Karnımdan bıçaklanmış gibi kanıyorum günlerdir. Taze geliyor, hiç durmuş ya da tortulanmış gibi değil. Öyle ki arada kontrol etme gereği duyuyorum, belki de yaralanmışımdır ve bu yüzden insanlardan bu denli korkuyorumdur. Korkacak ne var ki diyor abim bana gülerek bakarak. O, bir kadın olmanın ne denli zor olduğunu bilmiyor, gazetelerde okuduğu üçüncü sayfa haberlerine küfrettiğini duyuyorum çayını içerken. “Ne biçim insanlarla yaşıyoruz”, diye hayret ediyor. Hayret edilecek ne var ki, diye benim sorasım geliyor bu kez. Ama bu bitip tükenmez bir tartışmaya yol açar diye korkup susuyorum. Her şeyi abarttığımı düşünür o. Hâlbuki bilmiyor, kadın olsa bilirdi, abim bile olsa benim yanımda duramıyor bir türlü.
Geçen hafta haberlerde boy boy fotoğrafı çıkan kendini pazarlamaya kalkan sevgilisini öldürmüş o kadın için üzülüyorum. Yerinde olsam ben ne yapardım diye düşünmeden duramıyorum. Bazı haber sitelerinde “erkek arkadaşıyla evlilik dışında birlikte yaşayan kadın” şeklinde bilgiler var. İçten içe kadın düşmanlığını ya da kadının başına gelenleri meşrulaştırdıklarını biliyorum, hepimiz biliyoruz ve bu oyuna düşmekten yine de geri kalamıyoruz. Abim o haberi okurken katil olan kadıncağız için üzülüyor ama yine de içten içe “su testisi suyolunda kırılır” diye de düşünmeden edemiyor, hissediyorum. O yüzden de normalde küfrederek okuduğu haberlerin tersine buna yorum yapmıyor, bense kahvaltı masasında karşısında atmaca gibi onun tepkilerini gözlerken ve vereceği cevaba göre ona yanıt vermeye hazırlanırken o hiçbir şey demeden çayını bitiriyor ve işe gitmek için hazırlanıyor. Abimle aramızda sözsüz bir anlaşma var sanki.
Üçüncü sayfa haberlerinden sonra haksız yere hapiste tutulan gazetecinin haberi düşüyor önüme, küçük kızı ziyarete gitmiş, babası büyüdüğünü görememiş, karısının gözlerinde yine de mağrur bir parıltı. Annem geliyor aklıma, annem, abim ve ben. Babam sadece mesleğini yaptığı için özgürlüğünden uzakta yıllarını harcarken, mağduriyeti en az görünen, dışarıda “özgürce” yaşayan ailesiymiş meğer. Bunu şimdi anlıyorum. Annem babamla gurur duyuyor, bu doğru ve bizleri de onunla gurur duyacak şekilde yetiştiriyor. Peki ya istediğimiz sadece yanımızda olan bir babaysa? Annemin kendine ördüğü bu gururlu zar, zaman zaman güneş ışığında şeffaflaşıyor, aslında ne denli üzgün olduğunu gösteriyor, işte o zaman en karanlık köşeye geçiyor annem ve gölgeler içinde ağlamamak için titreyen çenesini yukarı kaldırıyor. Kocamla gurur duyuyorum dediğini hatırlıyorum komşulara, arkadaşlarına. Hepsi onaylayan destekçi bakışlar atıyor, ama akşam olunca herkes kendi evinde kendi dertleriyle baş başa kalıyor. Sürekli gurur duyulan kocadan bahsetmekse bir noktadan sonra onları sıkıyor. Annem, babama olan özlemi, yalnızlığı ve dışarıda özgür bile olsa kendi mahkûmiyetiyle sessiz gözyaşları döküyor. Ne de olsa ateş düştüğü yeri yakar, diye geçiriyor içinden. İşte o esnada karnıma yine bir kramp saplanıyor. Genç kızlık günlerimden beri bu denli ağrı çekmemiştim. Yeniden karnımda bir bıçak var mı diye bakma gereği duyuyorum. Abim kahvaltı masasında kıvrandığımı fark ediyor, İyi misin, diye soruyor.
