü kalsın” diyerek şair, bu konuşmayı kapatır, daha fazla talepte bulunmaz. Suskunlukla uğraşan bir sessizlik hüküm kurar.

 

Kavafis şiirinde ise “sesler” zaten konuşan, yankılanan bir doku olarak devrededir. Ölüler düşlerimizde “konuşurlar”; yani konuşma imgesi ölümden sonra da sürer. Burada suskunluk değil, sürekli konuşma / yankı vardır. Şiirde konuşma imgesi, ölümle başlayan değil ölümle kesintiye uğramayan bir sürecin parçasıdır.

 

Karşılıklı olarak, Süreya’nın kapanışı ile Kavafis’in süren konuşma / yankı söylemi arasında estetik bir gerilim kurabiliriz. Süreya’nın “üstü kalsın”ı, başka bir deyişle ‘artık konuşmayacağım, feragat ediyorum’ cümlesidir; Kavafis’in şiiri ise ‘konuşan ses hiç susmaz’ dercesine bir süreklilik önerir.

 

Bu karşılıklı gerilim, okuru iki farklı “sessizlik / seslilik” estetiği arasında sorgulamaya davet eder: Şiir neden susar veya konuşur? Hangi durumda suskunluk anlam taşır? Süreya’da suskunluk bir kapanış; Kavafis’te seslilik, ölüm-ötesi bir dirençtir.

 

3.Borç / Alacak / Feragat (Üstü Kalsın) ile Yankı / Müzik (Sesler) Arasındaki Bağ

Süreya şiirindeki “üstü kalsın” ifadesi, bir hesap kapama / feragat simgesidir. Şairin Tanrı’ya bir “alacağı” olabileceği ima edilir, ama o alacak “üstü kalsın” denerek artık resmî olarak kapatılır. Bu, hem bir teslimiyet hem de kırgın bir anlaşmadır – bir tür uzlaşma. Bu tavırlı feragat, şiirin duygusal yükünü taşır.

 

Kavafis şiirinde yankı ve seslilik ise “alacak / borç” metaforuyla değil, bellek / süreklilik mantığıyla işler. Ses, ölümden sonra bile borç gibi geri gelmez; aksine, yankılaşarak çoğalır. Müzik benzetmesiyle yaşamın sesi sürekli devinim hâlinde kalır.

 

Burada karşılıklı okuma bakımından ilginç olan nokta, “üstü kalsın” ifadesinin kapanma / feragat değerine karşın Kavafis’in ses estetiğinde kapanma yoktur. Süreya şiirinde ödenmemiş bir aşama “üstü kalır”; Kavafis şiirinde ise ses, kapanmasızdır, sürekli yankılanır. Bu farklılıklar, her iki şairin ölüm-ötesi tahayyülünü de düşünmemize yardımcı olur.

 

4.Yoğunluk / Sıkıştırma ile Katman / Yayılım

Süreya şiirinin dilsel / imgesel yapısı yoğunluk, sıkıştırma, “azla çok söyleme” (minimalizm) estetiği üzerinedir. Her dize dikkatle seçilmiş, boşluklarla (sessizliklerle) kurulmuştur. İmge evreni dar, nesne ilişkisi sınırlıdır.

 

Kavafis şiiri ise daha geniştir, katmanlı bir yapısı vardır. Yankıların dizilmişliği, ses katmanları, düş-yanılsama-yalnızlık arasında geçişler, imge dünyasını genişletir. Her dize yeni bir yankı katmanı taşır.

 

Karşılıklı okumada bu fark, şiirlerin estetik yönelimlerini ortaya koyar: Süreya, modernist kısa metin estetiğiyle ölüm, Tanrı, hayat gibi temaları yoğunlaştırır; Kavafis, geleneksel şiirsel sürekliliğe yakın bir biçimde yankı-müzik-estetik katmanlar kurar. Bu iki estetiği birlikte düşünmek, Türkçe şiirde “az ile çok söyleme” yaklaşımının sınırlılıklar ve olanaklarıyla, Kavafistik şiirin çok katmanlı yankı anlayışıyla karşılaştırılmasına katkı sağlar.

 

5.Bellek / Ses / Zaman Estetiği – Edebi Varlık Alanı

Hem Süreya hem Kavafis, ölüm-sonrası alanla, bellekle, zamanla ilgili şiirsel söylemler üretir. Ancak bakış açıları farklıdır:

 

Süreya, ölümle hesaplaşan şairin duygusal yanını ön planda tutar; ölüm karşısında insanın dilsel karşılığı “üstü kalsın” gibi bir uzlaşma / feragat sözüdür. Bellek burada kapalı bir dairedir; geçmişle yüzleşme, daha çok bireysel iç konuşma ekseninde ilerler.

