mazi ipekten perde
yırtılmadan açılır hafızanın penceresinde
geçmişin solgun alnına dokununca
yüreğimde çınlar adını unutan çağrı
bir yaz akşamının serin kollarında
sesler tanıdık, ürpertir üşütmeden
ruhumun ıssız odalarını
gökyüzü mora çalan suskunluğuyla eğilir
kadife karanfillerin nefesi uzak hatıralardan
doğar yeniden süzülür rüzgârla
çocukluğumun yalınayak izleri
taş kaldırımları öper hâlâ
o anlarda ne geçmiş kalır ne gelecek
yalnız kıpırtısız bir şimdi
sonsuz bir düşün kristal kafesinde
zamanın beyaz tülüne sarılı
ay, o ince boyunlu yaslı lamba
gökyüzünün lacivert kubbesine asılır
donuk ışığını serer kuzeyin okyanusuna
kapı eşiklerinde eski akşamların fısıltısı
komşu sesleri, demlenen çayın buğusu
yelpaze serinliği melek kanatlarıyla
değip geçer saçlarıma
zamanın altın saati yavaşlardı
o büyülü yaz iklimlerinde
yer soframızda kızarmış ekmek kokusu
vişne reçelinin al ışıltısı üstünde
annemin gülüşünde inci taneleri
babamın çınar vakarıyla salınan gölgesi
güvenin ılık limanında
geçip gitti o günler sisi yaran gemilerce
ardından neşemi de sürükleyerek
kaldı bir tek sızısı
göz çukurlarımı dolduran ıslak türkülerle
sonsuzluğun eşiğinde mühürlenmiş bir kitap
ve içinde yalnız bana ait
sırlı bir alfabeyle