İyiyim… Neden olmayayım?
Annemle babamı peş peşe yitirdikten sonra karısıyla boşanan abim aile evine taşındı. Yıllardan sonra abi kardeş birlikte yaşamaya, birbirimize yeniden alışmaya çalışıyoruz şimdi. Abim karısına ve aslında tüm kadınlara kızgın gibi. Bir şey dememesine rağmen sessiz bir öfke içinde olduğunu biliyorum. Bana bir şey anlatmıyor. Yengemle şiddetli geçimsizlik içinde olduklarını biliyorum sadece. Onları boşanmaya neyin götürdüğünü asla sormadım. Bilmemi istese söylerdi. Aramızdaki yaş farkı çocukken bizi birbirimizden ayırsa da kırk yaşından sonra yaşlarımızın eşitlendiğini hissediyorum. Bana hem yakın bunca uzakta geçen zaman yüzünden hem uzakta abim. Huyu suyu farklı, kan bağı olan iki yabancı gibiyiz.
Nilgün, diye sesleniyor bana tuvaletin kapısından. Koşarak gidiyorum yanına. Bir şey olmuş bir yerin mi kesildi, diye sorduğu anda ne olduğunu o an fark edip kıpkırmızı oluyor. Ben de kızarıyorum. Aa diyor, şaşkınlık ve utançla. Nasıl fark edemedim de öyle seslendim diye kendine kızmış olmalı. Ben de utanıyorum. Bu günlerde normalden daha fazla gelen adet kanımın birkaç damlasının tuvaletin yerlerinde kadınlığın utanç vesikası gibi durduğunu görüyorum. Dikkat etmemişim. O birkaç damla kandan birine odaklanıyorum, geçmişi ya da geleceği gören bir medyumun küresi gibi orada işte.
Sepya anılarım arasında çocukluğumdayım şimdi. Annemin mutfakta çay demlerken demliği elinden düşürdüğünü ve her yere dağılan ıslak çay tanelerine dehşetle baktığı o an sonrasında ağlama krizine girdiğini anımsıyorum. Babam yine evde değil. Annem yazdıkları için suçlanan ve hapse atılan babama ağlıyor aslında o sırada. Çay taneleri annemin gerçek üzüntüsünün görünür perdesi gibi dört bir yanda parlıyorlar. O dönemde gazeteci olan babamın işini çok iyi yaptığını ve bu yüzden onu bizden uzaklaştırdıklarını anlayabiliyorum, ama hapiste geçen yılların ciğerlerini hasta edeceğini sonra öğreniyorum. O minik kandamlası bana her şeyi hatırlatıyor, üzüntümü, utancımı, kaybımı ve çaresizliğimi. Annemin çay tanelerine bakıp sinir krizi geçirdiği yaştayım şimdi. Utançla yeri temizliyorum hemen. Sepya anılar dağılıveriyor. Kapının kapanma sesini duyuyorum, abim çoktan çıkıp gitmiş. Bana biraz benziyorsa bu utanç verici anıyı kafasında elli defa çevirecek. Belki de kadınlara duyduğu öfke daha da artacak. Kadınlar onu hep üzüyor; onlarla gençken de doğru düzgün bir ilişki kuramadı zaten. Onu yönlendirecek bir baba olmadı yanında, annemse her daim sinirleri bozuk ve kırılgandı. Onu incitmekten korkarak geçirdi hayatının çoğunu. Herkese anneme yaklaştığı gibi yaklaştığından yüzüne hoyratça kapıyı kapatan ilk sevgilileri onulmaz yaralar bıraktı benliğinde.