 

Kavafis, bellek ve yankı alanına daha açık bir uzam verir; sesler, yankılar, düşlerde konuşmalar gibi imgesel yollarla bellek sürekli olarak devrededir. Zaman, lineer değil katmanlı olarak algılanır; ölüm geçici bir ara değil, sürekli ses dünyasına açılan bir geçittir.

 

Bu fark, şiirsel varlık alanının farklılığıdır: Süreya’da şiir, ölüm duyarlığını yoğunlaştıran kapanış noktasına yönelir; Kavafis’te şiir, ölmüş seslerin yarattığı kozmik yankı alanında dolaşır.

 

Bu karşılıklı okuma, okura şunu da düşündürür: Ölmüşlüğün sessizlikle mi, yankıyla mı ilişkileneceği sorusu şiirin estetik tercihlerinden biridir. Süreya’da ölüm sessizliğe meyleden bir kapanıştır; Kavafis’te ölüm, yankı ile süreklidir.

 

Bazı Örnek Gerçekleştirmeler: Dizeler Üzerinden Bağlantılar

Aşağıda, analizimizi somutlaştırmak için her iki şiirden karşılıklı dizeler seçerek bağlantılar kuruyorum:

 

Süreya “Üstü Kalsın”: “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte.” “Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım.” “Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir..” “Üstü kalsın..”

 

Kavafis “Sesler”: “Eşsiz, yürekten sevilen sesleri / ölülerin, bizim için / ölüler gibi yitip gidenlerin.” “Gün olur, düşlerimizde konuşurlar; / gün olur, düşüncemizde duyarız onları.” “Ve bir an için, yankılarıyla / başka yankılar döner ilk şiirinden yaşamlarımızın, / sürüp giden müzik gibi uzak gecede.”

 

Karşılıklı İlişkinin Yorumu:

Süreya’da ölüm-doğrudan beyan; Kavafis’te ölüm, seslerin kaynağı olarak dolaylı bir biçimde yer alır. Ölmüş (yitip giden) sesler, Süreya’nın “ölüyorum” ifadesine yankı verir.

 

Süreya’nın “erken ölüm” söylemi, zamanla ölüm arasında çelişkiyi vurgular. Kavafis’te ise ölülerin sesi hem düşte hem düşüncede devrededir – ölümün zamanı aşıcı niteliği burada yankı ile örtüşür.

 

Süreya’nın “hayat” imgesi, Tanrı’dan alınmış bir nesne olarak dururken Kavafis’te “yaşamlarımız … sürüp giden müzik gibi” ifadesiyle hayat-sezgi arasında ses-müzik ilişkisi kurulur. Süreya’nın “fena değildir” ölçeği, Kavafis’te hayatın sessel akışıyla yankı bulur.

 

Süreya’nın kapanışı “üstü kalsın” ile feragat ifadesi olurken, Kavafis’te kapanış yoktur; şiir sesle bitmez, yankılarla sürer. Bu farklılık, her bir şairin ölüm-sonrası / suskunluk-estetiğini karşılaştırmamıza izin verir.

 

Bu karşılaştırmalı eşleştirmeler, iki şiirin ayrı ayrı estetik tercihlerinin birbirini aydınlattığını gösterir: Süreya’nın yoğun minimalizmi, Kavafis’in çok katmanlı yankı estetiğiyle, okuyucuda ölüm-duyarlılığı, bellek ve ses anlayışı üzerine düşünsel bir diyalogu başlatır.

 

Edebi Etkiler, Tarihsel Bağlam ve Şairlerin Estetik Döngüleri

Karşılıklı okumayı destekleyecek önemli bir unsur da her iki şairin tarihsel / estetik bağlamlarıdır. Kısa olarak bu bağlamlara ilişkin bazı düşünceler:

 

Cemal Süreya, İkinci Yeni akımının bir temsilcisidir. İkinci Yeni şairleri, imgede serbestlik, dilde yoğunluk, anlaşılmazlıkla imge zenginliği arasında gidip gelen bir estetik tercih geliştirmişlerdir. Süreya’nın “Üstü Kalsın” şiiri bu estetiğin en saf biçimlerinden biridir. Şair, ölüm, Tanrı, hayat gibi büyük kavramları kısa metinlerde şiirsel buluşlarla sunar.