Benimse üstümden bir türlü atamadığım bir haksızlığa uğramışlık hissi var. Küçük yaşlarımdan beri babamın yanında olmaması, herkesin görünürde bize destek olması ama bu karanlık iklimde yapayalnız kalışımız gitmiyor bir türlü zihnimden. Annemin bizlere bir şey belli etmemek için yaptığı şakalar ve komiklikler hiç mi hiç güldürmüyor bizi. O üzülmesin diye eğlenmiş gibi yapıyoruz. İçin donukken gülmek aslında en büyük işkence. Böyle böyle yaşlanıyoruz. Babam ben küçükken ölmüş olsaydı daha başka bir insan olacağımı düşünüyorum. Hayata daha sağlıklı devam edebilirdim. Oysa haksızlıklar içinde bir yere kapatıldığını bilince ve bunu her gün hatırlatan bir annen olunca, içinden hüzün hiç eksilmiyor. İlişkilerde sakar ve hisleri cam gibi keskin insanlar oluverdik abimle.
Erken menopoz, diyor doktorum yüzüme hüzünle bakarak. Bunca kanamanın bir sebebi olmalıydı zaten. İsterseniz durumu geciktirebiliriz. İstemiyorum. Son dönemde stresli misiniz? diye soruyor. Acı acı gülümsüyorum. Kendimi bildim bileli stresliyim, yeni bir şey değil bu. Belki haberler beni tetiklemiştir. Ülkede haksızlıkların bitmemesi beni yormuş olabilir, diyorum. Böyle toplumsal ve siyasi bir cevap beklemiyordu benden. Huzursuzca kıpırdanıyor doktor. Çocukluğumdan beri “ne diyeceğini bilemeyen” insanları sezinliyorum. Yarı keyifle huzursuzluğunu izliyorum. Sonra konuyu değiştiriyorum hemen, ona daha fazla rahatsızlık vermeyeceğim. Bir kabahati yok.
Klinikten çıktıktan sonra birden acıktığımı anlıyorum. Şuradaki dönerciye gidip istediğimi yiyebilirim. Babamın yıllarca sahip olmadığı bir lüks oldu bu. Hapisten çıktıktan bir süre sonra hastalandı, yıllarca süren bir ciğer hastalığı onu sonunda ölüme götürdü. Ailece gittiğimiz dönercide yakalandığı öksürük kriziyle mendiline bulaşan kan damlaları düşüyor aklıma. Keyfimiz kaçmasın diye saklamaya çalışmış ama ben görmüştüm. Annemin düşürüp kırdığı çaydanlıktan ellerine yapışan çay taneleri gibi capcanlıydı. Babam sonunun böyle olacağını bilse yine bildiğini okur muydu acaba? diye soruyorum bazen kendime. Anneme sorduğumda “elbette” diye keskin bir cevap vermişti. Ben bundan şimdi o kadar emin olamıyorum. Mücadeleci ve idealist karakterlerin aile kurmamaları gerektiğini düşünüyorum. O savaşçı ruhun tüm aileyi bitmek bilmeyen kasırgalara soktuğunu biliyorum. Sıradan olunamadığını ve kimsenin tanımadığı yabancı memleketlere bile gitsen mağrur bakışlarını asla yitirmeyeceğini, istesen de istemesen de bir davanın tarafı olacağını ve babanın kızı olarak takdir ve tepkilerin hep üstünde olacağını. Bazense sadece olmak istersin, sakin ve huzurlu nefes almak, yolun gittiği kadar yürümek, yoldaki engellere takılmayı bile sevmek. Babam yine bu mücadeleyi seçer miydi bilmiyorum. Belki evet belki hayır. Bense çoktan yarıladığım hayat yolunda, akranlarımdan biraz daha erken yaşlanırken babamın sadece bir kahraman değil, duyguları, istekleri ve hayalleri olan bir insan olduğunu anlıyorum. Şimdi en çok da zorla kahraman yapılan o sıradan insana üzülüyorum.