 

Kavafis, tarih, bellek, mit, ses ve zaman gibi temaları şiirsel merkezine yerleştiren bir şairdir. Şiirlerinde klasik ile moderni, geçmiş ile şimdi arasındaki çatışmayı sık sık gündeme getirir. Ses, yankı, bellek, antik-dönem izleri onun şiirlerinde belirleyici motiflerdir.

 

Bu bağlamda, Süreya’nın modern şiiri ile Kavafis’in çok katmanlı geleneği arasında bir köprü kurmak, özellikle modern Türkçe şiirin yankı-estetiği ile antik / bellek-estetiği arasındaki olası diyalogları görmemize olanak tanır.

 

Ayrıca, her iki şiirde – ölüm sonrası ilişki kurma isteği (Süreya’da Tanrı-merkezli, Kavafis’te ses-merkezli) – ortak bir tematik çekim alanı vardır. Ses, geri gelme, bellek gibi motifler, farklı kültürel şiir geleneklerinde de benzer karşılık bulur. Bu karşılıklı okuma, şiirde ölüm sonrası alanın nasıl farklı şekillerde tahayyül edildiğini gösterir.

 

Sonuç: Karşılıklı Okumanın Getirdiği Açılımlar

Bu analiz ışığında söyleyebiliriz ki:

Nesne düzeyinde, Süreya şiiri soyut kavramları (ölüm, Tanrı, hayat) ilişkisel yüklerle nesneleştirirken; Kavafis şiiri ses, yankı, ölüler, düşler gibi nesneler aracılığıyla çok katmanlı bir ses-bellek dünyası kurar.

 

İmge düzeyinde, Süreya minimal ama yoğun imgelere yaslanırken; Kavafis, yankı, müzik, gece, konuşma gibi imgeler aracılığıyla geniş bir tınlaşım evreni inşa eder.

 

Dil düzeyinde, Süreya’nın dilinde minimalizm, hitap, çelişki ve yoğunluk öne çıkarken; Kavafis şiiri, çoğul dil, zaman katmanları, metafor ve söylemsel akıcılıkla ses-estetiğini kurar.

 

Karşılıklı okumada bu biçimler birbirini tamamlayıcı ve sürtüşmeli kavramlar sunar: Süreya’daki suskunluk / kapanış anlayışı, Kavafis’teki yankı-süreklilikle birlikte düşünüldüğünde ses, ölüm sonrası alanın temel kavramı olarak öne çıkar. Şiirler arasındaki bu diyalog, ölüm sonrası sesi, suskunluğu ve bellek alanını farklı duyarlılıklardan düşünmeye açar.

 

Bu tür bir karşılıklı okuma, okuyucuya yalnızca iki şiiri daha dikkatle okuma imkânı sunmakla kalmaz; aynı zamanda modern Türkçe şiir ile Akdeniz / Helenistik şiir geleneği arasında estetik, ontolojik, zamansal ve bellek eksenli köprüler kurar.

 

Dip Notlar

Kavafis’in şiirlerinde mekân sıklıkla İskenderiye’dir; bu şiirde mekân belirsiz olmasına rağmen ‘uzak gece..’ gibi mekânsal vurgular söz konusudur.

Cemal Süreya, İkinci Yeni şairleri arasında yer alır ve dilde yoğunluk, belirsizlik, imge yoğunluğu gibi özelliklerle tanınır.

“Üstü kalsın” ifadesi, Türkçe eleştiri yazılarında genellikle feragat, kabul, hesap kapama gibi çağrışımlarla yorumlanmıştır.

Kavafis’in şiirlerinde tarih, mitoloji ve bellek önemli yer tutar; “Sesler” şiiri doğrudan tarihsel figürler kullanmasa da bellek-estetik bağlamının tipik örneklerinden biridir.

 

 

Kaynakça

Cemal Süreya, “Üstü Kalsın”, Doğan Kardeş-Seçme Şiirler, YKY, Haz. Doğan Hızlan, 23. Baskı, Mart 2016, İstanbul. (Üstü Kalsın şiiri, s.98)

Konstantinos Kavafis, “Bu Kenttir Gidip Gideceğin Yer”, Can Yayınları, Türkçesi: Alova-Barış Pirhasan, 1. Baskı, Şubat 2010, İstanbul. (Sesler şiiri, s.30)